GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:59
Tarih:15.01.2017

Buyurun lütfen.

HDP GRUBU ADINA OSMAN BAYDEMİR (Şanlıurfa) - Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; grubum adına sizlere hayırlı akşamlar diliyorum. Çünkü hayır, üzerinde yaşamış olduğumuz bu kadim coğrafyada yaşayan bütün insanların, öyle sanıyorum ki ortak dileği, ortak temennisidir. Gözlerimizi hayırlı bir güne açmak, kalplerimizi hayırlı bir birlikteliğe açmak ve akşam yastığa başımızı koyduğumuzda, gelecek günün ve günlerin bizlere şer değil, şerleri uzaklaştıran, hayır getirdiği günlerin özlemiyle bugünleri yaşıyoruz. Doğrusunu ifade etmek gerekirse, hayırsızlık hepimizden uzak olsun, en büyük temennim budur. Yaşadığımız her işin sonu hayır olsun.

Bugün üzerinde tartışmalar yürütmüş olduğumuz bu rejim tartışmasının bizlerden bütün şerleri defetmesi için "hayır" diyorum, "hayır" demeye hepinizi bir kez daha grubum adına davet ediyorum.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; öyle bir sosyal zemin içerisinde yaşıyoruz ki ve öyle bir sosyal zemin, öyle bir realite üzerinden geçiyoruz ki 79 milyon insanın mukadderatının, kaderinin tayin edildiği bir zemin içerisinden geçiyoruz. Emin olun bugün Parlamentonun alacağı karar, en az 1920'lerdeki kadar önemli, hayati bir karardır. Bugün -maruz kalmış olduğumuz risk, toplumun maruz kalmış olduğu risk- en az 1980 cunta darbesinin yürütmüş olduğu sistematik saldırıyla eşdeğer bir riskle biz karşı karşıyayız.

Anayasa'nın ve anayasaların nasıl bir metin olması gerektiğine dair çok kıymetli fikirler ifade edildi. Müsaadeniz olursa ben de bu manada, grubum adına birkaç katkı sunmak isterim. Her şeyden önce, "anayasa" dediğimiz olgu, devletin keyfîliğini, pervasızlığını, kuralsızlığını, hoyratlığını sınırlandıran en üst hukuk metnidir. Anayasa ve anayasal ilkeler, dünyayı Orta Çağ karanlığından çıkarmıştır, getirdiği ilke ve kurallar sonucu devletleri bugünkü hâle, çağdaş devletler dediğimiz hâle getirmiştir.

Anayasa ve anayasal ilkelerin en önemlilerinden bir tanesi de hiç şüphemiz yoktur ki kuvvetlerin, erklerin haddini ve hukukunu belirlemesidir yani yasama, yürütme ve yargının sınırlarını net olarak birbirinden ayırmasıdır. Erklerin ayrılığının bizatihi kendisi, anayasanın üzerinde durduğu temel direğin kendisidir. Erkler ayrılığının bulunmadığı toplumlarda, kıymetli milletvekilleri, anayasa yok hükmündedir, yok hükmündedir ve bugün önümüzdeki bu metinde erkler ayrılığı tamamen hiç edilmekte, Anayasa'nın kendisi, bir yok hükmüne dönüştürülmektedir. Hukuk fakültesinden geçenler, anayasa hukuku dersini alanların hepsi bilirler ki erkler ayrılığının olmadığı herhangi bir rejim, asla ve kata demokratik bir rejim olamaz. Bu, şahıstan, partiden, kişiden, inançtan ayrık müstesna bir realitedir.

