| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Ukrayna Bakanlar Kurulu Arasında Türkiye Cumhuriyetinin Demiryolu Bağlantısı Olan Limanları ile Ukrayna Limanları Arasında Uluslararası Doğrudan Yük Demiryolu Feri Hizmetinde Yük Taşımacılığına İlişkin Kurallar ve Ekleri ile Yük Vagonlarının İşletiminin Organizasyonuna İlişkin Kuralların Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 75 |
| Tarih: | 28.02.2017 |
MHP GRUBU ADINA KAMİL AYDIN (Erzurum) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi adına, uluslararası sözleşmeler çerçevesinde Ukrayna'yla olan anlaşma üzerinde konuşmak üzere söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Ama, konuya geçmeden önce, öncelikle, Türk siyasetinde gerçekten iz bırakan, Türk siyasetinin renkli bir siması olan Profesör Doktor Sayın Necmettin Erbakan'ı rahmetle anıyorum.
Yine, Hocalı için ayrı bir parantez açacağım konuşmam içerisinde, onu da unutmadık.
Ayrıca, 28 Şubattaki o melun olaylarla ilgili de gerçekten, hissiyatımız, bugüne kadar, bu saate kadar söylenenler doğrultusunda. Bizler de o günleri tekrar tekrar, ders çıkararak, inşallah ders çıkararak, protesto ederek anıyoruz.
Saygıdeğer milletvekilleri, malum, ikili anlaşmaların özü tekrar nereye götürüyor bizi? Uluslararası ilişkilere, dış politikaya götürüyor. Dış politika ya da uluslararası ilişkiler dediğimiz zaman, bunu bilim adamları üç boyutlu düşünüyorlar yani üç ana konseptte tartışabiliriz, ele alabiliriz dış siyaset oluşturulurken. Bunlardan bir tanesi "realist" dedikleri, gerçekçi bir olgudan hareket ederek oluşturulan bir dış siyaset. İkincisi, idealist bir dış siyaset. Bu da gerçekten ulvi, yüce, ilkesel birtakım değerleri her şeyin önüne koyarak oluşturulan bir dış siyaset öngörüsü. Üçüncüsü ise liberal bir dış siyaset projeksiyonudur. Bunda da nedir? Bireyin ekonomik kalkınması öncelenerek aynen iç siyasette olduğu gibi bunu dış siyasete de yansıtma düşüncesidir. Fakat, bugüne kadarki uygulamalara baktığımızda, özellikle konjonktürel olarak hâlihazırda dünyada yaşanan sıcak ve hızlı olayları da dikkate alacak olursak -en son Amerika seçimlerini de buna katarak- gerçekten realist ve idealist bir dış siyaset düşüncesinin karışımı olan bir yapının hâkim olduğunu görüyoruz. Bu da nedir? Bu da emniyeti, iç huzuru, güvenliği bir taraftan öncelemek, ikincisi refahı öncelemek, bir de sosyokültürel yapıyı olabildiğince uluslararası platforma taşıyabilmektir.
İşte, biz de gerçekten böyle eklektik bir yapıdan hareketle, Türk dış politikasında, umarım bundan sonra daha güçlü bir şekilde -içeride birlik, beraberlik şemsiyesi adı altında- ulusal çıkarları önceleme yaparak uluslararası boyuta taşıyacağımız şey, önce ülke ve millet düşüncesinden hareket ederek bunu dış siyasete aktarmak olacaktır diye düşünüyoruz. Niye bunu söylüyoruz? Çünkü, malumunuz, eğer realist bir yapıdan hareket edeceksek etrafımızda sıkıntılar vardır, sıkıntılar yumağıyla çerçevelenmişiz; güneyimiz de kuzeyimiz de, doğumuz da batımız da çok sıkıntılı süreçlerden geçmektedir. Malumunuz, Suriye olayı, Irak olayı, akabinde Türkiye'nin tekrar hem iç huzurunda hem de dış siyasetinde birtakım sıkıntılara neden olmuştur. Ukrayna'yla ilgili ikili anlaşmaları konuştuğumuza göre, en son Rusya'yla yaşanan, özellikle Kırım Özerk Bölgesi'nin yaşadığı sıkıntıları göz ardı edemeyiz. Burada romantik olmaya, burada liberal düşünmeye hiç gerek yoktur. Burada realist ve idealist bir dış politika düşüncesinden hareketle, oradaki soydaşlarımızın hak ve hukukunu sağlama noktasında birazcık duyarlılık göstermek zorundayız. Niye? Çünkü bunlar 1944'te gerçekten çok hazin bir trajedi yaşadılar. O ilkel vagonlarla ücra köşelere, soğuğa, yokluğa, kıtlığa, açlığa maruz bırakılarak yarı yarıya şehit olmuşlardır. Bir kısmı da yine Türkiye'ye göçleri sırasında aynı trajediyi yaşamışlardır. Ama, bugün, çok pişkin bir şekilde, maalesef, bağımsız bir devlet olan Ukrayna'nın iç bölgesindeki bir coğrafyaya dahi Rusya Federasyonu sahip çıkarak "Orası benim toprağımdır." diyebilme cesaretini göstermektedir. Bunu, biz, gerçekten bir şekilde dikkate alıp buna göre bir düşünce, bir dış siyaset perspektifi oluşturmak zorundayız.
