| Konu: | HDP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 96 |
| Tarih: | 24.05.2017 |
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama başlamadan önce hâlâ cezaevlerinde siyasi rehin olarak tutulan eş genel başkanlarımız Sayın Demirtaş ve Yüksekdağ'ı, diğer tutuklu milletvekili arkadaşları buradan saygıyla ve sevgiyle selamlamak istiyorum ve televizyonları başında olan herkesi de, tüm halkımızı da saygıyla selamlamak istiyorum.
Evet, Kayıplar Haftası'ndayız. Bu nedenle önergemiz umarız bugün olumlu oylarla geçecek. "Kayıplar" ne demektir, Kayıplar Haftası ne zaman ilan edildi; bu konuda Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin mutlaka bilgisi vardır ancak biz bir kez daha hafızaları tazelemek ve bu konunun ne kadar can yakıcı olduğunu bir kez daha buradan ifade etmek istiyoruz.
Aslında Türkiye gözaltında kayıplarla 12 Eylül faşist darbesi döneminde tanışmıştı. Darbenin hemen ardından, hatırlayacağınız üzere, gözaltına alınan 650 bini aşkın kişiden 300'ü gözaltında kaybedildi. Cemil Kırbayır, Hayrettin Eren, Hüseyin Morsümbül ve daha birçok kişi gözaltında kaybedildi ve bu hâlâ önümüzde, hafızalarımızda tazeliğini koruyor. Ancak, o dönemde bu bir sistematik yöntem olarak kullanılmıyordu, bu da bilinenler arasında. 12 Eylül darbesinde daha çok idamlar, işkencede ölümler, tutuklamalar, vatandaşlıktan çıkarma ve sınır dışı edilme olayları daha çok gündemdeydi. Ancak, 1990'lı yıllarda yöntem artık sistematik bir hâle geldi, gözaltında kaybettirme yöntemi. Özellikle JİTEM eliyle bölgede, batıda, büyük şehirlerde, mezralarda, köylerde insanlar kaybettirilmeye başlandı. Burada fark etmiyordu; Kürt, Türk, işçi, işsiz, fakir, birçoğu bu şekilde, gözaltında kaybedilmeyle karşı karşıyaydı. Özellikle emek ve demokrasi mücadelesi veren, yürüten toplumsal muhalefetin ileri gelenleri birer birer seçilerek takibe alındı ve kaybedildi. Bu öyle bir aşamaya geldi ki bir süre sonra adli suçlardan gözaltına alınanların bile kaybedildiğine tanıklık edildi. Tabii ki ağırlıklı olarak Kürtler bundan nasibini aldı, diğer bütün ihlallerde olduğu gibi.
1990'ların başında kayıp yakınları artık yavaş yavaş gerçekten bir araya gelmeye başladılar ve 1994 yılında kayıpların sayısı öyle artışlar gösterdi ki dudak uçuklatacak nitelikte. 1994 ve 1995 yılları kayıpların, gözaltında kaybettirmelerin en çok yaşandığı yıllar olarak Türkiye tarihine geçti. Özellikle 1993 yılında Emniyet Genel Müdürlüğüne atanan Mehmet Ağar'ın Bakanlar Kurulu kararıyla kurduğu Özel Harekât Dairesi meyvelerini bu yönlü de vermeye başlamıştı ve gözaltında kaybedilme, kaybettirme bir savaş yöntemi olarak kullanılıyordu. Bunu artık bugün çok daha iyi bir şekilde görüyoruz. Muhalifleri bertaraf etmek için kullanılan ve özellikle askerî darbe dönemlerinde ve çatışmalı dönemlerde uluslararası anlamda farklı ülkelerde de kullanılan bir yöntem olduğunu da not etmek isterim.
