GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: HDP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:63
Tarih:20.01.2017

METİN LÜTFİ BAYDAR (Aydın) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, cumhuriyetin çok öncesinden bu yana yaşadığı tecrübelerle çevresindeki istikrarın bozulmasının kendi istikrarını da olumsuz etkileyeceğini öğrenmiştir.

Türkiye, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarına kadar, yüz yılların kendisine kazandırdığı deneyimler sonucu akıl süzgeçlerinden geçirerek oluşturduğu dış politikasında, ortamın istikrarını bozarak bunun yeniden tesisini bir pazarlık unsuru olarak kullanmaya asla kalkışmamıştır.

Cumhuriyetin kuruluşuyla, Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün bu yukarıdaki yerleşik siyaset sözünün özünü de kapsayan "Yurtta barış, dünyada barış." ilkesi doğrultusunda, Türkiye, içinde yer aldığı geniş bölgedeki tüm ülkelerle barış, iç işlerine karışmama, karşılıklı olarak birbirlerinin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı esasına dayalı olarak ikili ve bölgesel bir iş birliği arayışı içinde olmuştur.

Türkiye, AKP hükûmetlerine kadar, bölge dengelerinde hiçbir ülkenin ya da güç merkezinin karşı ağırlığı olmaya kalkışmamış, bölge ülkelerinin ve özellikle Arapların iç anlaşmazlıklarında taraf olmamaya özen göstermiştir. Ülkeler arası anlaşmazlıklara ancak taraflarca kendisinden talep edilmesi hâlinde, o da barış ve istikrarın yeniden tesisine yardımcı olmak amacıyla ara buluculuk yapmak şeklinde müdahil olmuştur.

Türkiye, laik yapısı gereği, ulusal çıkarlarının da gerektirdiği şekilde bölge ülkeleriyle ilişkilerini, onların dinsel, mezhepsel, etnik kimliklerini ön planda tutmadan, tüm bölge ülkeleriyle ilişki kurmuş ve sürdürmüştür. Bu dış politika, komşu ülkelerin, İran-Irak savaşı sırasında İran'ın Irak'taki çıkarlarının Bağdat Büyükelçiliğimizce korunmasını, Irak'ın İran'daki çıkarlarının Tahran Büyükelçiliğimizce korunmasını isteyebilecek ölçüde Türkiye'ye güven duyulmasını sağlamıştır. Türkiye'yi, Orta Doğu ihtilafında hem Arap hem İsrail tarafıyla bire bir görüşebilen bir ülke olarak bölgede başat bir konuma getirmiştir. AKP 2002 seçimleriyle tek başına iktidara geldikten sonra bir süre bu politikayı sürdürmüş ancak 2009 yılı ortalarından itibaren dış politikayı mezhep temelli ve Müslüman Kardeşler odaklı bir bölge hâkimiyeti elde edebileceği hayalinden hareket eden, Araplar başta, komşuları ve bölgeleri yanlış okuyan, Türkiye'nin güç ve kabiliyetlerini abartan, bölge dışı aktörlerin tutum, siyaset ve tepkilerini yanlış değerlendiren maceracı bir dış siyasete dümen kırmıştır.

AKP Hükûmeti, Irak politikasını açık şekilde mezhep temelinde yürütmeye başlayarak Merkezî Irak Hükûmetiyle köprüleri atmış, Bağdat'la ilişkilerini, Irak'ta sahip oldukları güç ve itibarı tartışmalı olan eski Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık El Haşimi, eski Musul Valisi Esil Nuceyfi gibi Sünni şahsiyetlerle yürütmüş, onların sözünü Bağdat'ın tutumu olarak kabul etmiştir. Kuzey Irak Bölgesel Yönetimiyle kurduğu ilişkilerde Bağdat'ı baypas ederek, petrol alımı yaparak ve bölgesel yönetimi âdeta Irak merkezî yapısından ayrı tutarak bir çekişme yaşanmasına sebep olmuştur.

Suriye'de ise başından itibaren Suriye'nin kendine özgü yapısı ve rejimin tutamak noktaları göz ardı edilerek tamamen yanlış bir değerlendirme yapılmıştır. Esad'ın kısa zamanda gideceği düşüncesiyle bu ülkede bir Müslüman Kardeşler yönetimi kurmaya girişilmiştir. Başarılı olamayınca, giderek artan ölçüde, önce ÖSO gibi bir silahlı müdahale gücü oluşturulmuş, bununla sonuç alamayınca Esad'ı devirebilecekleri düşüncesiyle IŞİD ve El Nusra dâhil her türlü vahşi terör örgütlerine yardım ve yataklık edilmiş, sınırlarımız bu örgütlerin cirit attıkları birer elek hâline dönüşmüştür. Milyonlarca insanın Türkiye'ye göç etmesine yol açılmış, Türkiye çok sayıda yabancı teröristin geçit ve konaklama yolu ve giderek yerleşme ülkesi hâline gelmiştir. AKP Hükûmeti, Suriye'nin birlik ve bütünlüğünü bozarak kendi birlik ve bütünlüğümüzü de tehdit altına atmıştır.

