GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: HDP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:101
Tarih:06.06.2017

SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; HDP olarak verdiğimiz araştırma önergesi hakkında konuşmak üzere söz almış bulunmaktayım.

5 Haziran 2015 tarihinde yani bundan iki yıl önce partimizin Diyarbakır İstasyon Meydanı'ndaki final mitingine bombalı bir saldırı düzenlenmişti. Öncelikle bu kanlı saldırıda yaşamını yitiren 65 yaşındaki Ali Türkmen, 34 yaşındaki Şeyhmus Kaçan, 47 yaşındaki Necati Kurul, 17 yaşındaki Civan Arslan, 16 yaşındaki Ramazan Yıldız'ı anarak başlamak istiyorum. Bu patlamada 400'e yakın yurttaşımız da yaralandı, onlarcası da uzvunu kaybetti ve o hâliyle yaşamak zorundalar.

Peki, neden bu saldırı oldu ve bu saldırının arka planı neydi? Saldırı aslında şundan oldu: HDP'nin, tekçi sisteme karşı farklılıkların bir arada yaşama isteğine karşı oldu; yine HDP'nin, eşit cinsiyetçi olmasından dolayı oldu; yine HDP'nin, Türkiye'de yaşayan bütün etnik, inanç farklılıklarının bir arada, zengin ve birbirine saygılı bir şekilde yaşama arzusuyla yapmış olduğu siyasetine karşı oldu.

Bunun arkasında ne vardı, IŞİD ne yaptı ve IŞİD'in yapılanması neydi? Aslında öncelikle bunu konuşmak gerekiyor. Bugün 5 Hazirana gelmeden önce, öncesinde bu sürecin failleri kimlerdi ve kimler tarafından korundu ve bu faillerin kimlerle ilişkileri vardı? Bu anlatacağım sadece buz dağının görünün kısmı. Bakın, 2013 yılında Adıyaman'da Mustafa Dokumacı adında bir şahıs IŞİD'le irtibata geçerek Adıyaman'da bir çay ocağı kurdu ve kardeşini de yanına aldı ve IŞİD'le ilişkilerini oradan başlatmış oldu. Bu en yakın tarihte bilinen bir durum. Bu Dokumacılar, aynı zamanda IŞİD'e eleman katarak, bu elemanlar üzerinden faaliyet yürüterek ve Suriye'ye geçişlerini de sağlayarak bir organize suç örgütüne dönüştüler. 2014 yılında bu gençlerin aileleri Emniyete başvurdu, "Bu çocuklarımızın hayatından endişe ediyoruz, bu çocuklar IŞİD'e ya da DAEŞ'e katılmış olabilir. Bununla ilgili bir işlem yapın." Ancak, Emniyetten alınan bilgi şu: "Çocuklarınız 18 yaşını geçmiş, biz hiçbir şey yapamayız. Eylem yapmadıkları süre içerisinde biz bunları tutuklayamayız." Oysaki şunu çok iyi biliyoruz: İtiraz etme potansiyeline karşı insanlar bu ülkede tutuklanıyor, bu ülke koskocaman bir hapishaneye dönüşmüş ama mesele IŞİD olunca insanlar -tırnak içinde- demokratik tutum gibi bir davranışa giriyorlar.

Peki, 2015 yılında ne oldu? Aileler Emniyete gittikten sonra, başvurduktan sonra bu cevapları alınca o dönem Adıyaman'a giden, o dönemin Başbakanı Sayın Davutoğlu'yla görüştüler. Sayın Davutoğlu'na dediler ki: "Bakın, çocuklarımız IŞİD'e katılmış. Biz bunlar üzerinden bir işlem yapılmasını istiyoruz. Çocuklarımızın sağ salim tekrar onlardan kurtarılmasını istiyoruz." Peki, Sayın Davutoğlu ne söyledi? Sayın Davutoğlu şunu söyledi: "Ben ne yapayım? Esad'la aynı masada mı oturayım? Bununla ilgili ancak MİT'e haber verebilirim." gibi yine bir talihsiz cümle sarf etti. Yine, odönemde Sayın Davutoğlu "Bunlar öfkeli çocuklar" gibi bu ve buna benzer gerçekten insanın aklını durduracak cümleler sarf etmişti.

