GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: HDP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:84
Tarih:18.04.2017

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) - Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Aslında, konuşmam hepinizi ilgilendirecek diye düşünüyorum çünkü cezaevleriyle ilgili biliyorsunuz ve daha dün pek çok AKP'li vekil arkadaşımızın kol kola gezdiği insanlar şu anda cezaevlerinde ve Türkiye'nin tarihi böyle, iktidar ya da muhalefetin yolu her zaman cezaevlerinden geçer.

Bu referandum sırasında gerçekleşen seçim yasaları ihlalleri ve başta Yüksek Seçim Kurulu Başkanı olmak üzere bütün görevlilerin işlemiş bulundukları bütün seçim suçlarının da pekâlâ yarın onları mahkeme karşısına ve cezaevine taşıması muhtemeldir. Bütün bu nedenlerle, cezaevinde olup bitenler aslında hepimiz için son derece önemlidir.

Herkes için ilginç olabilecek bir istatistik: Türkiye cezaevlerinde 210 bin tutuklu ve hükümlü var. Bunların yüzde 80'i referandumda "hayır" oyu kullandı, yüzde 20'si "evet" dedi. Demek ki cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlüler aslında cezaevindeki gidişattan hiçbir şekilde memnun değiller. Sadece bu bile, başlı başına burada bir tartışmayı bizim için önemli kılardı.

BAŞKAN - Sayın Kürkcü, bir dakika.

Sayın milletvekilleri, lütfen uğultuyu keselim; gerçekten, insicamı bozulabilir sayın konuşmacının, istirham ediyorum.

Buyurun Sayın Kürkcü.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) - Benim insicamım bozulmuyor da ben onların insicamını bozmak istiyorum.

Hakikaten çok önemli bir şeyden söz ediyorum çünkü bu cezaevlerinden daha çok insan gelip geçecek, düzeltirseniz iyi olur arkadaşlar, hepimizin başına gelebilir.

2012'de, bundan önce, bir açlık grevi için gene konuşmuşum, çok ilginç, o gün de açlık grevlerinin 64'üncü günüymüş, bugün de Türkiye cezaevlerinde sürüp giden açlık grevlerinin 64'üncü günündeyiz ve bu açlık grevlerini sürdürenler yaşamsal tehdit sınırına çoktan yaklaştılar. Talepleri şunlar: İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevinde kalmakta olan Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması. Kürt demokrat ve muhalifler üzerinde yürütülen yaygın gözaltı tutuklama operasyonlarının, askerî ve siyasi baskının sonlandırılması. Cezaevlerinde gayriinsani ve kötü muamele teşkil eden uygulamaların sonlandırılması.

Bugüne kadar bu taleplerine ne cezaevi yönetimlerinden ne Adalet Bakanlığından yanıt aldılar.

Ben İzmir Milletvekili olarak büyük çoğunluğunun kalmakta olduğu Aliağa Şakran Cezaevi kompleksi savcılarıyla görüştüm. Cezaevlerini ilgilendiren on temel husus hakkında iyileştirmeler yapılabileceği konusunda hemfikir olduk. Ancak ne yazık ki bu ilk iki talep konusunda cezaevi idareleri ellerinden gelen bir şey olmadığını ve konunun bakanlıkla çözülmesi gerektiğini belirttiler ancak bugüne kadar bakanlığın da bu konuda herhangi bir açıklaması olmadı.

Şimdi, bu taleplerin siyasi mahiyette olmasına bakarak bunların anlamsız ya da gereksiz olduğunu kimse söyleyemez çünkü bundan önceki bütün grevlerde de bu talepler gündemdeydi ve bütün bunları Meclis Cezaevleri Komisyonu ve diğer yetkililerle görüşmeler yoluyla çözebilmiştik. Özellikle Olağanüstü Hâl Yasası'ndaki değişiklikler ve olağanüstü hâl kararnameleri dolayısıyla cezaevlerine dayatılmış bulunan yaptırımlar dolayısıyla ortaya çıkan ihlaller son derece önemli bir sorun bloku oluşturmaktadır ve bunların çözümü pekâlâ mümkündür. Aslında, bu yolda bir adım atılmış olsa siyasi taleplerin uzun vadede ve başka zeminlerde de çözülebileceği göz önüne alınarak pekâlâ bu grevler sonlandırılabilecekken cezaevi idareleri bu yönde de bugüne kadar herhangi bir adım atmadılar.

Çıplak arama, kitap ve diğer basılı malzemenin cezaevine sokulmaması, görüşlerin gardiyan nezaretinde yapılması, avukat görüşlerinin kaydedilmesi ve gene onların da gardiyan nezaretinde yapılması, doktorlar tarafından muayene, hastaneye sevk konularının savsaklanması, uygun adım yürütme mecburiyetinin dayatılması, koğuşlarda ayakta sayım istenmesi, havalandırma saatlerinin kısıtlanması, sosyal alanlara çıkışın kısıtlanması gibi pek çok hususun aslında bugünkü mevzuat içerisinde dahi çözülebileceği ortadayken bir tür disipline etme arzusu son derece açık bir biçimde gözükmektedir ve bu insanların aslında bu yoldan disipline edilemeyecekleri açık olduğu hâlde onlara bu dayatmalarda bulunulmaktadır. O nedenle, bir an önce bu cezaevleriyle ilgili bir araştırmaya girişilerek Meclisin inisiyatifi eline alması son derece yerinde olacaktır.

