GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: CHP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:61
Tarih:18.01.2017

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Evet, basın özgürlüğü bu kürsüde en çok tartışılan meselelerden biri çünkü basın özgürlüğü demokrasinin olmazsa olmaz temellerinden birini oluşturuyor. Düşünce ve ifade özgürlüğü, basın-yayın özgürlüğü yoksa dördüncü güç olarak nitelendirilen basının iktidarları denetleme hakkı ve yetkisi tümüyle ortadan kaldırılmış demektir. Peki, bizde basın özgürlüğü var mı? Eminim herkes içinden belki gülümsüyordur, "basın özgürlüğü" mü dediniz? Tabii ki yok; burada artık basın özgürlüğü, yerini basmayın özgürlüğüyle yer değiştirmiştir. Basın çalışanlarının hakları, güvenceleri, bunları şüphesiz çok uzun konuşabiliriz ama bu konuda bir milat var, 2004 yılında Pamukova'da bir hızlı tren kazası olmuştu, orada "Ulaştırma Bakanı istifa edecek mi?" şeklindeki bir soruya dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan "Sen hangi gazetedensin?" diye bir soru sormuştu ve bu, otosansür uygulamalarında âdeta bir milat olarak tarihteki yerini alıyor ve bugün de basın-yayın mensupları artık yetkililere, Cumhurbaşkanına, Başbakana ve ilgili bakanlara soru soramıyor, sordurtulmuyor.

Bu konuda yine, temel otosansür ve basın, basmama özgürlüğü 20 Temmuz 2015 yılında -7 Hazirandan sonra- Suruç katliamından sonra patlamaya ilişkin görüntülerin engellenmesi için internet yasakları başladı. O zaman internet yasakları çok güçlü bir şekilde yine maalesef, dağarcığımıza girdi. Hemen akabinde birçok gazeteci, basın-yayın mensubu mesnetsiz bir şekilde gözaltına alındı ve tutuklanmaları başladı. Can Dündar, Erdem Gül çokça tartışılsa da bugün yüzlerce basın mensubu hâlâ cezaevlerinde tutulmaya devam ediyor. Arzu Yıldız'ın durumu oldukça ilginçti, MİT tırlarıyla ilgili haber yaptığı için kendisine ayrıca annelikten men cezası bile verildi, bu kadar ileri gidildi.

28 Şubatta 668 sayılı KHK'yle birçok basın-yayın kuruluşunun kapısına kilit vuruldu, kapatıldı. İMC TV TÜRKSAT uydusundan çıkarıldı ki milyonlarca izleyicisinin olduğu herkes tarafından biliniyor. Haber alma hakkı açıkça gasbediliyor ve vatandaşın gerçekleri öğrenmesinin önünde iktidar bir zırh görevi görüyor.

Peki, bununla birlikte Sınır Tanımayan Gazetecilerin, RSF'nin raporları ne diyor? 2016 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'nde, Türkiye 180 ülke arasında 151'inci sırada ve bu sayı 15 Temmuz darbe girişiminden sonra çok daha fazla artmıştır, bunun hepimiz farkındayız.

Peki, tutuklu gazeteci sayısı niye 3 olarak yanıt verildi, bunu da Adalet Bakanına bir kez daha sormak istiyoruz. Sorduğum bir soru önergesine, tutuklu gazeteci sayısını söylemekten bile imtina edildi.

Şimdi, 143 gazeteci tutuklu, dün akşam da 3 gazeteci daha, maalesef, cezaevine gönderildi ve bu, dünyadaki tutuklu gazetecilerin yarısına tekabül ediyor değerli arkadaşlar. Bu çok ciddi bir rakamdır ve bunu çok büyük bir özenle tartışmamız gerekiyor.

Çağdaş Gazeteciler Derneğinin verilerine göre, 2016 yılında çok vahim rakamlar var. 3 medya mensubunun öldürüldüğü, 80 medya mensubunun tutuklandığı, 299'unun gözaltına alındığı, 32'sinin darbedildiği, şiddete uğradığı ve -bu rakamlar çok uzun, zaman kaybetmemek için okumayacağım- 624 basın kartının ve 32 Parlamento kartının iptal edildiği Türkiye'de hâlâ, maalesef, dünyadaki tutuklu gazetecilerin yarısı tutuklu durumda bırakılıyor.

Peki, buna sansür diyebilir miyiz? Hayır. Artık basına sansür sansür olmaktan çıkmış, basına darbe hâlini almıştır. İktidar yanlısı gazeteler, basın-yayın kuruluşları istedikleri yayınları yaparken, muhalif gazetecilik, basın-yayın mensubu olarak çalışmalar tümüyle iktidarın iki dudağı arasındaki sözlere bağlanmıştır. Basmayın özgürlüğü sınırsız bir özgürlüğe dönüşmüştür.

Bir de medya-yargı ayağı var, bu çok daha vahim. Gerçekten, bu konuda o kadar çok vahim tablolar ortaya çıkıyor ki, öyle bir durumdayız ki artık, gerçekten davaların detaylarını Anadolu Ajansından ve yandaş medyadan alabiliyoruz.

Dün, eş genel başkanlarımız hakkında açılan dava, daha avukatlara iddianame verilmeden, iddianame kabul edilmeden, aynı, dediğim medya tarafından basına servis edildi ve bu şekilde bir algı yaratılmaya çalışıldı. Bu dönemin aktörleri artık gazeteciler değil, medya memurları oldu. Medya memurları verilen talimatları olduğu gibi yerine getiriyor.