Cumartesi Anneleri ilk kez 27 Mayıs 1995 yılında İstanbul Galatasaray Meydanı'nda oturmaya başladıklarında, gözaltına alınıp katledilen Hasan Ocak kimsesizler mezarlığında on gün önce bulunmuştu. Hemen akabinde yine Rıdvan Karakoç'un da bulunması gerçekten kayıp yakınları için büyük bir umuda dönüştü.
Şunu ifade etmek istiyorum: Uluslararası anlamda da en çok bilinen örnek Bosna'dır. 1992-1995 yılları arasında Bosna'da süren savaşta binlerce kişinin kaybolduğu ve toplu mezarlara gömüldüğü gerçeği önümüzde duruyor. 1996 yılında Birleşmiş Milletler bu nedenle Kayıplar Komisyonunu kurdu ve bu anlamda -işte bu Kayıplar Haftası'ndayız yine- 17-31 Mayıs tarihleri arasında bu kayıpların bulunması için çeşitli etkinlikler düzenlenmekte ve farklı yöntemlerle kayıplar anılmaktadır ve faillerinin bulunması, onların bulunması konusunda ciddi bir mücadele şiarı tekrar yükseltilmektedir. Uluslararası anlamda da bu hafta "Gözaltında Kayıplara Karşı Mücadele Haftası" olarak nitelendirilmektedir.
20 Aralık 2006 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kişilerin gözaltında kayıptan korunmalarıyla ilgili uluslararası bir sözleşme kabul edildi. Bu konuda, sözleşmenin kapsamında gözaltında kaybetme ve kaybettirmeye ilişkin tamamen kesinlik arz eden bir yasak getirildi ve taraf devletlerin iç hukuklarında bunu bir suç olarak düzenlemeleri de tabii ki şart koşuldu. Aynı sözleşme yaygın, sistematik olarak kaybetme eylemlerini de insanlığa karşı suç olarak zikretmiştir, hüküm altına alınmıştır.
Bugüne kadar 105 ülke söz konusu sözleşmeye taraf ancak Türkiye maalesef hâlâ bu sözleşmeye taraf olmamıştır. Bu vesileyle, bir an önce, behemehâl Türkiye'nin bu uluslararası sözleşmeye taraf olması için çağrıda da bulunmak istiyoruz çünkü rakamlar bu sözleşmeye taraf olmamızın ne kadar önemli olduğunu aslında önümüze koyuyor.
İnsan Hakları Derneğinin ve Yakınlarını Kaybedenler Derneğinin verilerine göre, ülkemizde 17.500 faili meçhul cinayet vardır. Büyük çoğunluğu gözaltına alındıktan sonra kaybolan 3.248 kişi mevcuttur ve gömülü olduğu tahmin edilen 235 mezar tespit edilmiştir derneklerin verilerine göre. Maalesef savcılıklar bu toplu mezarları açmamak için büyük bir direnç göstermektedir, bu konuda kayıp yakınlarının mücadeleleri de hâlâ devam ediyor. Yukarıda belirtilen kayıpların büyük kısmının politik cinayetler ve kayıplar olduğunu söylemeye sanırım gerek bile yoktur.
Değerli milletvekilleri, yirmi beş yıl öncesinden başladık ama şu anda Cumartesi Annelerini anmadan geçmek mümkün değil. İstanbul'da Galatasaray Meydanı'nda, Cumartesi Anneleri, 27 Mayıs 1995 yılından beri her hafta cumartesi günü oturma eylemi yapıyor, 634'üncü haftayı geçti. Yine Diyarbakır'da bu oturma eylemi 432'nci haftayı buldu. Bu, aslında dünyadaki en büyük, sistematik, istikrarlı ve kararlı bir mücadele yöntemi ve talep olarak Türkiye'nin, yetkililerin, bizlerin ve siyasetin önünde duruyor.
Değerli milletvekilleri, bu doğrudur, mevcut iktidar döneminde olmadı bu kayıplar ancak mevcut iktidarın bu kayıpların bulunması, en azından mezarlarının tespit edilmesi ve ailelerine verilmesi anlamında, geçmişle yüzleşme ve hakikatlerin ortaya çıkarılması anlamında bir irade göstermesi gerekiyor çünkü kayıp yakını olmak gerçekten hiç kimsenin, asla yaşamayanın tasavvur edemeyeceği bir duygudur.