Bunun dışında da mesela, aynı zamanda, bu bahsettiğim Dokumacılarla ilgili bir araştırma yapılmış Emniyet tarafından ve 20 kişilik bir liste var. 20 kişilik listeyi size okuyorum. Bu 20 kişilik ekipte Orhan Gönder var yani Diyarbakır katliamını yapan kişi. Bununla birlikte aynı ekipteki Şeyh Abdurrahman Alagöz Suruç'taki gençleri katletti. Yine aynı ekipten Yunus Emre Alagöz ve Ömer Deniz Dündar Ankara Barış mitinginde 109 kişiyi katletti.

Yine, bunlara rağmen, bu kadar katliamları yapan kişiler hakkında onlarca defa kamuoyu oluşturulmasına rağmen, o dönemin Emniyeti, İçişleri Bakanlığı ve kolluk kuvvetleri, maalesef, çok üzülerek söylüyorum ki hiçbir işlem yapmadığı için Ankara, Suruç, Amed katliamlarının da neredeyse bire bir sorumlusu olarak onları görmek mümkün.

Yine, daha vahimi şu: Yine listede ismi olan, aylarca teknik takipte olan Orhan Gönder yani Diyarbakır'daki 5 Haziran katliamını yapan şahıs, Suriye'deki DAEŞ kamplarında altı ay eğitim aldıktan sonra 6 Mayıs 2015'te Türkiye'ye, 2 Haziranda da Diyarbakır'a geliyor ve 3 Haziran'da kaldığı otelde yoklama kaçağı olması sebebiyle gözaltına alınıyor. Ancak, baktığında ne deniyor? Sadece "yoklama kaçağı" deniyor ve salıveriliyor. Oysa bu insan IŞİD üyeliğinden aranıyordu ve ailesi de bununla ilgili kaygılarını defalarca Emniyetle paylaşmıştı. Yani göz göre göre gözaltına alınıyor, bırakılıyor, yoklama kaçağı, asker kaçağı diye bırakılıyor; oysa bu insan daha öncesinde ailesinin ısrarla Başbakanla görüşmüş olmasına rağmen... Ailesi Başbakana da bilgi veriyor, "Benim o çocuğumun böyle bir durumu var, üzerinde durun." diyor ama buna rağmen bu insan salıveriliyor ve 5 Haziranda gelip Diyarbakır'da hepimizin gözlerinin içine baka baka o katliamı yapıyor.

Peki, Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü ne yaptı? O gün 2.360 polis görevliydi -ben de o gün oradaydım, bizim milletvekili arkadaşlarımız da oradaydı- ama doğru düzgün polis yoktu arkadaşlar; ne arama noktasında vardı ne buna dair hiçbir şekilde polisin varlığını göremezdiniz. İşin ilginç tarafı, bizim Diyarbakır'da yapacağımız en küçük basın açıklamasına onlarca TOMA gelir, yüzlerce zırhlı araç orada durur, bizim en ufak konuşmamıza karşı hemen güvenlik tedbiri alınır ama binlerce, yüzbinlerce insanın bulunduğu yerde ne yazık ki o tedbirler yoktu. O yetmedi, o dönemin Emniyet müdürü, bu katliam yapılmış olmasına rağmen, bu katliamda kişiler, kimlikler, ilişkiler bu kadar aleniyken, belliyken ne yaptı? Mitingde görev alan polislere para ödülü talimatı verdi, hem de gerekçe olarak miting öncesi alınan tedbirleri gösterdi; evet.

Kanlı patlama olayından sonra Gönder'in Terörle Mücadele Şubesinde alınan ifadesine de dikkat çekmek istiyorum; o ne söylemiş? Gönder şunu söylüyor: "Bana 'Bombayı patlatın.' dediler. 'Evet' dedim, ne dedilerse 'evet' dedim." Polisler ifade alırken polise diyor bunu, kendisinin ifadesi -bu avukatlardan aldığımız iddianamedir- "Bana Esrar işi deme, bombayı kabul et. Bir yıl yatar çıkarsın. Devlet sana paşa paşa bakar, çıkınca da yeni kimlik verir.' dediler. Buradakileri ilk defa görüyorum." dedi. Dava sırasında müşteki avukatları Gönder'e sormuşlar: "Patlamadan bir gün sonra İlhami Balı ve İsmail Korkmaz'a mesaj atmışsın. Bu numara Abdullah Karaca adına kayıtlı. Patlama alanına poşetle giriyorsun. Polisler seni hiç aramadılar mı?" Sessiz kalıyor.

