Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Norveç Krallığı Hükümeti Arasında Enerji Alanında İşbirliğine İlişkin Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 2 |
Birleşim: | 71 |
Tarih: | 16.02.2017 |
HDP GRUBU ADINA MAHMUT CELADET GAYDALI (Bitlis) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; partim ve grubum adına, görüşülmekte olan uluslararası anlaşmalar hakkında söz almış bulunmaktayım. Sizleri, kamuoyunu, tutuklu, hükümlü ve rehin alınmış bütün vatandaşlarımızı ve ailelerini saygıyla selamlarım.
Değerli milletvekilleri, uluslararası anlaşmalara karşı değiliz fakat bugünün gündemini dolduracak öncelikli işler sıralamasında ön sıralara gelecek işlerden olmadığına inanıyoruz. Sosyal eşitsizlikler, etnik çatışmalar, üretim, tüketim ve dağıtım sorunları kadar, gıda, işsizlik, iş güvenliği, trafik güvenliği, sosyal yaşam güvenliği gibi birçok yaşamsal sorunlarımız var ama gündem olamıyor. Türkiye siyaseti dünyanın genel gündemini sahiplenecek bir durumda değil. Toplumun üretimle, tüketimle ilgili sorunları var ve Türkiye siyasetinin bunların hepsini üstlenmesi lazım.
Kurumlarımız yurttaşlık ve haklar rejimine göre işletilmemektedir. İktidar yanlısı gösteriler her yerde serbest olmasına rağmen iktidar karşıtı gösterilerin nasıl bastırıldığı ve baskı altına alındığı gözler önündedir. Bu koşullarda devlet yönetmek devleti yönetenler için de büyük risktir.
Getirilen başkanlık taslağıyla oluşacak sistem, başına oturacak kişiyi ülkeyi istediği gibi şekillendirme yetkisiyle donatmaktadır. Yapılacak olan değişiklik, birinin eline yıkıcı bir balyoz verilmesi gibidir. Bu durum ileride başkan olacak kişinin ideolojik angajmanı ve ilişkili olduğu gruba, partiye göre hareket etmesini ve bütün yapıların buna göre şekillendirilmesine neden olacaktır. İleride farklı karakter ve düşünceye sahip başkanlar devleti bir yapboz tahtasına çevirebilir.
Güvensizliğin dibe vurduğu bir ortamdayız. Güven kaybolmuşsa hiçbir şey kuramazsınız, devlet olamazsınız, hukuk kuramazsınız, yargı faaliyetleri gerçekleştiremezsiniz. Bu krizi ancak ve ancak ortak hakikat alanı yaratarak çözebiliriz. Herkesin birbirine güvenebileceği ve asgari bir demokrasi programı etrafında yeni bir bir arada yaşama zemini inşa edebileceğimize inanıyoruz.
Sosyal yaşamda bir ürkeklik ve korku var. Geleneksel kavgaları terk edip, bir araya gelip Anadolucu, Türk'ü, Kürt'ü, bütün yoksulların, farklı toplulukların bir araya gelip korkulara karşı yeni bir politik dilin söyleminin geliştirilmesi gerekiyor.
Bugün darbe bahanesiyle ilan edilmiş OHAL uygulamasıyla kanun hükmünde kararnamelerle yönetilen bir Türkiye yaratıldı. Hukuk, demokrasi, insan hakları askıya alındı; özgürlük ve barış istemek potansiyel bir suçlunun talepleri hâline geldi. Barış için akademisyen olmak ya da özgür gazetecilik yapmak cezalandırıldı. Şu ana kadar 312 akademisyen ihraç edilirken 156 gazeteci de cezaevine gönderildi.
Gazeteciler, milletvekilleri, akademisyenler ve sıradan vatandaşların da dâhil olduğu toplumun geniş bir kesimine yönelik artan yargı tacizi ve Hükûmetin çoğulculuğu azaltan ve otosansürü artıran eylemleri sebebiyle Türkiye'de demokratik tartışma alanı endişe verici bir biçimde daraltılmıştır. İktidar yanlısı bir siyasi söylem geliştirmeyen her parti kriminalize edilerek, tamamen hukuksuz isnatlarla örgüt üyelikleriyle suçlanıyor. Hükûmet için kendisinden olmayan herkes bir şekilde ya bir terör örgütünün üyesi ya da bunlara hizmet eden bir zanlı. Size soruyorum, bu mantıkla Türkiye daha nereye kadar yol alabilir? Bu mantıkla onlarca belediye başkanımız tutuklandı, eş genel başkanlarımız ve milletvekili arkadaşlarımız, önce cezaevindeki odaları hazırlanıp sonra hâkim karşısına çıkarıldı; halkın iradesi mahkûm edildi, cezaevleri toplumsal iradenin meclisleri hâline geldi. Bu ortamda yargıya güven tabii ki dibe vurur. Bırakın toplumun yargıya güvensizliğini, artık yargı mensupları bile kendi içinde birbirine güvenemez hâldeler.
