| Konu: | CHP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 69 |
| Tarih: | 14.02.2017 |
KAMİL AYDIN (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; söz konusu öneri üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi adına konuşmak üzere söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Efendim, öğretmenliğin ne kadar ulvi ve yüce bir meslek olduğunu gerçekten şurada ifade etmeye çalışsak, biliyorum ki her biriniz benden daha güzel bir şekilde, veciz bir şekilde ifade edersiniz. Gerçekten, öğretmenlik, o medeniyetimizin izdüşümlerinden olan veciz sözde saklı olduğu gibi, bir harfin dahi öğretildiğinde kırk yıllık kölelik gerektiren bir karşılıktır.
Şimdi, şu hazırun içerisinde "En çok mahkûm olduğumuz meslek grubu, en çok ihtiyaç duyduğumuz, olmazsa olmaz meslek grubumuz hangisi?" diye sorsam, hepimiz "eğitimciler" deriz, "öğretmenler" deriz. Aramızda birisi var mı ki bu öğretmenlerin rahleitedrisatından geçmemiş olsun?
Bakın, doktora hasta olduğumuz zaman başvururuz, avukata yargısal bir ihtiyacımız söz konusu olduğu zaman başvururuz, ama öğretmenlerden, eğitimcilerden hiçbir zaman kaçarımız olmaz, onlarla yaşam boyu iç içe olmak zorundayız. Dolayısıyla, sadece yeni nesillerin değil bütün nesillerin mimarıdır öğretmenlerimiz.
Saygıdeğer milletvekilleri, bakın, senede bir gün, o şarkı sözünde olduğu gibi "senede bir gün" hatırlamaya çalıştığımız öğretmenlerin hâlihazırda sorunları çok. Çalışanların sorunları da var. Bunları çok kısa, bir iki kalemle ifade etmek gerekirse, öğretmenlerden emekliliği düşünmeyen arkadaşlarımız var. Niye? Çünkü maaşlarında büyük düşüşler olacak, ek gösterge sıkıntısı yaşıyorlar, cesaret edemiyorlar, iki iş yapıyorlar, üç iş yapıyorlar. İnanın, ders ücretleri sabit, yerinde sayıyor; limonun fiyatı yıllık bazda değişiyor ama öğretmenin ek ders ücreti hiç değişmiyor. Yani devede kulakvari. Şimdi, üstüne üstlük, fiziki şartları da iyi değil. İnanın, bir taraftan FATİH Projesi diye bir proje, sofistike bir teknoloji gerektiren bir projeden bahsederken, öte yandan, o GSM operatörünün reklamında yaşadığımız o fıkramsı olay gibi değil mi, sobayı yakmaya çalışan öğretmenlerimiz var ideal ortamı oluşturmak için eğitim anlamında. Bir taraftan, şimdi, yine, bir taciz, bir saldırı olayı gelişti. Öğretmenler can güvenliğinden de mahrumlar.
Böylesine bir öğretmenler sıkıntıları sarmalı içerisinde bir eğitim sürdürmeye çalışıyoruz ama inanın, eğitim camiasıyla ilgili bundan daha hummalı, daha travmatik bir sıkıntımız var değerli milletvekilleri. Bu da ne, biliyor musunuz? Artık, öğretmen olma ümidini, umudunu, hayalini kuran aday sayımız yüz binlerle ifade ediliyor. Artık, binler, on binler değil, yüz binlerle ifade ediliyor.
Efendim, buna verilen en güzel cevap -mütemadiyen sayın bakan ya da yetkili arkadaşlar bir iki defa söylediler- hakikaten, hani "Özrü kabahatinden büyük." hasebinden dikkate alınacak bir söz. Bakın: "Cumhuriyet tarihinde en fazla öğretmen bizim dönemimizde atandı." Doğru, heyhat doğru. Çok öğretmen atadınız ama bu sorun sarmalının müsebbibi de sizlersiniz. İktidar partisini kastediyorum. Bir eğitimci olarak söylüyorum. Niye?