Gelin görün ki büyük bir inatla, büyük bir ısrarla bir yanlış bir başka büyük yanlışla tekerrür ediliyor bu coğrafyada ama özü itibarıyla başka bir realite daha var. Bugün Türkiye gibi kadim bir coğrafya; Kürt'üyle, Türk'üyle, Laz'ıyla, Çerkez'iyle, Arap'ıyla, Süryani'siyle, Ermeni'siyle, Alevi'siyle, Ezidi'siyle, mütedeyyiniyle, laikiyle, inananıyla, inanmayanıyla, çok dilli, çok inançlı bir coğrafyayı barış içerisinde yaşatmanın yegâne yollarından bir tanesi, hepsini kapsayan, hepsini içeren bir toplumsal sözleşme inşa etmekle ancak mümkündür, ancak olanaklı hâle gelebilir. Ama gelin görün ki biz inkâr, isyan ve ret kısır döngüsünü seksen doksan yıl boyunca yaşadık ve bugün bu dayatmayla bir kez daha inkâr, isyan kısır döngüsüne toplum bir bütün olarak çekiliyor.

Bakın, cunta marifetiyle oluşturulan 1982 Anayasası'nın topluma kaybettirdiklerinin haddi hesabı yoktur. Bu metin, cunta anayasasını da aşan totaliter bir rejim inşa ediyor. Bırakın demokrasiyi, totaliter bir rejim inşa ediyor. Otoriter bir rejimden totaliter bir rejime kayış, bu toplumda hiç kimseye, ama aynı zamanda bu anayasaya "evet" diyenlere de emin olun ki hayır getirmeyecektir. Bu vesileyle, bu metin -müsaadenizle- bir anayasa metni değildir, olsa olsa bir zulüm vesikasıdır ve bu zulüm vesikasının Kürt'ün, Alevi'nin, muhalefetin, demokrasinin âdeta fermanı niteliğindedir. Bu ferman -çok açık ve net söylüyorum- demokrasiyi, birlikte yaşamı ortadan kaldırma riskiyle beraber, ortadan kaldırma tehlikesiyle beraber büyük bir tehlikeye daha işaret ediyor. Kin ve nefreti teşvik eden bir siyasal akıl ortamı içerisinde biz bu tartışmayı yürütüyoruz. Bu da işin bir başka açıdan riskidir, bir başka açıdan tehlikesidir.

Bakın, bundan tam otuz beş yıl önce bir cunta kliği, bir kuyuya bir taş attı ve otuz beş yıldır, neredeyse Bülend Ulusu Hükûmetinden bugüne değin bütün hükûmetler, o delinin, o cunta kliğinin kuyuya altmış olduğu taşı çıkarmanın gayreti içerisinde oldu şu veya bu şekilde, en azından söylemi içerisinde oldu. Bugün karşılaşmış olduğumuz manzara, karşılaşmış olduğumuz tablo; bir bütün olarak barış feraseti, demokrasi feraseti, birlikte yaşam feraseti bir dipsiz kuyuya atılıyor ve emin olun ki, on yıllar boyunca bu toplum "Bu hayırsızlığı, bu şerri kim kapımızın önüne getirdi?" sorgulamasını, tartışmasını yürütecek. Gelin, henüz yol yakınken bu şerden uzaklaşalım, uzak duralım.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; müsaadeniz olursa bir başka hususa daha dikkatinizi çekmek istiyorum: Cumhuriyet tarihinin kuruluşundan bugüne değin bu ülkenin, bu coğrafyanın en büyük sorunlarından bir tanesi, can alıcı sorunlarından bir tanesi, can yitirdiğimiz sorunlarından bir tanesi Kürt sorunudur ve Kürt sorunu, özü itibarıyla bir anayasa sorunudur, bir birlikte yaşam metninin, konsensüs metninin oluşturulamamış olması sorunudur.