Öte yandan, bakın, Türkiye Cumhuriyeti devleti sadece kendi çevresiyle ilgili değil -hani hep söylüyoruz ya, bir gönül coğrafyasından bahsediyoruz- Türkiye Cumhuriyeti devleti, aynı zamanda Müslüman bir devlettir, dolayısıyla o kutsi hadisin söylediği gibi bir vücuttur. Müslüman topluluk bir insan vücuduna benzer. İnsan vücudundaki herhangi bir uzvun meydana getirdiği bir rahatsızlık, bir ağrı, bir sızı diğer uzuvlar tarafından hissedilmelidir, emir böyledir. Dolayısıyla, bugün İsrail'de yaşananlar, Filistin'de yaşananlar, özellikle Batı Şeria'daki İsrail toprağı içerisinde 4 binin üzerinde ruhsatsız, izinsiz bir yerleşim alanı oluşturmak da yine bizi derinden rahatsız etmektedir dış siyaset açısından baktığımızda.
Diğer önemli bir şey, yine buradaki kardeşlerimizin yaşadığı bir sıkıntı da maalesef ezan için dayatılan yasaktır. Bunları da yine önceleyerek dış siyasette beklenen cevabı, beklenen tavrı koymak zorundayız.
Evet, bugün aynı zamanda Hocalı katliamının 25'inci yılını hüzünle görüyoruz. 1992'de yaşananlar daha dünkü gibi hafızalarımızda. Bu, yüzyıl önceki hüznün yeniden tezahürüdür. Bugün öyle bir "tweet" attım. Biz bu hüznü yüzyıl önce de yaşamıştık aynı coğrafyada. Bugün maalesef tarih yine birilerinin hatasından dolayı tekerrür etmek zorunda kalmıştır. Yani, malum yapı, o Hınçak ve Taşnak artıkları bugün de o coğrafyada zulmü bizim insanımıza reva görmüştür. Neler olmuştur? İşgal olmuştur, zulüm olmuştur, işkence olmuştur. Bunları da utanmadan zaten çok açık bir şekilde söylemektedirler. Hatta, YouTube'daki gösterilerinden de gördüğümüz bu işkence, bir yavrumuzun diri diri derisini soyarak dayanıklılığının ne kadar olduğunu ispatlama adına bir deneysel işkenceye dönüştürülmüştür.
Evet, Hocalı'ya buradan selam olsun ancak bir dörtlükle bir cevap vereyim onların durumuna:
"...'Gel gardaş' diyorsun gelecek yol yok,
Şehitler kabrine koyacak gül yok,
Çilesiz saat yok, kavgasız yıl yok;
Kurşunlar sizdedir, sızı bizdedir,
Sizdeki yaranın özü bizdedir..."
Buradan o soydaşlarımıza ve dindaşlarımıza acılarını paylaşma adına bu dörtlükle cevap vermek istedim.
Bugün, ayrıca, yine, efendim, sınır bölgesinde taciz olmuştur, yeniden bir saldırı olmuştur. Bu saldırı sonucu da yine 5 kardeşimizi şehit vermişiz. Buradan isimlerini okuyayım arzu ederseniz: Abdullayev Aqşin, Nezerov Şahlar, Haşımlı Tural, Gedimov Zülfü, Ceferov Zakir; kardeşlerime de Allah'tan rahmet diliyorum.
Evet, AGİT var, uluslararası anlaşmalar var, uluslararası sözleşmeler var, kurumlar var, kuruluşlar var ama maalesef, üst değer insanlık, insanın yaşama özgürlüğü değil, güç odaklı, gücün gölgesinde ele alınan bir öncelikler söz konusu. Bugün AGİT o bölgede gerçekten hakemlik pozisyonunu çok doğru bir şekilde yapmış olsaydı bugün tekrar aynı tacizleri mütemadiyen yaşamazdık diyorum. Dolayısıyla, siyasetimizi oluştururken iç siyasette olsun, dış siyasette olsun biz her zaman doğruyu söylemek zorundayız, sebep sonuç ilişkisi kurmadan söylediğimiz şeyler havada kalır.
En son, bu bayrak olayına da atfen bir şeyler söylemek istiyorum. Sayın Genel Başkanımıza atfen aynen şöyle bir suçlamada bulunulmuştur: "Her konuda bir sözü olan Sayın Bahçeli'nin belki de kendi seçmenlerine anlatacağı bir şey olabilir." Ben de bugün Sayın Genel Başkanımın geçmişte bu bağlamda söylediklerine şöyle bir baktım; Allah'a şükür, Sayın Genel Başkanımız bu bayrak kriziyle ilgili 2010'daki grup toplantısında da, 2015'teki grup toplantısında da -detayı vermiyorum, vaktim kalmadı- aynen bugünkü grup toplantısındaki söylediklerini söylemiştir. Tarih yine onu her zaman hakkı ve hakikati söyleyen bir lider olarak anacaktır diyorum, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Aydın.