GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: CHP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:73
Tarih:22.02.2017

GARO PAYLAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; turizm üzerine konuşuyoruz. Ben turizm rakamlarına baktım, ne zaman bu ibre -hani turist rakamları hep yukarı doğru gider ya- tersine dönmüş diye baktım, 2015'in ilk aylarında başlıyor. Yani Türkiye demokrasi yolundan çıkıp otoriter bir anlayışa doğru yelken açmaya başladığı andan itibaren turist rakamları tersine gidiyor. Ne zamanki çözüm iradesinden, barış iradesinden vazgeçmiş, demokrasi yolundan çıkmış ülkemiz, oteller boş kalmaya başlamış, turist gelmemeye başlamış, güvenli ülke olma anlayışından çıkmışız. O açıdan, burada arkadaşlarımız söylüyor: "Turizme şöyle teşvik verelim, böyle teşvik verelim." Turizmin bir teşvike ihtiyacı yoktu ki, güvenli ülke olmamız yetiyordu, demokratik bir ülke olmamız yetiyordu. Otelciler yatırımlarını yapıyorlardı ve oteller doluydu. Oysa bugün İstanbul'da geziyorum otelleri yüzde 10 doluluk ve geçen sene, iki yıl önce 200 dolara sattığı odaları 20 dolara satamıyorlar otelciler, iflas eşiğindeler. Neden böyle oldu? Çünkü Türkiye Büyük Millet Meclisi güvenlikçi politikalara hapsoldu. Yürütme ve güvenlik bürokrasisi yalnızca güvenlikçi politikaları dayattı ve Meclisimiz de buna bir çözüm bulamadı. Çözüm üretemeyen bütün devletler maalesef bu girdaba kapılırlar.

Oysa bakın, arkadaşlar, 28 Şubat 2015 tarihinde memleketimizde bir çözüm masası kurulmuştu, bir protokol ortaya konmuştu, herkes çok mutluydu. Bundan çok kısa bir süre sonra o güvenlikçi bürokrasi Recep Tayyip Erdoğan'ı da ikna ederek maalesef barış masasını devirdi ve o günden bugüne yalnızca güvenlikçi politikaları konuşuyoruz, Meclisimiz herhangi bir çözüm iradesini ortaya koymuyor.

Bakın, 7 Haziran seçimlerine doğru giderken partimize pek çok saldırı oldu, yüzlerce parti binamız yakıldı. Seçimden yalnızca iki gün önce Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş'ın 50 metre ötesinde bomba patlatıldı, provokasyonlar devredeydi. Buna rağmen inadına barış dedik, bu işte bir yanlışlık var dedik, gelin bakın dedik yürütmeye ama bakmadı, bunları etkin soruşturmadı. Seçimden sonra tekrar barış iradesini konuştuk ama provokatörler devredeydi, Suruç oldu, gelin soruşturalım dedik, bakmadınız; Ceylânpınar'da 2 polisimiz öldürüldü, gelin soruşturalım dedik, bakmadınız; Ankara gar katliamı oldu, gelin soruşturalım dedik Meclis olarak, bakmadınız; havalimanı saldırıları oldu, hiç ilgilenmediniz. Tek ilgilendiğiniz şey vardı arkadaşlar, neydi Meclis olarak? HDP'lilerin dokunulmazlığını kaldırmak çünkü güvenlikçi politikalılar bunu istiyordu, o dönemin darbecileri bunu istiyordu ve maalesef, sizler o darbecilerle ideolojik birlik içinde olduğunuz için -yeni dönemin ideolojisi olarak söylüyorum- darbeye yol verdiniz arkadaşlar, bütün bu meseleleri Meclis olarak soruşturmadığımız için darbeye yol verdiniz.

Peki, bu sırada Meclisimiz bunları yapıyordu da yargı ne yapıyordu? Hani yargıya pek çok suç duyurusunda bulunduk. Cizre bodrumlarında katledilen arkadaşlarımızla ilgili suç duyurusunda bulunduk; Suruç'la ilgili, Ankara gar katliamıyla ilgili suç duyurusunda bulunduk. Yargı ne yapıyordu? Yargı, HDP'lilerle ilgili fezlekeler yazıyordu. Özellikle de Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş, Sayın Figen Yüksekdağ, İdris Baluken ve pek çok arkadaşımla ilgili fezlekeler yazıyordu. Fezlekeleri buraya gönderdi, biz de dokunulmazlıklarını kaldırdık değil mi? Sizler kaldırdınız. Ne oldu? Nereye vardık? Darbeye vardık arkadaşlar. Sayın Selahattin Demirtaş o çatışma günlerinde görevini yaptı. Görevi neydi? Bir, yasama faaliyeti yapmak. Burada hep beraber yaptık yasama faaliyetini. İki, denetim faaliyetini ve eleştiri faaliyetini yapmaktı. Milletvekillerinin görevi budur, özellikle muhalefet milletvekillerinin görevi idareyi, yürütmeyi, çoğunluk partisini uyarmaktır. Çünkü uyarılmayan her güç hata yapar. Biz de görevimizi yaptık, uyarımızı yaptık. Bakın, bir darbe dinamiği devrededir, gelin bunlarla ilgili tedbir alalım dedik, dinlemediniz. Nihayetinde Meclisimiz bombalandı arkadaşlar, Meclisimiz burada bombalandı ve yüzlerce insanımızın, maalesef, sizler almadığınız tedbirlerle kanına girdiniz. Bugün kahraman edebiyatı yapıyorsunuz. Oysa bütün bunlardan siz suçlusunuz. Biz uyarı görevimizi yaptık, dinlemediniz.

