GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: HDP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:68
Tarih:09.02.2017

AYCAN İRMEZ (Şırnak) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Türkiye birbirini tetikleyen ve karşılıklı olarak birbirini büyüten siyasi, ekonomik ve diplomatik krizler toplamının tam ortasındadır. AKP Hükûmetinin büyük bir sorumsuzluk örneği sergileyerek neden olduğu siyasi istikrarsızlık ekonomik krizi her geçen gün daha da derinleştirmektedir. Türkiye kendi kamu şirketlerini ipotek altına koyan bir ülkeye dönüşmüştür. Türkiye Kürt fobisinden bir türlü kurtulamadığı için yoksul askerlerini Suriye'de kurban veren bir ülke konumundadır. Muhalif gazeteciler, aylarca, hiçbir iddianame olmadan cezaevlerinde tutulabilmektedir. Hakikat ters yüz edilmekte, yaygın medya kanalları üzerinden algı operasyonlarıyla halkın bilgi alma hakkı bile gasbedilmektedir. Bilgi alma hakkı yok edildiği gibi, akademide de bir çöle dönüşmüş durumdadır. Kimse gerçekten nerede ne olduğunu bilemez konuma gelmiştir. Siyasi iklim demokratik bir uzlaşı ortamından koparılmış, tüm ülkede bir korku iklimi hâkim konuma gelmiştir.

Değerli arkadaşlar, kimse, nerede neler yaşandığını bilemez bir duruma gelmiştir ve bu yerlerin başında, devletin mutlak hâkim olarak birinci dereceden sorumluluğu altında olan cezaevleri gelmektedir.

Bugün, HDP milletvekilleri olarak bizler cezaevi ziyareti gerçekleştiremiyoruz, cezaevlerinde neler olup bittiğine dair kapsamlı bir inceleme yapma şansımız olmuyor. Bu ülkenin Adalet Bakanı geçtiğimiz dönem Plan ve Bütçe Komisyonunda bunu açık bir şekilde itiraf etti, "HDP milletvekillerinin cezaevlerini ziyaret etmesini doğru bulmuyoruz." dedi. Vekiller olarak böyle bir ayıbın ve korkunun muhatabı oluyoruz ama inceleme yapamıyor olmak gözümüzün kulağımızın orada olmasına engel teşkil etmiyor.

Ben şimdi oldukça sınırlı olan vaktimde, bizlere iletilen yüzlerce hak ihlali ve işkenceyi anlatacağım.

Değerli milletvekilleri, bugün Türkiye âdeta açık hava hapishanesine dönüştürülmüş durumdadır. AKP Hükûmetinin antidemokratik uygulamaları her yurttaş üzerinde açık bir şekilde hissedilir duruma gelmiştir. Cezaevlerinin durumu da farklı değildir. Cezaevlerinde o kadar ağır hak ihlalleri, keyfî uygulamalar ve işkence vakaları yaşanmaktadır ki bu uygulamalar 12 Eylül dönemini aratır hâle getirmiştir. Cezaevlerinde uzun süredir ağır insan hakkı ihlalleri ve insan onuruna aykırı uygulamalar yaşanmaktadır. Tutuklu ve hükümlülere yönelik uygulanan işkence, kötü muamele ve hak ihlalleri kimi zaman cezaevlerinde ölümlere dahi yol açabilmektedir. Tutuklu ve hükümlüler bu şekilde ikinci bir cezalandırma mekanizmasına tabi tutulmaktadırlar.

Değerli milletvekilleri, cezaevlerinden gelen haberler içinde en korkunç olanlardan bir tanesi de Van T Tipi Kapalı Cezaevinde yaşananlardır. Avukatların bizlere aktardığı bilgilere göre, Van T Tipi Cezaevine sevk edilen mahpuslar cezaevine girişleri sırasında dayatılan çıplak aramayı kabul etmeyince kendilerine yoğun işkence yapılmıştır. 1990'larda Hizbullah'ın uyguladığı vahşi bir yöntem olan domuzbağı yöntemi bir işkence biçimi olarak uygulamaya konulmuş durumdadır. Mahpusların maruz kaldıkları işkenceden sonra revire çıkma talebi dahi reddedilmiş, aksine kendilerine işkence yapılmaya devam edilmiştir.