AKP'nin hayalî kurgulara dayanan, maceracı ve mezhepçi dış siyaset uygulamaları, sınırlarımızın hemen ötesinde ölçüsüz şiddetin hüküm sürdüğü, katliamlarla dolu, kontrolsüz, kanlı bir vahşete ve teröre yol açmıştır. Gerçekten de, izlenen mezhep ağırlıklı bu politika sınırlarımızı kevgire döndürmüş, muhtelif resmî ve sivil kuruluşların şaibeli örgütlerle kurdukları karmaşık ilişkilerin de dillendirilmesiyle uluslararası planda Türkiye'nin âdeta terör örgütlerinin geçiş ve barınma yerine dönüştüğü yolunda güçlü bir algı oluşmuştur. Bu gelişmeler sonucunda, terör sarmalı korkulduğu gibi içe dönerek ülkemizi kalbinden vurmuş, içine düştüğümüz güvensizlik ortamının etkileri sınırlarımızı da aşarak Avrupa'yla ilişkilerimizi olumsuz etkilemiştir. Bu olgunun sosyal, siyasi önemi bir yana, ülke için büyük bir çarpan etkisi olduğu da kuşkusuzdur.

Bu hususlar büyük ölçüde Irak için de geçerli olup üstelik mevcut ortam Kerkük-Yumurtalık Boru Hattı'nın güvenliğini tehlikeye sokmuş, bu hattın istikrarlı, sürdürülebilir akım özelliğini sorgulanır hâle getirmiştir. Bu süreç sırasında çok vahim bir gelişme, AKP hükûmetinin devletler genel hukukunun temel kavramlarından habersiz ve temel anayasa hukuk bilgisinden tamamen yoksun olduğunu düşündürecek bir şekilde askerî, stratejik ve politik bilinç zaafı sonucu, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez bir vatan toprağının boşaltılıp terk edilmesi şeklinde Süleyman Şah Türbesi hezimeti yaşanmıştır. Vatan toprağını terk etmenin savaşarak işgal yoluyla toprak kaybedilmesinden farklı hukuki sonuçları olması gerekir. Bu durumun terk kararını veren yetkililere siyasi değil, cezai hukuki sorumluluk getirip getirmediği de hukukçularca incelenmesi gereken bir konudur. Temel uluslararası hukuk bilgisinden yoksun aynı kafa yapısı eski Musul Valisinin sözüne dayanarak Başika kampına girmiş, Bağdat'la ilişkileri gereksiz yere germiş, konuyu Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu kapısına kadar getirdikten sonra, Türkiye'ye itibar kaybettirecek şekilde geri adım atmak durumunda bırakmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başika için "Askerleri çekmemiz söz konusu değil." diye haykırıyordu. Ne oldu sonra? Ankara geri adım attı ve ne yazık ki tükürdüğümüzü yalamış olduk. Bölgesinde laik devlet yapısıyla bir model ülke olan Türkiye, dış dünyada, Tosun Paşa filmindeki efelenen "küçük enişte" pozisyonuna düşmüştür. (CHP sıralarından alkışlar) Irak ve Suriye politikalarının yanlışlığı, basiretsizliği ve tutarsızlığı nedeniyle gencecik evlatlarımız burada şehit oldu. Bugüne kadar Fırat Kalkanı harekâtında 49 evladımız şehit oldu. Madem Başika kampından çekilecektin, neden askerlerimiz orada şehit oldu? Bu evlatlarımızın vebalini kim ödeyecek? Madem Rusya'ya eyvallah çekecektik neden bunca böbürlenme? AKP Hükûmeti ünlü Banker Bilo filmindeki Maho karakteri gibidir. (CHP sıralarından alkışlar) Hatırlayın, insanları Avrupa'ya götüreceğim diye kamyona doldurup İstanbul'da köprü ayağına bırakmıştı Maho. AKP de 2002'de Avrupa'ya götüreceğim diye yola çıkardığı insanları Orta Doğu'nun göbeğine bırakmıştır. (CHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Şimdi, kalkmış bu kadar yanlış yapan birisine Anayasa değişikliği yaptırarak devletin bütün erklerini emanet etmememizi istiyorsunuz. İki şeye bakın, hukuk tarihine ve siyasal tarihe. Bütün siyasi sonuçların hukuki müeyyidelerini bizatihi siyasal iktidarlar hazırlar ve siyasal iktidarlar tarafından hazırlanır ve bu hukuki müeyyideler de bu siyasi müeyyideleri hazırlayanlara uygulanır.

Şimdi, güldürmeyin bizi diyorum sonuçta. Kendi sonumuza evet dediğinizi ne yazık ki zaman içinde öğreneceksiniz. Tarih AKP iktidarını başarısız ve karanlık bir dönem olarak kaydedecektir.

Hepinize saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)