Bunun gibi, DAİŞ'in yani IŞİD'in Diyarbakır, Sur ve Ankara Garı'ndaki 10 Ekim Barış Mitingi katliamları ile İstanbul Taksim'deki saldırıyla ilgili 4 farklı ilde yürütülen soruşturmalarda İlhami Balı'nın ismi talimat veren, başsorumlu olarak geçiyor. Peki, bu insan nerede? Bu insan 2002'den itibaren terör ve istihbarat birimlerince takibe alınmış, örgüt üyeliğinden kısa bir süre cezaevinde yatmış; 2012'den 2013'e kadar 2 kez olmak üzere, 7 kez de sınır kapılarından resmî geçişi sağlanmış. Sınırdan resmî giriş ve çıkış yapan bu şahıs, bu katliamların sorumlusu ve şu anda kırmızı bültenle aranıyor. Oysa, 2012'de, 2013'te bu insan yakalanmış olsaydı... Resmî girişi olan bir insan, pasaportuyla girip çıkıyor, 7 kez girip çıkıyor ve öncesinde IŞİD'den dolayı yatıyor, teknik takipte olan biri ve buna rağmen tutuklanmıyor, buna rağmen resmen eylem yapması, orada katliam yapması belki de bilerek, sessizce izleniyor.

Bugün 300'den fazla insan bu şahısların yüzünden hayatını yitirdi, 300 insan. Korkunç bir rakam, 300 kişiden bahsediyoruz ve bu 300 kişinin can güvenliği tamamen bu ülkenin, devletin ve bu Hükûmetin sorumluluğundadır. Hani söylüyordu ya şimdi AKP Genel Başkanı, Sayın Cumhurbaşkanı diyordu ya -karar veremiyorum hangisi olduğuna- "Fırat'ın batısında olandan, Fırat'ta kaybolan bir koyundan bile ben sorumluyum." Bakın, bu kadar büyük bir cümle kuruyor ama 300 şahıs, 300 can gidiyor. Bu insanlar teknik takipteyken ve teknik takipteki telefon konuşmaları kayıtları, mesajları her türlü basında geçmişken bu insanların katliam yapması resmen sessizce izleniyor ve o yetmiyor, gözaltına alınıyor; gözaltına alınma sebebi de asker kaçağı olması.

Söylenecek çok şey var, herkesin canı çok yanıyor, her gün ölümler duyuluyor, her gün ve her gün burada ölümler üzerine konuşuluyor. Failleri söylüyoruz, nasıl olduğunu anlatıyoruz ve biz somut olgular üzerinden konuşuyoruz ama burada, ilginçtir, her şekilde itiraz, redde dayalı bir yaklaşım var. Bununla ilgili araştırma komisyonu kurulmasına karşı tutumunuzun ret olacağına inanıyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SİBEL YİĞİTALP (Devamla) - Son cümlem.

BAŞKAN - Tamamlayın lütfen.

SİBEL YİĞİTALP (Devamla) - Çünkü öncesinde çocuk tecavüzleriyle ilgili vermiş olduğumuz -çok enteresandır- önerge bile reddedildi, kadın kırımları için vermiş olduğumuz önergeler reddedildi; yine, bununla ilgili IŞİD'in faaliyetleri üzerinden vermiş olduğumuz bütün önergeler reddedildi, araştırma komisyonları kurulması reddedildi. İnanıyorum ki bugün IŞİD'e karşı bütün dünya savaş açmışken, herkes IŞİD'e karşı ortak mücadele yürütürken Türkiye içerisindeki bu IŞİD yapılanmasına karşı elbette ki bu ülkenin ve özellikle Meclisin, Parlamentonun bire bir sorumluluğu vardır ve bu komisyonda ortak rol alma ve bunu kabul etme gibi vicdani bir sorumluluğu vardır. Bugünleri elbette insanlar hatırlayacaktır. Halkın vicdanında insanlar mahkûm edilmiştir. Ama sağlam hukukçular, yürekli hukukçular tarafından da bunları yapanlar, bu katliamları yapanlar, bunlara sessiz kalanlar, izin verenler, "öfkeli çocuklar" diyenler de mutlaka ve mutlaka bir şekilde mahkûm edilecektir diyorum. (HDP sıralarından alkışlar)