GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: CHP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:99
Tarih:31.05.2017

KAMİL AYDIN (Erzurum) - Sayın Başkan, çok kıymetli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin araştırma önergesi üzerinde konuşmak üzere Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlarken mübarek ramazanınızı da kutluyorum.

Evet, ben şu ana kadar her iki araştırma önergesi de aynı minvalde olduğundan tekrara düşmemek adına farklı bir pencere açmak ve o zaviyeden bakmak istiyorum.

Saygıdeğer milletvekilleri, edebiyatın, biliyorsunuz, en çok okunan türü romandır. Efendim, romanın da çok basit bir tanımı vardır, birçok tanımı vardır ama en basitlerinden bir tanesini söyleyeyim: Hayata, yaşama ayna tutmaktır. Dolayısıyla, hayata ve yaşama ayna tutan birçok romanlar var aklımıza gelen, Batı klasikleri vardır, benim de aklıma onlardan bir tanesi geldi, Mary Shelley adındaki bir yazarın "Frankenstein" diye bir romanı var. Bu sanayi devriminin Avrupa'da yoğunlukla yaşandığı bir dönemde gücü elinde bulunduranların bilim ve teknolojiye aşırı güvenlerinden dolayı bunu kullanarak çok rahat bir şekilde hükmedeceklerini sanan bir yapıya eleştirel bir boyut kazandırma adına yazılmış bir eserdir. Bir kadavra üzerinden hareket edilerek bugünkü ifadesiyle robot tarzı bir yapı, bir oluşum gerçekleştirip onu çok rahat bir şekilde isteklerine, emirlerine uygun bir şekilde kullanma amacını güden bir bilim adamının öyküsüdür. Evet, başarmıştır, insanımsı bir varlık ortaya koymuştur ama kontrol edeceğini, kullanacağını sandığı bu "Frankenstein" dediğimiz yapı, varlık zamanla canavarlaşıp kontrolden çıkmış, itaatsizliğe başlamış ve yavaş yavaş sahibini kontrol etmeye dönüşmüştür. İşte ben bugün bu Mecliste bütün bu tartışmalara neden olan, gerçekten 15 Temmuz gecesi de bizi büyük bir travmaya sürükleyen o vahşi olayı ancak böyle ifade edebiliyorum.

Bir yapı onu siyaseten muhafaza edip kullanabileceğini, kontrol edebileceğini sanan bir yapıya direniş göstermiş ve kendisini kontrol edici noktasına getirmiştir. Peki, bunun sonuçları ne olmuştur? Mütemadiyen bütün konuşmacı arkadaşlar ifade ettiler. Büyük bir travmaydı, evet, büyük bir kalkışmaydı, ağır bedeller ödendi. Allah gani gani rahmet eylesin, 249 şehidimiz var, 2.193 gazimiz yani bu olaydan yaralanmış kardeşimiz var. Bunun sosyal travmasından bahsetmiyorum, hepiniz bire bir tanık oldunuz. Buralar bombalandı, Türkiye'nin gerçekten idare yönteminde önemli kurumları olan yapılar yerle bir edilmeye çalışıldı hiç acımaksızın. Bütün bunları yaşadık ama bugün, şimdi, televizyonlarda gerçekten bu mevzuyla ilgili toplumda sosyal bir travmaya dönüşen, altından kalkınmaz bir kaos öncesi durum yaratabilecek bu yapıyla ilgili somut birtakım şeyler bekliyor insanlar.

Ne oldu? Bu acımasız, bu cani yapı, bu habis ruhlu yapının sebep olduğu olaylardan dolayı bir sürü insanımız, şu anda 154 bin civarında soruşturma geçiren insan söz konusu, kamu görevlisi söz konusu. Bunun 50 bini şu anda tutuklu, bir 50 bini kadar işten ihraç edilmiş. Bu olaylardan dolayı 37 insan intihar etmiş. O zaman, bakın, ne oldu da bunları yaşadık? Bugün, burada, biz yasama organı olarak gerçekten hakkı ve hakikati itiraf etmek, konuşmak zorundayız. Burada herhangi bir siyasi mülahaza gütmemek lazım çünkü toplumun gerçekten çok acı, kanayan bir yarasından bahsediyoruz.

Söz konusu olan nedir? Şimdi, basit ilkokul mezunu, köyünden başka hiç büyük bir yerleşim merkezini görmemiş er kardeşlerimiz var. Bu çocuklar askere gitmiş, kınalanmış, alayla valayla askere gönderilmiş, bir gece "tatbikat var" diye uyandırılmış, belirli mekânlara götürülmüş. Ne kurşun atmış ne kasaturasını çekmiş. Beklemiş ikinci bir emri ama ertesi günü ne olupbittiğini anlamadan tutuklu bir şekilde cezaevine atılmış.

Şimdi, bunların çarpanı o kadar çok ki sadece bir ayağından bahsettik. Öğrencileri var... Allah korusun, YÖK'le aklıselim bir çalışma yapıp aklın gerektirdiği, hukukun gerektirdiği bir sonuç çıkarmasaydık inanın şu anda 55 bin de üniversite öğrencisi bu mağduriyeti yaşayacaktı. Ne yaptık? Ya bu çocuklar öğrenci olmuş. Çocuğun puanı devlet üniversitesine yetmemiş, babasının da gücü varmış vakıf üniversitesine göndermiş. "Vay, o kripto FETÖ'cüler" "Ben üniversitemde FETÖ'cü istemiyorum." diye yaygara koparıp bu 55 bin çocuğu da kurban, heba edip piyasaya sürecektik; yeni bir cephe.