Bakın, niye, neden oldu, biliyor musunuz? Bu çocukları umutlandıran, ümitlendiren, bu çocukları Millî Eğitim Bakanlığının önüne yığan sizin politikalarınızdı. Bunlar neydi? "Her ile bir üniversite." Kulağa çok hoş gelen, siyasi rantı yüksek bir ifade ama ülkeye kriz yaratan bir şey aynı zamanda altını dolduramazsanız şayet. Elbette ki açılabilir, açılmalıdır ama bunu çok iyi bir saha çalışması yaparak, altyapısını sebep-sonuç ilişkisiyle besleyerek açabilirdik.
Açtık; peki biz o illerin sosyoekonomik yapısını, ticari kalkınmışlık modellerini geliştirdik mi; coğrafi şartlarına baktık mı; ekonomik şartlarına baktık mı? Hangi kalkınma modeliyle kalkınabilecek bu il ve bu ilde hangi ara eleman ya da yetişmiş elemana ihtiyaç var, onun üniversitesini kuralım demedik. Bakın, tornadan çıkmış gibi... Hepimiz bir ilden geldik. Bazı illerde iki üç üniversite açıldı kamu olarak. Ne yaptık biliyor musunuz? Standart; bir üniversite açıyoruz, fakülteler klişe, turnusol kâğıdı konulmuş gibi çıkıyor. Efendim, fen-edebiyat, mühendislik, işletme, ilahiyat; fen-edebiyat, mühendislik, işletme, ilahiyat, standart. Şimdi, son zamanda buna, çoğaltarak itibarsızlaştırdığımız mesleklere bir de tıp fakültesi ve hukuk fakültelerini ilave ettik. Yazık değil mi bu çocukların hayallerine? O zaman ne yapmalıydık? Bugünleri yaşamamak için, gerçekten o üniversiteyi açmayı planladığımız ilin altyapısına bakıp orada hangi ticari kalkınma modelleri uygulanacaksa ona yönelik bölümlerin açılmasını sağlayacaktık. Bunu bazı özel üniversiteler yapıyor ama maalesef kamuda bunu göremedik. Bu da yetmezmiş gibi, eğitim fakültelerindeki sayıyı artırdık, diğer bölümlere de para mukabilinde, yüksek ücretlerle pedagojik formasyon verdik, herkese verdik. Çocuklarımız da umutlandı, dedi ki: "Ben bu pedagojik formasyonu alarak öğretmen olacağım." Ama olamadı. O hayaliyle şimdi bekliyor ki kadro açılsın.
Evet, bugün itibarıyla 20 bin kadro alınacağı söyleniyor. Güzel bir şey; bakın, evet, mutlu olduk, sevindik o çocuklarımız adına ama yeterli mi? Yetmez. Ne olur bunu 50 bin, 60 bin yapabilseydik, bir taraftan da bu üniversitelerdeki ıslah çalışmalarımızı yapabilseydik, herkesi öğretmen yapma hevesimizden vazgeçseydik. Bu gerçekten kanayan bir yara.
Öte yandan, şimdi, 20 bin kadroyu açtık. Bunlara 70 bin kişi çağırılıp bir sınava tabi tutulacaklar. Bu çocuklar aslında sınavlarından geçtiler, merkezî bir sınav uygulandı. KPSS sınavı sonuçları belli, objektif gerçekten, genel bir sınav. Mülakatı yapalım, tamam. E, mülakat yapmanın özelliği ne? Onun öğretmenlik noktasında, gerçekten, sınıfa hâkimiyeti, diksiyonu, efendim, materyali kullanması, ikna gücü, kabiliyeti gibi yeteneklerini sözlü olarak ölçmek değil mi? E ama bir defa bu sınav yapıldı, gördük ki hiç bunlarla alakalı bir sınav formatı söz konusu değil. Öyle basit, komik sorularla muhatap oldu ki çocuklarımız, dolayısıyla işi bilen ile bilmeyen karıştı. E, bunu yapmayalım, mülakatı yapalım ama gerçekten değerlendirmeye katkısı merkezî objektif sınav kadar ağırlıklı olmasın diyoruz.