Bu vesileyle bu dönemde şunları da özellikle söylemek istiyorum: Hâlâ kimsesizler mezarlığında olan yüzlerce kişinin de kayıp olduğunu ifade etmek istiyorum. Cizre'de bu sokağa çıkma yasağı dönemlerinde 33, Yüksekova'da 45 -Erzurum Kimsesizler Mezarlığı'nda- Nusaybin'de 59 kişi; Diyarbakır, Malatya, Antep, Elâzığ ATK'larında, Adli Tıp kurumlarında teşhisi beklenen ve bir kısmı da kimsesizler mezarlığına defnedilen cenazelerden söz ediyoruz. Bunların aileleri de yakınlarını kaybetmiş durumdalar ve teşhis edemiyorlar. Bu konuda Adli Tıp Kurumu, maalesef, çok uzun süren incelemeler sonucunda ailelere bu bilgiyi veremiyor. Bu da Türkiye'de kanayan bir yara olarak önümüzde duruyor.
Değerli arkadaşlar, sözlerimi Hasan Karakoç'un bir sözüyle bitirmek istiyorum ama ondan önce şunu sizlerden talep ediyorum: Ne olur, bir an bir yakınınızın -kardeşinizin, çocuğunuzun, eşinizin, babanızın, annenizin- kayıp olduğu, on yıl, yirmi yıl, beş yıl, üç yıl haber alamadığınız -ne cenazesine ne kemiklerine ne sesine ne yüzüne- yaşayıp yaşamadığı konusunda hiçbir fikrinizin olmadığı bir duyguya davet ediyorum sizi. Eğer ölmüş olsa ve cenazeleri ellerinde olsa bir mezarları olacak, bunların bir mezarı da yok. Bu nedenle, kayıp yakınlarının acısını bu Mecliste oturan tüm milletvekillerinin ancak bir anlık empatiyle çok iyi anlayacağına inanıyorum çünkü bunların acıları çok büyük.
Hasan Karakoç bir kayıp yakını olarak şunu söylüyor, diyor ki: "Dünyanın birçok ülkesinden, okyanusun diğer yakasından, Arjantin'den bile vicdan sahibi insanlar sesimizi duyarken, acımızı hissederken bizim yetkililerimiz kör, sağır, ve dilsiz."
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - Tamamlayabilir miyim.
BAŞKAN - Buyurun, tamamlayın.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - "Bu ailelerin hiçbirinin çiçek koyabilecekleri, başında dua edebilecekleri, bayramda ziyaret edebilecekleri bir mezar taşı dahi yok." Ama biz yine buradayız ve haykırmaya devam edeceğiz diyorum.
Bugün, bu kadar önemli bir meseleyle ilgili olan araştırma önergemizin kabul edilmesini gerçekten yürekten istiyoruz, bütün araştırma önergelerimiz gibi. Gelin, bu konuda hep birlikte uzlaşalım ve bu kayıp yakınlarının acısını bir nebze olsun hafifletebilmek için bu arayışımızı Meclis iradesiyle devam ettirelim diyorum ve şunu son olarak söylüyorum: Kemal Gün'ün eylemi 89'uncu gününde ve şu anda Dersim milletvekilimiz Alican Önlü orada, hâlâ kemikler bile verilmedi. Vali ile aile ve avukatlar arasında bir gidiş geliş var, "Kitlesel cenaze töreni yapmayacaksınız." pazarlığı var, "Erzurum'a defnedeceğiz." diyorlar. Bunu yapmayın, bunu Türkiye hak etmiyor, Türkiye halkları hak etmiyor. Son olarak, kaybettirenler kaybedecek diyorum. (HDP sıralarından alkışlar)