| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Norveç Krallığı Hükümeti Arasında Enerji Alanında İşbirliğine İlişkin Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 71 |
| Tarih: | 16.02.2017 |
MHP GRUBU ADINA KAMİL AYDIN (Erzurum) - Sayın Başkan, çok kıymetli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bu ikili anlaşma üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunmaktayım, yüce Meclisi, Gazi Meclisi tekrar saygıyla, hürmetle selamlıyorum.
Saygıdeğer milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz uluslararası anlaşmaların sağlanmasına zemin hazırlayan en önemli siyasi çıkış noktası dış politikalardır. Nedir dış politika? Kısaca ifade etmek gerekirse, bir devletin "ulusal çıkar" şeklinde tanımlanan hedef ve ideallerini korumak ve geliştirmek maksadıyla kendi dışındaki dünyaya yani uluslararası sisteme dönük olan sahip olduğu politikanın adıdır. Diğer bir ifadeyle, bir ülkede yaşayan toplumun ve devletin, kendisi dışındaki toplumlara ve devletlere yönelik planlı-plansız, doğrudan-dolaylı hedefleri, bakışı, tavrı, davranışları ve ilişkilerinin tamamı yani politikasıdır. Dolayısıyla, milletlerin veya devletlerin dış politikalarını belirlerken hem dışarıdaki gelişmelere hem de içerideki gelişmelere dikkat etmeleri gerekmektedir.
Sayın milletvekilleri, yukarıdaki tanımda kısaca, kısmen ifade ettiğim gibi, dış politikanın belirlenmesinde iki önemli husus vardır; bunlardan ilki dış politikanın temel kriteri olan ulusal çıkarın belirlenmesi hususu, ikincisi ise politikanın nasıl ve hangi yöntemlerle oluşturulacağıdır. Genel kabul gören içerik tanımlamasına bakıldığında, siyasi güvenlik yani egemenliği korumak, hayatta kalmak ve dış saldırılardan ve tehditlerden uzak olmak, ekonomik yani ulusal refah seviyesini artırmak ve nihayet sosyokültürel değerleri korumak şeklinde üç boyutlu bir ulusal çıkar tanımı öne çıkmaktadır. Sorunlar yumağının her daim etkin olduğu medeniyetler kavşağının ortasında bulunan Türkiye'nin uluslararası sorumluluğu çok ağırdır. Bir taraftan bu üç boyutlu ulusal çıkarlar dengesine bağlı kalmak, öte yandan Kafkaslar ve Orta Asya, Orta Doğu ve Balkanlar, AB eksenli Avrupa ve NATO bağlamlı ABD'yle hassas dengeleri sağlamak çok dikkatli olmayı gerektirir bölgemizde.
Bunu, malum, Türkiye'nin siyasi konjonktürünü birkaç somut örnekle açıklayarak daha anlaşılır kılmak mümkündür. Hepinizin malumu, bir taraftan, maalesef, bu dış politika hedeflerimizden, biraz önce içerik noktasında belirttiğim hususlardan uzaklaştığımız anlarda meydana gelen boşluk, dışarıda ateş bulan ve içeriye de yansıyan bir terör sarmalına neden olmuştur. Bu, Irak'la başlayan, komşumuzdaki terör sarmalı daha sonra Suriye'ye de sıçrayarak bir taraftan da bizim içerideki huzurumuzun da kaçmasına vesileler sağlamıştır.
Öte yandan, çoğu NATO müttefikimiz olan Avrupa Birliği üyesi ülkelerin son zamanlardaki tavırları da bunu çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Nedir bu? En somut örneğiyle, mülteci krizi, yaşadıklarımız ve özellikle verilen sözlerin, yani vize muafiyeti sözünün rafa kaldırılmasıyla çok açık bir şekilde görülmüştür. Biz bu tavrı daha önce de yapay, suni, mesnetsiz, sözde soykırım iddialarındaki tavırlarında da görmüştük. Öte yandan, ABD'nin özellikle 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrası daha da belirginleşen, Türkiye'yi bölgede yalnızlaştırma politikası da çok nettir. Diğer taraftan, İsrail'in son günlerde Batı Şeria'da, Filistin topraklarında 4 binin üzerinde izinsiz bir konut yapma teklifini meclisine getirip 52 redde karşı 60 oyla kabul etmesi de yine bizim dış politikada önümüzde olan sorunlardan bir tanesidir.