Bir de bu kadrolar ilan edilirken... Çocuklar bize mesaj atıyor, sizlere de geliyordur. İnanın, bu sıkıntılar biraz siyaset üstü sıkıntılar. Hepimizin evlatları var, hepimizin seçim bölgelerinde gerçekten mağdur çocuklarımız var, siyasi eğilimleri ne olursa olsun. Bana gelen diğer önemli bir sıkıntı: Bazı branşları ötekileştiriyoruz. Yazmış: "Hocam, ben Fransızca öğretmenliği mezunuyum.", "Ben sanat tarihi öğretmenliği mezunuyum.", "Güzel sanatlar mezunuyum.", "Felsefe grubu mezunuyum." Verilen kadro 2, 3, 5. Allah aşkına, yani bu okullarda düşünmeyi istemiyor muyuz, üretmeyi istemiyor muyuz, sosyalleşmeyi istemiyor muyuz, başka bir dilin öğrenilmesini istemiyor muyuz? Burada da yine ayrı bir sıkıntı.
Yine eğitim camiasının yüz yüze kaldığı travmatik diğer bir sorun da bu okullarımızda -maalesef, buna son zamanlarda üniversitelerimiz de karıştı- bir siyasallaşma eğilimi görüyoruz. Yani, çalışanların haklarını aramakla, özlük haklarının iyileştirilmesiyle ilgili sorumlulukları taşıyan sendikalar, özellikle malum sendika siyasi erki de arkasına alarak kendisini kraldan çok kralcı ilan edip, inanın, okullara atama yapıyor, millî eğitim müdürlüklerinde atamalar yapıyor -Sayın Bakanım yok burada- bunu yaşıyoruz. Elimde belgeleri var, mahkemeyle dönen arkadaşlarımız var, hâlâ atamasını bekliyor. Şimdi okuyacağım kayıtlara girsin diye. Bir müdürün, kırk yıllık bir okul yöneticisinin benim elime tutuşturduğu bir kâğıdı paylaşmak istiyorum: "Yaşar Tiryaki, Erzurum Yakutiye Şükrüpaşa Anadolu Lisesi Müdürü olarak görev yaparken Millî Eğitim Bakanlığı Eğitim Kurumları Yöneticileri Değerlendirme Formu'na 64,50 puan verilmek suretiyle görevine son verilmiş. Bu durumla ilgili Erzurum Bölge İdare Mahkemesine açtığı yürütmeyi durdurma davalarını kazanmış, 2015 tarihinden bugüne kadar mahkeme kararına rağmen göreve başlatılmamış."
Şimdi, Sayın Bakan bir defa dedi ki: "Elinizde mahkeme kararı olanlar varsa verin, göreve iadesini yapalım." İnanın, onlarcasından bir tanesini okudum. Artık ne olur, şu iktidar sendikasının böyle "Ali kıran baş kesen" pozlarını sonlandıralım. Bu, son zamanda üniversitelerimize de yansıdı, bu ileride gerçekten kamplaşmayı, kutuplaşmayı, iş barışını, iç huzuru...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KAMİL AYDIN (Devamla) - Sayın Başkanım, müsaade eder misiniz?
BAŞKAN - Buyurunuz, mikrofonunuzu açıyorum, tamamlayınız Sayın Aydın.
KAMİL AYDIN (Devamla) - ...bunu sekteye uğratacaktır.
Bakın, seçilen bir rektör, hak etmediği hâlde atanan bir rektör nasıl ifade ediyor kendini biliyor musunuz, bunlar çok sıkıntılı şeyler: "Beni Başkomutan FETÖ'yle mücadele için görevlendirdi." Allah aşkına, bir akademik kurumda söylenecek laf mı? Burası kolluk kuvveti kurumu mu? Burada, birilerinin adına yetkilerini yanlış kullananları uyarmakta yarar var. Artık bırakın akademik kadroyu, idari kadrodaki bir memurla dahi, bir fakülte sekreteriyle dahi uğraşmaya çalışıyoruz. Bu, gerçekten kötü bir gidişin ön, ayak sesleri.
Dolayısıyla, eğitim camiasını bir bütün olarak ele alalım çünkü gerçekten yeni kuşaklar, yeni nesiller ülkeyi kurtaracaktır, biz buna inanıyoruz.
Bir harf değil çok harf öğretenlerin haklarına riayet edelim diyorum, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Aydın.