İşkence gören mahpuslardan biri olan Ferit Hasçelek'in avukatları üzerinden bizlere aktardığı bilgilere göre, kendisine işkence yapan kişiler "Biz gardiyan değiliz. Bu cezaevi gerçek cezaevi olacak, bu yüzleri unutmayın." diyerek işkence gören mahpusları tehdit etmiştir. Cezaevi personeli olmayan bu kişilerin buralara yerleştirildiği ve kendilerine "A takımı" veya "hazır kuvvet" gibi isimler verdikleri söylenmektedir. Bu korkunç bilgilere kulaklarınızı tıkayacak ve görmezden mi geleceksiniz değerli milletvekilleri?

Değerli arkadaşlar, bu uygulamaların bir kısmı sıklıkla basına yansıdığı ve kamuoyu tepkisiyle karşılandığı hâlde cezaevi politikalarında bir değişikliğe gidilmemiş ve bu durum Türkiye'nin demokratikleşmesinin önündeki en büyük engellerden biri olarak varlığını korumaktadır. Cezaevinde kalan tüm tutuklu ve hükümlüler devletin sorumluluğu altındadır ve bu kişiler insani bir muameleye tabi tutulmalıdırlar. Anayasa'da eşitlik ilkesine vurgu yapılırken yurttaşların içeride ya da dışarıda olmasına bakılmaz, ancak bu ülkede artık adını koyalım ki cezaevlerine yönelik özgün bir cezaevi politikası ve rejimi mevcuttur. Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ilan edilen ve aylardır kesintisiz devam eden OHAL koşullarında cezaevleri âdeta bir işkencehaneye dönüştürülmüştür. Çok sayıda ulusal ve uluslararası kuruluş da yurttaşların hem gözaltı hem cezaevi sürecinde ağır hak ihlali ve işkenceye maruz bırakıldıklarını anlatan beyan ve delilleri ortaya koyarak bu durumu raporlaştırmışlardır. Cezaevlerinde rutin bir şekilde tutuklu ve hükümlülere yönelik darp, hakaret, tehdit, işkence ve kötü muamele, hukuki dayanağı olmayan sevk ve nakiller, çıplak arama, başta hasta tutsaklar olmak üzere sağlık hakkına erişiminin engellenmesi, keyfî şekilde verilen disiplin cezaları ve bu cezalara karşı savunma haklarının kısıtlanması, avukat görüşmelerine kısıtlama getirilmesi, mahkeme süreci devam eden tutuklu ve hükümlülerin yargı çevresinden uzaklaştırılarak adil yargılanma haklarının ihlal edilmesi, iletişim hakkının engellenmesi, televizyon ve radyo yayınlarının kısıtlanması, hapishanelerde askerî darbe ürünü uygulamaların dayatılması, baskın tarzında gelişen aramalar, günlük kullanılan araç gereçlere el konulması gibi uygulamalar cezaevi politikası hâlini almıştır. Bugün cezaevlerinde hiçbir hukuki dayanağı olmayan uygulamalar, cezaevlerini her zamankinden daha fazla kolektif cezalandırma mekânlarına dönüştürmüştür. OHAL en çok da cezaevlerini vurmuştur değerli arkadaşlar. Cezaevlerinde uzunca bir süredir uygulanan kolektif cezalandırma politikası OHAL ilanıyla birlikte daha da şiddetlenmiştir. Sadece cezaevindeki tutuklu ve hükümlülere değil, onlarla birlikte aynı zamanda onların yakınlarına yönelik hak ihlalleri de ayyuka çıkmıştır. Avukat görüşlerinin kısıtlanması veya tamamen engellenmesi, "Avukat görüşleri izlenebilir veya dinlenebilir, hatta kayda alınabilir." şeklinde kararname çıkartılması, aile ve aile dışından 3 kişiyle görüş hakkının yasaklanması, tutuklu ve hükümlülere yönelik telefon ve mektup yasağı üzerinden geliştirilen son derece katı iletişim yasağı, kitap sınırlamasının getirilmesi, bazı gazetelerin cezaevine girişinin engellenmesi, cezaevi idaresinin keyfî tutumları ve tahliyelere izin verilmemesi gibi tamamen keyfî uygulamalar zaten özgürlükleri ellerinden alınmış yurttaşlar üzerinde katmerleşmiş bir işkence aracı hâline gelmiştir.

Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneğinin yaptığı açıklamaya göre de Türkiye'de son on yılda 111 adet yeni ceza infaz kurumu açıldı. Yeni açılanlarla birlikte ceza infaz kurumu sayısı 372'ye, kapasiteleri ise 197.297'ye yükseldi. Türkiye'de AKP'nin iktidara geldiği 2002 yılından bugüne kadar olan tutuklu ve hükümlü sayısı 4 kat artarak bütün zamanların en yüksek seviyesine ulaşmıştır. Bunun açıklaması şudur ki değerli arkadaşlar: Önce içeri at, sonra suç yarat. Hukukun en temel ilkesi bu şekilde ayaklar altına alınmıştır. Yargının kendisinin siyasi bir cezalandırma aracına dönüştürüldüğü bir zaman diliminden geçiyoruz. Hâlen devam eden KCK davalarını hatırlayalım, o davanın iddianamesi bile yıllar sonra hazırlanabildi, ortada suç yoktu, suç sonradan uydurulmaya çalışıldı.

Türkiye'de cezaevlerinde şu an 330'a yakın ağır hasta olmak üzere bine yakın hasta tutsak mevcuttur. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, 10 Ocak 2017'de yaptığı açıklamada, hapishanelerde 2009'dan Ekim 2016'ya kadar 2.300 kişinin hayatını kaybettiğini söyledi. Çözüm süreci boyunca ortada hastane raporları olmasına rağmen, ağır hasta mahpusların bırakılmasının nedeninin cemaat ortaklığı olduğunu bugünlerde Adli Tıp Kurumuna gerçekleştirilen tutuklamalardan anlıyoruz.

Peki, şimdi, neden devam ediyor işkence? Sormak istiyorum: Bu sefer kim kandırıyor sizleri? Bakın, somut bir örneğini vermek istiyorum, Hakkâri İl Genel Meclisi Üyesi Sibel Çapraz, kötüleşen sağlık durumuna rağmen hâlâ cezaevinde tutulmakta. Bu siyasetçi, bağırsakları dışarıda yaşıyor ve mahpusların yardımıyla hayatını idame ettirmeye çalışıyor. Türkiye İnsan Hakları Vakfı ve Uluslararası Af Örgütünün basına ve kamuoyuna duyurdukları bilgilere göre, doktorların verdiği "Cezaevinde kalmaya elverişli değildir." raporlarına rağmen maalesef tedavisi geciktiriliyor ve cezaevinde tutuluyor. Yani bunu hangi vicdan kaldırır, bir kere daha sormak istiyorum bu Meclis huzurunda.

İşkence insanlık suçudur. Bugün kendisi de rehin tutulan ve hak ihlallerine maruz bırakılan Eş Genel Başkanımız Sayın Selahattin Demirtaş'ın Adalet Bakanına bir çağrısı olmuştu: "Cezaevlerinde işkence yok diyorsunuz. Ben de var diyorum. Eğer varsa istifa etmeye hazır mısınız? Yoksa ben istifa edeceğim." demişti. Böylesine açık bir çağrıya yanıt vermek yerine, eş genel başkanlarımız da dâhil olmak üzere, 12 milletvekilimizi rehin aldınız. Bu çağrımızı yineliyoruz. Buyurun birlikte gidelim ve inceleyelim.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)