Öğretmenlerimiz aynı sıkıntıda, yani bir sendikaya üyelik, bir bankaya, efendim, masumane bir ödeme yapmak. Bakın, destek amaçlı değil, bunu hukukçularımız çok rahat ayırt edebilir, hainle normal vatandaşı. Bütün bunların yarattığı bir travmadan bahsediyoruz. Dolayısıyla, burada yapmamız gereken şudur, bir hukukçunun ifadesiyle ben ifade etmek istiyorum: "Devletin arınmaya ve liyakat ilkesiyle seçilen, temel millî yararları esas alan kamu görevlilerine ihtiyacı olduğu muhakkak. Bu arınma ve liyakatli insanların kamu hizmetlerinde görevlendirilmeleri konusunda hassas davranılması gerektiği tartışmasızdır. Bu meseleyi hukuk kaidelerinden sapmadan, haksızlığa yol açmadan, gerekçeleri de örtbas etmeden ve edilmesine izin vermeden, yakından ve objektif kriterle takip etmek çok önemlidir."

Şimdi, bakın, aynı bağlamda Milliyetçi Hareket Partisi olarak -geçen hafta Genel Başkanımız grup toplantımızın bir kısmını buna ayırdı ve net bir talebini beyan etti Milliyetçi Hareket Partisinin- ben de bunu bir kez daha tekrar etmek istiyorum; bizim talebimiz budur: Bizim talebimiz, haksız yere bireysel, somut gerekçeler oluşmaksızın yargılamadan değil, hukuktan ayrılmadan... Çünkü devlet hukuk devleti, bu hukuk her zaman hepimiz için geçerlidir. O zaman ne istiyoruz? Diyoruz ki: "Kripto damarın kesilip atılması, kılık değiştirmiş, usul ve üslup açısından kendisini emniyete almış FETÖ'nün siyasi ayağının darmadağın edilmesi artık millî bir seferberlik ruhuyla ele alınmalıdır." Hükûmete çağrımızdır aynı zamanda: "Çaycıyı çorbacıyı bırakın; yılana çıyana bakın. Zahîre değil zehre odaklanın, zarfa değil mazrufa dikkat kesilin. Kapıcıyı, odacıyı, memuru, işçiyi, onu bunu değil; 15 Temmuzun kurgusunu, saldırı planlamasını yapan sözde akıl ve akil hocalarını yakalayın. Suçlu-suçsuz tasnifi tam ve eksiksiz yapılmazsa, kim mağdur kim mahkûm ayrımı adalet ölçülerinde gerçekleşmezse, üstelik FETÖ çuvalına önüne gelen atılırsa bilinsin ki ihanet alttan alta beslenecek, büyüyecek, ilk fırsatta harekete geçmek üzere bilenecektir."

Şimdi, bunları niye söylüyoruz? Gerçekten, bir kere, biz, hak ile haksızlığı ayırmak zorundayız. Eğer bu işte, özellikle azmettiriciler, planlayıcılar, kurgulayanlar, harekete geçmesini önceleyenler, ilk önce, inanın, bu saf, temiz vatandaş, o Cumhurbaşkanının ifadesiyle, en alttakiler bunu görmek istiyor, diyor ki: "Önce bu işi, bu fitneyi, bu çıfıt yuvasını kim organize edip harekete geçirdiyse onlar önce dikkat ettikleri noktalar itibarıyla ele alınsın, yargılansın." Bu beklenti içerisinde bu milletimiz, gerçekten, adil ve hakkaniyetli bir yargılama sürecini beklemektedir.

Ayrıca, yine mağduriyetin ikinci bir ayağı, bu insanların -kamudan uzaklaştırıldı, atıldı; yargılandı, suçlu bulundu- artık bunların ikinci dereceden, üçüncü dereceden akrabaları ya da işten atıldıktan sonra kamuda görev vermiyorsunuz ama özel sektörde de bu insanların kendi yaşamlarını idame ettirme adına giriştikleri birtakım şeylerde de çok engelleyici birtakım uygulamalara rastlıyoruz. Bunlardan da vareste olmamız lazım.

Buradan çıkarılacak ders şudur: Bakın, mübarek aydayız. Kutsal bir, ulvi bir dinin mensuplarıyız. Burada uzun vade önemli bir tedbir şudur: Dinimizi bütün bu siyasetten, ticaretten, eğitimden, her türlü yapılanmadan, sosyal yapı içerisindeki her türlü uygulamalardan vareste tutmak zorundayız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Aydın, bir dakika daha vereyim size ek süre.

Buyurun.

KAMİL AYDIN (Devamla) - Teşekkür ederim.

Aksi takdirde, bugün FETÖ'dür, yarın TETÖ olur, bugün "Gülen hareketi" diye bize yutturulur zehir, yarın ağlayan hareketi olur. Biz de o zaman ne yaparız? Bu işten mağdur olanlar olarak, aynen üstadın dediği gibi, artık İslam'ın siyasete, bürokrasiye, ticarete bulaştırılmış hâlinden gına gelir bize, Muhammed İkbal'in ifadesiyle, bize de artık Müslümanlardan kaçıp İslam'a sığınmak düşer. Onun için, gerçekten, bunu siyasetüstü, dinimizi bu işlere bulaştırmadan... Birkaç gün önce eski bir Diyanet İşleri Başkanının röportajında da okuduk, benzer şeyleri söylüyor. Biz siyasetin dışında bir din anlayışına sahibiz; o bizim yüce, ulvi bir değerimizdir; onu her şeyin üzerinde, her şeyin ondan ilham alacağı bir yapı olarak benimsemediğimiz sürece bu tür musibetler sürekli tekrar edilebilir diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Aydın.