| Konu: | CHP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 98 |
| Tarih: | 30.05.2017 |
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama başlarken, her zaman olduğu gibi, cezaevinde bulunan Eş Genel Başkanlarımızı, milletvekili arkadaşlarımızı, belediye başkanlarımızı, tüm tutuklu yöneticilerimizi, üyelerimizi saygıyla selamlıyorum öncelikle. Diğeri de -önergeyi desteklediğimizi peşinen söyleyerek- konuşmamı başka bir meseleye ayırdım, çünkü üzerinde yeterince konuşma oldu.
Bugün yeni bir gelişme oldu, bunu sizlerle paylaşmak istiyorum. Nihayet, Eş Genel Başkanımız Sayın Selahattin Demirtaş'ın duruşma günü iki saat önce belli oldu: 6 Eylül. Bir düşünün, kaç gün sonra oluyor? 4 Kasım 2016'da tutuklanmıştı, rehin alınmıştı daha doğrusu ve 6 Eylüle gün verildi. Bunun bir hikâyesini anlatayım size, siz bu arada hesabı yapın. Tabii, ben hesabı biliyorum ama biraz düşünmenizi isterim doğrusu, bu kadar uzun vadeli bir meseleyi.
Şimdi, değerli milletvekilleri, Sayın Demirtaş hakkındaki dava önce Diyarbakır'da açıldı. 28 Nisana duşuma günü verildi. Sonra her ne hikmetse Adalet Bakanlığı bir an uyandı ve dedi ki: "Selahattin Demirtaş'ın duruşması Diyarbakır'da yapılamaz, güvenlik yok." Ankara'ya nakil için yazışmalar yapıldı ve Yargıtay, 29 Mart tarihinde Demirtaş'ın dosyasının Ankara'da yapılmasına karar verdi. Süreye dikkatinizi çekerim -4 Kasım- 29 Mart tarihine. Sonra bu dosya, uzun süreden sonra, Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesine -hukukçu arkadaşlar bilirler- tensiple birlikte düştü. Hani düştüğünü düşünmüyoruz da tayin edildi. 19. Ağır Ceza Mahkemesi tam iki aydır duruşma günü vermiyordu. İki ay değerli arkadaşlar, altmış günden söz ediyorum ve bir partinin Eş Genel Başkanının duruşmasından söz ediyorum. Bütün dava dosyaları önemlidir fakat siyasette Meclisin üçüncü büyük grubunun eş genel başkanının duruşması böyle tayin ediliyorsa diğer vatandaşı varın siz düşünün. Yani Eş Başkanımız üç yüz altı gün sonra hâkim karşısına, SEGBİS talebi kabul edilirse, nihayet lütfettiler, çıkacak. Bu, kabul edilebilir değil; bu, hukuk değil; bu, yargı kararı değil, öncelikle bunu ifade etmek istiyorum.
Hakkında hiçbir kesinleşmiş hüküm yokken sadece siyasi saiklerle verilen bir tutuklama kararıyla on ay sonra bir milletvekilinin, bir liderin, bir Cumhurbaşkanı adayının, halk tarafından bu kadar sevilen, sayılan bir şahsiyetin bu şekilde cezaevinde rehin tutulmasının adı öç almadır, siyaseten bunun rövanşını yapmaktır ve hesap sormaktır. Buna yargı kararı dememizi hiç kimse beklemesin çünkü iktidar partisinin en çok korktuğu siyasi liderlerden biri, hatta en çok korktuğu siyasi lider Sayın Selahattin Demirtaş'tır.
Değerli arkadaşlar, Cumhurbaşkanını hatırlarsınız, çok sık söylüyorlar ya, hayatları boyunca mağdur oldular, bir türlü mağduriyetten kurtulamadılar. Her şeyi elde ettiler, hâlâ mağdurlar. Bir de dört aylık bir mağduriyet var.
Bir kıyas yapmak istiyorum. Sayın Cumhurbaşkanı hakkında bizce de haksız ve adil olmayan bir kararla hapis cezası verildi. Ben davayı da izleyenlerden biriyim ayrıca, çok iyi hatırlıyorum. Şiiri 1997'de okudu, 1998'de ceza aldı, kesinleştikten sonra 1999 yılında cezaevine girdi yani bir yargılama süreci devam etti ve bitti.
Peki, Sayın Demirtaş neden yedi aydır cezaevinde? Hakkında kesinleşmiş bir hüküm var mı, var mı bir yargı kararı? Yok. Siyasi bir kararla cezaevinde. O gün yargıyı 28 Şubat darbecileri yönlendiriyordu bugün ise saray darbecileri yönlendiriyor, bir farkı yok. Sadece darbecilerin kimlikleri değişti. O günün zalimleri Erdoğan'ı cezaevine atıyordu fakat bugünün zalimleri Demirtaş'ı, Yüksekdağ'ı, milletvekillerimizi ve belediye başkanlarımızı cezaevine atıyor. Fakat bir fark var, ne acıdır ki 28 Şubatın mazlumları bugünün zalimleridir, zulmedenleridir. Bir daha mağduriyetten söz ederlerse, bu zalimliği kendilerine her fırsatta hatırlatmak istiyoruz çünkü bu çok ciddi bir tablodur.