Değerli arkadaşlar, Sevgili Selahattin Demirtaş dün beş ay mahkûmiyet aldı. Bu mahkûmiyet neyle ilgiliydi? Şöyle bir iddia vardı, isnat edilen suç: Türkiye Büyük Millet Meclisini ve Türkiye Cumhuriyeti'ni aşağılamaktı. Hani bunlar matbu suç şekilleridir, savcılara yazdırılır bunlar. Ama Sevgili Selahattin Demirtaş ne yapmaya çalışıyordu? Meclisi, Türkiye Cumhuriyeti devletini yürütenleri, idareyi, saray'ı uyarmaya çalışıyordu. "Bu yol, yol değildir. Bu işte bir terslik var." demeye çalışıyordu. Bu söylediklerini Meclis kürsüsünde de söyledi, bizim grup toplantı salonunda da söyledi. Bu deliller mahkemeye sunuldu ama mahkeme başkanı bunlara bakmaya tenezzül dahi etmeden mahkûmiyet cezası verdi.

Milletvekillerinin dokunulmazlığı var, kürsü dokunulmazlığı var. Niçin var bu arkadaşlar? Özellikle de muhalefet partileri için rahatça eleştirilerini yapabilsinler diye, idarelerin hatalarını, yürütmenin hatalarını özgürce söyleyebilsinler diye. "Siz yanlış yoldasınız." "Cizre, Sur operasyonlarındakilerin hepsi görevlerinden fazla yetki kullanıp suç işliyorlar, orantısız güç kullanıyorlar." dediğimiz için mi arkadaşlar? Bütün o komutanlar bugün "FETÖ" dediğiniz yapılanmadan mahkûm olmuş durumdalar, hapsedilmiş durumdalar, tutuklular. Sevgili Figen Yüksekdağ'ın -hani dün milletvekilliğini düşürdünüz ya Sayın Başkan, sizin okuduğunuz ifadeyle- iddianamesini yazan savcı bugün FETÖ'den tutuklu. Mahkûmiyetini veren heyetin tamamı FETÖ'den tutuklu. Milletvekillerimize yazılan fezlekelerin, bizim tespitlerimize göre, yüzde 90'ını "FETÖ" dedikleriniz yazdı ve onlardan mahkûmiyetlerini alınıp alınıp bugünün, yeni dönemin darbecileri -bu Meclis Başkanlığından umarım bir daha Sayın Bahçekapılı okumaz ama- oradan okutturacaklar çünkü yeni dönemin darbecileri eski dönemin darbecileri gibi aynı ideolojiye sahipler, uyanmamışlar, çözüm önerileri yok, tek bildikleri çatışmaları büyütmek ama darbeciler çatışma iklimini severler arkadaşlar; bu da hep bir güç savaşı olarak devam eder. Eğer ki siz eski dönemin darbecileriyle, yeni dönemin darbecileriyle ideolojik birlik içindeyseniz, mevcut sorunlarımıza herhangi bir çözüm öneriniz yoksa tek bileceğiniz şey, yeni dönemin darbecilerinin yazdığı fezlekelerle mahkûmiyetler çıkarmak, toplumu kamplaştırıp kutuplaştırmak ve pek çok iç karışıklığa yol açıp darbeleri yaratmaktır.

Doğu Perinçek söyledi, "'evet' de çıksa, 'hayır' da çıksa ben kazanacağım." dedi. Ya, bu sözden de mi bir şey anlamıyorsunuz? Gerçekten, arkadaşlar, bu sözden de mi bir şeye uyanmıyorsunuz? "Ben 'hayır' diyeceğim ama 'evet'ler de bana yazacak." demek istiyor. Niye? Çünkü, toplum, yine, bir karpuz gibi bölündü. Yüzde 50, yüzde 40, ne derseniz deyin, sonucun yakın olacağı belli, 45-55 arası "evet"lerin, "hayır"ların çıkacağı belli. "Hayır" çıkacağını biliyorum ama "hayır" da çıksa "evet" de çıksa hep beraber kaybediyoruz çünkü kazanan darbeciler olacak, demokrasimiz olmayacak maalesef. Bizim bu yoldan ivedilikle dönmemiz lazım arkadaşlar.

Bakın, Nusaybin'in Herabe Bava köyünde 1990'lı yılları aratmayan uygulamalar var. Köyün yolu kapatıldı askerler tarafından, milletvekillerimiz girmeye çalışıyorlar, sokulmuyorlar. Köyde işkence ihbarları vardı, günlerdir İçişleri Bakanına çağrı yapıyoruz "Gelin, müdahale edin." diye, bir telefon açmaya bile tenezzül etmiyor İçişleri Bakanı. Bugün gördük, işkence görüntüleri devrede. 60 yaşındaki, 65 yaşındaki dedelerimize, ninelerimize işkence yapmışlar oradaki güvenlik görevlileri. Bununla ilgili, bir bakan gelip buraya bilgi vermiyor. O güvenlikçilerin elinize verdiği bilgileri yalnızca bize veriyorsunuz. Var mısınız oraya gidip o işkenceleri incelemeye arkadaşlar? Yoksunuz değil mi? Ama, bu kafada gittiğiniz sürece maalesef daha çok darbeler, darbe girişimleri, provokasyonlar yaşarız. Gelin, bu yoldan dönelim arkadaşlar. (HDP sıralarından alkışlar)