Fakat bunların hepsi bir tarafa, son günlerde yine sıcaklığını koruyan diğer bir uluslararası sıkıntıyla baş başayız. Yine, içerik olarak bu ulusal çıkarlar ekseninden uzaklaşılarak meydana gelen olaylara binaen Rusya'yla yaşanan birtakım sorunlar ve sıkıntılar ifade edilmektedir. Bunun en son örneği, Ukrayna içerisindeki Kırım Özerk Bölgesi konusundaki Rusya'nın taraflı, tarafgir tutumudur. Nedir? Talep edilmesine rağmen buraların terk edilmesi... Gerçekten, bu özerk bölgeye müdahale edilmemesi noktasındaki talepleri reddederek, kendileri "Orası bizim toprağımızdır, vazgeçemeyiz." şeklinde ifade etmiştir.
Saygıdeğer milletvekilleri, Kırım, malumunuz, 18 Mayıs 1944'te, özellikle Stalin döneminde İkinci Dünya Harbi'nde Almanlara yardım ettiği bahanesinden yola çıkarak Sovyetlerin büyük bir zulmüne uğrayan bir coğrafyadır, bir coğrafyanın adıdır. Oradaki soydaşlarımız, Kırım Türkleri... Özellikle bunu vurgulamak istiyorum çünkü "Tatarsınız." diye rahmetli hocamız Halil İnalcık'a sorduklarında, bir kitap için röportaj yaptıklarında "Hocam, siz de bir Tatar olarak bu konuda ne diyorsunuz?" dediklerinde o "Hayır, Tatar değil, biz Kırım Kıpçak Türkü'yüz." demişti. O düzeltmeden hareketle şunu vurgulamakta yarar var: O kardeşlerimiz, o soydaşlarımız 1944'te ilkel şartlarda tren vagonlarına bindirilip soğuk bölgelere, Rusya'nın çok ücra yerlerine, hatta Özbekistan'a kadar gönderilmiştir; 300 bin civarındaki kardeşimizin maalesef neredeyse 200 bini rahmetli olmuştur, bir kısmı da Türkiye'ye gelmek üzere Karadeniz'in soğuk sularında yok olmuşlardır. Bugün onlarla ilgili uluslararası her türlü platformda gerekenleri söylüyoruz ama maalesef yaptırım gücümüz etkin değil. Bu noktada gerçekten tekrar gözden geçirmeliyiz dış politikamızı.
Bu noktada yapılacak şey saygıdeğer milletvekilleri, biraz önce saydığım iki eksenli ilkelere bağlı kalmak. Bir: Ulusal çıkarlardı. Neydi bunlar da? Güvenlikti, refahtı ve sosyokültürel değerlerimizin taşınması noktasıydı. Bir de bunu nasıl yapacağımızın yöntemini belirlemekti. Bunlar aslında bugüne kadar çoğunlukla belirlendi çünkü bizim çok güçlü bir devlet geleneğimiz var. Yani ta Hun İmparatorluğu'ndan hedefini Avrupa, Batı gören Attila'dan başlayan bir süreçten başladığımızda Mustafa Kemal'e kadar bu çok net bir şekilde kendini göstermiştir. Bugün de aynı ilkeler doğrultusunda aynı hedeflere kilitlenerek bazı uluslararası sıkıntıları aşmak mümkündür. Yapılacak şey, ulusal çıkar merkezli bir kararlılık, birlik ve beraberlik hukukuna bağlı iç siyasi uygulamalar ve doğu-batı, kuzey-güney ayrımı yapmadan dış dünya ve komşularla iyi ilişkiler öncelemekten geçer.
Bunun örneklerini gerçekten tarihimizde görmekteyiz. Daha önceleri Gökalp'in, İsmail Gaspıralı'nın ortaya koyduğu ve Mustafa Kemal'in uyguladığı Doğu-Batı ilişkiler manzumesi bugün de aynı şekilde Genel Başkanımızın çift başla Selçuklu kartalıyla somutlaştırdığı duruşun adıdır yani bir ayağı Batı'da, bir ayağı Doğu'da; bir başı Batı'ya dönük, diğer başı Doğu'ya çevrili. Çift başlı kartalın ecdadımızın güç ve kudretinin simgesi olduğunun farkında olmamız gerekir. Bu, aynı zamanda bizim stratejik irademizin de ifadesidir. Dolayısıyla, sözün özü, dış politikada hareket noktamız şu olmalıdır: Batı'dan kopmayalım, Doğu'ya sırt çevirmeyelim diyoruz. İnşallah, Mustafa Kemal'in de "Muasır medeniyetler seviyesi üzerine çıkmak." olarak ifade ettiği sözün bir başka ifadesidir bu, bir başımızla Batı, bir başımızla Doğu'yu selamlamaktır diyorum.
Ben de aynı duygularla hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Aydın.