Değerli milletvekilleri, bir siyasi partinin en meşru, en doğal görevlerinden biri de siyasi düşüncelerini halka aktarmaktır. Fakat sokağa "hayır" diye çıkan herkes kolluk kuvvetlerinin engellemesiyle, gazla, copla, ters kelepçeyle karşılaşıyor. Tamamen bir korku imparatorluğu yaratılmaya çalışılıyor. Birey, iktidar karşısında tamamen savunmasız bir durumda. Bireyi koruması gereken hukuk sistemi ise tamamen askıya alınmıştır. Cumhurbaşkanı OHAL ilanında güvence olarak "Vatandaşın normal hayatı etkilenmeyecek." demişti. Sokağa çıkıp bir bakın, "normal" olarak adlandırılacak bir ortam var mı?
İki gün önce, vekili olduğum Bitlis'te 11 DBP'li siyasetçi gözaltına alındı. "Hayır" diyenler, özellikle Kürt illerinde yaşayanlar bu baskıyı her gün ve her saniye hissetmektedir. "Hayır" diyen kimseye tahammülü olmayan bir yapı var şu anda. Eğer iktidar olarak adaletten bahsedecekseniz "evet" diyenlerin hakkını savunduğunuz kadar "hayır" diyenlerin de hakkını savunmanız gerekmektedir. "Hayır" diyenler işlerinden olurken, "hayır" diyenler gözaltına alınırken, "hayır" diyenler tutuklanırken, "hayır" diyenler kriminalize ederken adaletten söz etmeniz mümkün değildir.
Değerli milletvekilleri, Başbakan Yardımcısı şenlik içinde kampanya yapacağından bahsediyor. Bir söz vardır: "Düğün evinde çok oynayandan, cenaze evinde çok ağlayandan korkmak lazım." Asıl mesele şu ki: "Evet"çilerde ne heves kalmış ne heyecan çünkü anlatmaya değer bir hikâye yok.
Son olarak da, Başbakan Sayın Binali Yıldırım'ın şu ifadelerine yer vermek istiyorum: Ana muhalefet partisinin HDP'nin kayığına bindiğini söylüyor. Önce şunu bir belirtelim: Bahsettiğiniz kayık değil, filikadır. Titanik bile muhteşem bir dizayn olmasına rağmen bir aysberge çarpıp battı, kurtulanlar filikalar sayesinde kurtuldu. Bizim filikalarımızın 6 milyon gönüllü kürekçisi var ve tamamı emek ve insan gücüne dayanıyor. Hatta daha ileri giderek bizimkinin Nuh'un gemisi olduğunu da söyleyebiliriz. Sizin gemicikleriniz ise ithal yakıtla çalışıyor. Yakıtınız tükenince tezekle yolunuza devam edebilecek misiniz? Gemiciğiniz su alıyor farkında değilsiniz. Siz hâlâ tek kaptan başkanla kurtulma hesabı yapıyorsunuz. Bizim ise daha güçlü ve hızlı yol almamız için bir başkana değil, kürekçilerimizin daha ritmik ve efektif kürek çekmesi için ritim davuluna ihtiyacımız var. Bunun da teknolojik iş birliği yaptığınız Afrika kabilelerinden temini mümkün. Yalnız bir şartla; ihale şartnamesini ve ihale prosedürlerini bizim belirlememiz gerekiyor. Bizler ithal malına çok meraklı değiliz. Yalnız bizim yerli davulların sesi iyi çıkmıyor da.
Sizlerle bir hikâyeyi paylaşmak istiyorum. Askerî bir tatbikat sırasında askerî alanda askerî araçla bir şoför ve komutanı hızla yol almaktadır. Yolda trafik ve levhalar olmadığı için de şoför tam gaz gider. Birden bir uçurumun kenarına geldiklerinde sert virajı fark edemeyen şoför aracı uçurumdan aşağı uçurur. Komutan "Ne oldu evladım?" deyince "Yol bitti komutanım." der. Her ne kadar direksiyon başında olsanız da ve yanınızda gözlerinin flu gördüğünü iddia eden, bizce hiç görmeyen muavininiz olsa da halkımızın inisiyatifini kullanarak 16 Nisanda hep bir ağızdan "hayır" diyerek, arka koltuktan hamle yapıp el frenini çekerek aracı durduracağına ve böylece araçla uçurumdan uçmasına mani olacağına inanıyoruz.
Değerli milletvekilleri, dünya örnekleri iyi incelendiği zaman ekonomik anlamda da güçlü olmanın şartı parlamenter sistemdir yani halk iradesinin hesap sorabildiği bu çatının altı. Dünya ekonomisinde güçlü ülkeler parlamenter sistemlerle yönetilmektedir. Bu sistemi daha güçlü kılmaktansa tamamen ortadan kaldırmayı, Parlamentoyu sıradan bir komisyona çevirmeyi düşünüyorsunuz. Bunu kabul etmek mümkün değildir.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Gaydalı.