Ancak cezaevi savcıları ve cezaevi müdürleriyle yaptığım görüşmelerden edindiğim izlenim şudur ki onlar Cezaevleri Tüzüğüne dayanarak beslenmeyi reddeden tutuklu ve hükümlülerin isteklerine bakılmaksızın kurumda veya olanak bulunmadığı takdirde derhâl hastaneye kaldırılmak suretiyle tedavi ve beslenme gibi tedbirlere maruz bırakılacakları hükmüne güvenmek istiyorlar. Ancak şunu söylemek isterim: Türkiye'deki hiçbir cezaevi hekimi ve hiçbir hekim bu tüzüğün gereklerini yerine getiremez çünkü onların hekimliğe başlarken ettikleri Hipokrat yemini, bağlı bulundukları meslek kuruluşlarının hep birlikte kararlaştırdıkları Malta Bildirgesi, kendi rızaları ve iradeleri dışında bilinçleri açıkken bu tutuklu ve hükümlülere hiçbir tedbirin -ister tıbbi ister idari ister siyasi hiçbir tedbirin- uygulanamayacağı konusunda son derece açıktır. O nedenle, ben, Adalet Bakanlığının ve Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün ve cezaevleri yöneticilerinin bu tüzüğe sığınarak, esasen tıbbi etiğe aykırı, dolayısıyla insan haklarına aykırı bu tür işlemlere güvenerek, cezaevlerinde can kayıplarının önüne geçeceklerine güvenmemelerini dilerim. Cezaevlerinde can kayıplarını önlemenin biricik yolu, bu meselelerin çözümü konusunda somut bir adım atılmasının sağlanmasıdır.

İkincisi: Şu an sadece hükümlüler değil aileleri de onlarla dayanışma için açlık grevindedirler; Cezaevlerinden haber alamamaktadırlar, kaygı, endişe ve sürekli olarak çektikleri görüşememe sıkıntısı dolayısıyla son derece geniş bir kesimin mağduriyetinden söz ediyoruz. Bizler milletvekilleri olarak bu tutuklu ve hükümlülerle görüşerek onların gerçek düşüncelerini öğrenebilmek bakımından hiçbir imkâna sahip değiliz. Keyfî bir biçimde Adalet Bakanlığı tarafından bu tutuklu ve hükümlülerle görüşmelerimiz önlenmektedir. Milletvekilleri olarak esasen bu haklara sahip olduğumuz hâlde Meclis İçtüzüğü'nden, milletvekili statüsünden kaynaklanan bu hakların kullanılması Adalet Bakanlığı genelgeleriyle önlenmektedir. Son derece gülünç olduğunu sizin de kabul edeceğinizi düşünüyorum. Hapisteki eş başkanlarımızla biz görüşemiyoruz fakat başka partilerin milletvekillerinin görüşmesi için Adalet Bakanlığı bu izinleri kolayca veriyor. Yani, bu, bir partiyi, bir parti grubunu topluca cezalandırma, aslında elde olmayan, Hükûmetin vekiller üzerinde uygulaması imkânı ve ihtimali teorik olarak bulunmayan bu yetkiyi Adalet Bakanlığını kullanarak bizlerin hem siyasi bakımdan olan biteni anlamamızı hem de tutuklu ve hükümlülerle görüşerek onların taleplerine çözüm getirilmesi ihtimalini ortadan kaldırıyor.

Bizler, açlık grevlerine girenlerin bu kararları kendi iradeleriyle verdiklerini biliyoruz. Adalet Bakanlığında ve cezaevi idaresinde hâkim düşünce ise bunların dışarıdan siyasi komutayla gerçekleştiğidir. Aslında bunun böyle olmadığı bugün de gazetelerde ve internet medyasında yaygın yer alan KCK önderliğinin bu konuda yaptığı açıklamayla da bellidir. Fakat buna rağmen cezaevlerindeki grevler bitmemektedir. Çünkü anlaşılan o ki bütün bu manevi güçlerle bile başa çıkılamayacak kadar büyük bir ezilme, haktan yoksun bırakılma ve baskı altında tutulma duygusuna insanlar sahiptir.

Bir an önce cezaevlerindeki sorunlara çözüm bulmak için adım atmalıyız, insanlarımızı ölüme terk etmemeliyiz, cezaevlerindeki herkes diğer herkesle eşit haklara sahiptir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) - Unutmayın, en yakınlarınız cezaevindedir.

Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)