Şimdi, değerli arkadaşlar, dosyanın ayrıntılarını vermeyeceğim çünkü dosyada bir iddia yok, konuşmalar var. DTK illegal bir örgütmüş gibi, otuz bir fezlekeden bir tanesi DTK, hepsi konuşma. Birazdan Eş Genel Başkanımızın konuşmalarını da biraz hatırlamanız için okuyacağım birkaç konu başlığında.
Peki, bu savcılar kim? "FETÖ'yle mücadele ediyoruz." diyen, iktidar partisinin milletvekillerine sesleniyorum: Bizler hakkında fezleke hazırlayan savcılar cezaevinde ama bu fezlekelerle bizler tutuklanıyoruz. Sizin Fetullahçılarla ittifakınız devam ediyor, sizin iş birliğiniz devam ediyor. Eğer iş birliğiniz devam etmiyorsa, o yirmi dokuz tane dava dosyasının savcısı ve karar verenleri şu anda müebbetle yargılanıyor, bu fezlekelere nasıl itibar ediliyor? Şamil Tayyar, iktidar partisinin milletvekili bile televizyonda açıkladı -önümde var, zaman yok, açıklayamayacağım- şu anda Diyarbakır Başsavcısı Kurtca Eker için "Ben bunu kabul etmem." dedi, "Bunlar kripto." dedi. Bizzat kendisinin açıklaması var burada, aynen şöyle söylüyor: "İsyan ediyorum. Sustum, sustum, artık yeter! HSYK son atamalarıyla paralelcileri önemli mevkilere taşıdı. Kurtca Eker'in Diyarbakır Başsavcı Vekili olmalarını kimse bana dayatamaz." diyor. "Bize kumpas kuran adamları biz şimdi taltif ediyoruz." diyor. Kriptoları bizim savcılar olarak atıyorsunuz, kriptolar HDP'ye saldırarak kendi kimliklerini gizliyorlar; yeter artık. Onlar terörist mi, değil mi; FETÖ'cü mü, değil mi? Siyasetçileri nasıl tutukluyorlar? Bunlar şu anda tutuklamaya dayanak olan kararı veren savcılar. Değerli milletvekilleri, gerçekten bunların hepsinin belgesini size her zaman sunmaya hazırız. Hangi savcı, nerede tutuklu, hangi fezlekeyi hazırladı, iktidar partisi hangisine "FETÖ'cü." diyor, hangilerini görevden aldı, hangi fezlekede ve iddianamede imzası var biliniyor ama Demirtaş bu fezlekelerle şu anda, üç yüz sekiz gün sonra yargı karşısına çıkacak. Böyle bir şeyi kabul etmemiz mümkün değil.
Şunu unutmayın... Hiç de mutlu olmayın. Ben cezaevinden çıktıktan sonra gittiğim her yerde ne soruyor vatandaş biliyor musunuz? Gazetecisi, ayakkabı boyacısı, taksicisi, kuaförü, garsonu, tahmin edebileceğiniz herkes: "Vekilim ne zaman çıkacak Demirtaş?" "İçeridekiler bırakılacak mı?" "Ya, bu haksızlık yeter." Bunlar HDP'li falan değil ha, bunlar vatandaş. Bu sabah bile 3 kişi yolumu çevirip bunları sordu. Artık halk her şeyin farkında, siyaseten cezalandırma amacıyla yargının sopa olarak kullanıldığını çok iyi görüyor ve 16 Nisanda bu yanıtı da verdi. Demin Sur'u konuşuyorduk ya, Sur yanıt verdi; evlerini başına yıkanlara yüzde 66'yla "hayır" dedi. Biz, bu "hayır"ı daha kabul etmediyseniz ne diyelim?
Şimdi, Sayın Demirtaş sık sık etkili konuşmalar yapardı. Doğrusu özlüyoruz. Bizce Türkiye de özlüyor. Konuşmalarından biri -bugünleri görerek söylüyor- 30 Temmuz 2014'te: "Parasıyla, gücüyle, elini masaya vurduğunda karşısındaki insanlar korksun istiyor. Korkmayan birilerini gördüğünde çıldırıyor. En tahammül edemediği şey karşısında cesur birilerini görmek. İşte biz oyuz; ona boyun bükmeyen, Allah'tan başka kimseye diz çökmeyen. 16 Nisan 2016'da biz kaybetmeyeceğiz. Şimdi HDP'lilerin dokunulmazlığı kalkarsa HDP'de birileri sarayın etrafını sarıp diz çökerek 'Bizi affedin.' diyecek zannediyorlar. Kusura bakmasınlar. Siz bizi kendiniz gibi saray soytarısı mı zannettiniz? Biz bugüne kadar yeryüzünde hangi güce diz çöktük ki size de diz çökeceğiz? Bizim endişemiz insanlığımıza ve ülkemize dairdir. Biz ülkenin daha kötü bir duruma gitmesinden korkuyoruz."
Evet, bizim endişemiz gerçekten ülkemize yöneliktir, yurttaşlara yöneliktir. Biz bu sözlerimizin arkasındayız. Dün diz çökmedik, bugün de çökmüyoruz, yarın da çökmeyeceğiz ve son sözü biz söyleyeceğiz.
Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)