Bizim hakkımızda -Halkların Demokratik Partisi hakkında- son bir yılda sadece yalan haberlere, asılsız haberlere dönük gönderdiğimiz tekziplerin hiçbiri yayınlanmadı değerli milletvekilleri. Burada önemli olan ilkeli, doğru haber değil, gerçekten iktidarın ve sarayın medya memurlarının olur vermesiyle mümkün oldu.

Şimdi, bu köşe yazıları da ayrı bir tartışma konusu. Gerçekten köşe yazarı taklidi yapan, o kadar çok "Yazarım." diye ortada dolaşan insan var ki. Bunlar köşe yazısı filan yazmıyorlar, tabii ki taklit yapıyorlar. Bunlara da "köşe yazarı taklidi" demek herhâlde doğru bir niteleme olacak. Burada yazdıkları yazılar sebebiyle yaptığımız suç duyurularının hiçbirine, değerli milletvekilleri, yanlış duymadınız, hiçbirine soruşturma açılmadı. Hepsi takipsizlik kararıyla sonuçlandı. O kadar ağır hakaretler, ölüm tehditleri var ki bu köşe yazarı taklidi yapanların yazılarında, yargı da bunlara çanak tutuyor.

Bu durumda, her sıkışıklıkta, bir de HDP'ye yönelik operasyonlarda sosyal medya yasaklanıyor. Eş genel başkanlarımızın alındığı dönemde ve belediye başkanlarının alındığı dönemde her yerde sosyal medya engellendi. WhatsApp ve Telegram kullanılması bile yasaklandı. HDP'li vekillerin, bizim arkadaşlarımızın buraya koyduğumuz fotoğrafları bile sansürlendi ve burada, bir diğeri, HDP'nin genel merkezine gazeteciler alınmayacak kadar büyük bir basmayın özgürlüğü yapıldı. HDP'ye ambargo almış başını gidiyor. Zaten televizyonlara çağrılmıyoruz, davet edilmiyoruz. İradi olarak değil, birilerinin talimatıyla HDP'lilerin, milletvekillerinin televizyonlara çıkması yasaklanmış. Bu da yetmiyor, aradığımızda "Canlı yayınlara alamıyoruz." diyorlar ama hemen akabinde iktidar partisi milletvekilleri çıkıp orada HDP hakkında atıp tutuyor. Bir buçuk yıla yakın bir süreçtir, her akşam neredeyse, HDP'siz HDP tartışılıyor, yargılanıyor. Tek bir amaç var: Halka HDP'yi farklı göstermek; yanlış, yalan politika üzerinde halkın iradesini ve oylarını etkilemek.

Buradan şunu söylüyoruz: Eğer gerçekten düşüncelerinize güveniyorsanız, eğer doğru bir hattaysanız her zaman söylediğimiz bir şeyi bir daha söylüyoruz: Hodri meydan! İstediğiniz milletvekilimizle, içeriye kapattığınız, rehin aldığınız eş genel başkanlarımızla çıkalım, televizyonlarda 79 milyonun gözü önünde tartışalım; kim haklı, kim haksız, hepimiz görelim. Eğer kendinize güveniyorsanız bu çağrımıza yanıt verirsiniz. Anayasa Komisyonunda da söyledik. Eğer değişiklik teklifinize güveniyorsanız neden bizim çıkışımız yasak -neden sizin çıkışınız- her gün özgürce tuttuğunuz memurlar vasıtasıyla Anayasa değişiklik teklifi savunuluyor? Biz de gidip savunalım düşüncelerimizi. O zaman millet kararı gerçekten karar olsun, karar niteliğine bürünsün. Ama yok, tek taraflı bir propaganda yapacağız, istediğimizi söyleyeceğiz, karşıdaki kendisini savunamayacak bile, düşüncelerini ifade edemeyecek; buna da diyeceksiniz ki: "Vallahi, millet karar verdi." Millet, kendisine sunulan doğrultusunda karar verecekse burada büyük bir adaletsizlik var.

Sevgili Ahmet Şık'ın bu konuda -biliyorsunuz o da cezaevine gönderildi- bir sözü var, onunla bitirmek istiyorum. Kendisi der ki: "Tüm meslek yaşamım boyunca, siyasi rengi ne olursa olsun her türlü iktidar ve güç odağını gazetecilik yaparak rahatsız etmeye çalıştım. Gazetecilik faaliyetlerim nedeniyle her devrin kötüsü olmayı başardım. Bu benim onur nişanımdır. Buradan bakarsanız haklısınız. Bir örgütüm var, adı hakikat. Sırtını dayadığım bir güç var, onların adı da hakikati bilmesi gerektiğine inandığım halkın kendisidir."

Bu basına darbe, halkın haber alma hakkını ortadan kaldırmaktadır. Halkın karar verirken kıyas yapma, yorum yapma, vicdanının sesini dinleme, adil karar verme hakkını ortadan kaldırmaktadır. Bu eşitsizlik kamu vicdanını yerle bir etmiştir ve gerçekten Anayasa değişikliği döneminde eğer basına darbe bu şekilde devam edecekse hiç kimse millî iradenin şekillenmesinden söz edemez, bunu tartışamaz, birilerine yasak... Daha dün Halkevleri üyeleri "Başkanlığa hayır." dediği için gözaltına alındı, bunu reddediyoruz.

Hepinize "hayır"lı günler diliyorum gerçekten. Son iki ayın en güzel kelimesi "hayır" olacak çünkü reddetmek kazanmanın başlangıcından biridir. "Hayır"lı günler sizlerin olsun diyorum, saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Danış Beştaş.