Bugün, bir kez daha Kürtler anayasal düzlemden reddediliyor. Bütün Orta Doğu coğrafyasına baktığımızda, sayıları neredeyse 40 milyonu bulan bir halkın ve Türkiye coğrafyası içerisinde, Kürt coğrafyası içerisinde, Kürdistan coğrafyası içerisinde sayısı 20 milyonu aşkın bir halkın dili yok ediliyor, asimile ediliyor. Peki, bu sorunu aşmak için, bu siyasi sorunu aşmak için ve bu siyasi soruna bir siyasi çözüm bulmak için yapılması gereken kapsayıcılık değil de, içermek değil de nedir? Çok açık ve net söylüyorum: Her lider çıktığında ve her lider konuştuğunda bu toplumun neredeyse bütün etnik kimlikleri, inançsal kimlikleri kardeş olarak tanımladığını ifade ediyor. Peki, bu kardeşliğin bir hukuksal metin içerisinde yeri olmayacak mı? Varlığını güvence altına alma isteği, arzusu, neden bölücülük olarak kodlanıyor, neden bölücülük olarak kodlansın? Çok açık ve net söylüyorum, var olma ve varlığını sürdürme her bireyin, her canlının, her topluluğun, her etnik kimliğin, her kültürel kimliğin, her inançsal kimliğin annesinin ak sütü gibi helaldir; haram olan, zulüm olan, yapılmaması gereken, ret ve inkâr etmektir. Ret ve inkârın bizlere nelere mal olduğunu bir kez daha ifade etmeme gerek yok, bugün dahi yaşıyoruz, yarınımızın bu manada ne olacağını kestirme şansına hâlen sahip değiliz.

Gelin görün ki şu anda bize dayatılan bir realite var. Bu, açık bir dille de ifade ediliyor, "Biat et, rahat et." Bu, aynı zamanda, "biat et, rahat et" fermanıdır, dayatmasıdır, hiç şüpheniz olmasın. Kürtler, kimlikleri, dilleri, kültürleri yok edildiği, yok edilmeye devam edildiği, asimile edilmeye devam edildiği müddetçe biat etmeyeceklerdir ve biat olmadığı müddetçe de bu ülkenin kendisi rahat etmeyecektir. Dolayısıyla, gerçek manada bir kucaklaşma için, barışma için, helalleşme için bu metnin hiçbir maddesi, Kürt'e zerreimiskal kadar bir özgürlük hakkı vermemektedir tıpkı kendisinden önceki bütün anayasalar gibi, 1921 kurucu anayasa hariç.

Gelin, bir kez daha bu yanlıştan vazgeçin. Hiç şüpheniz olmasın, demokrasi için, özgürlük için, adalet için, bir arada eşitçe, onurlu bir yaşam için, onurlu bir birliktelik için ilkeler üzerinden, demokratik değerler üzerinden, insanlığı bugüne getiren o muazzam miras üzerinden hep birlikte yeni bir başlangıç yapalım, yeni bir başlangıç ve o yeni başlangıç oluşunun önünde en büyük engellerden bir tanesi de bugün, bu Parlamentoya ve bu topluma sunulan bu dayatma metnidir. Ve emin olun, biz bu filmi daha önce yaşadık, bu film daha önce 1982'de yaşandı ve şu anda bir kez daha bu filmin fragmanları bize dayatılıyor. Biz bundan dolayı bu filmin, bu fragmanlarına da "hayır" diyoruz, reddediyoruz.

Bakınız, 1982 koşullarında Türkiye toplumu önce tehdit edildi, terörle, anarşiyle, bölünmeyle tehdit edildi ve önüne bir cunta teklifi götürüldü. O cunta teklifine yüzde 92 "evet" denildi. Yüzde 92'nin o günkü koşullarda, o cunta teklifine "evet" demesi o Anayasa'yı meşrulaştırdı mı? Hayır. O Anayasa'yı bu toplumun ihtiyaçlarının giderilmesinde bir araç olarak kullanabildik mi? Hayır. İşte, bundan dolayı aynı retoriği, aynı pratiği, aynı realiteyi, aynı acıyı bu topluma yaşatacak olan bu belgeye de bir kez daha "hayır" diyoruz.

Sayın Başkan, benim sürem bir dakika beş saniye mi kaldı yoksa beş dakika ekleyecek misiniz?

BAŞKAN - Beş dakikayı eklemiştim başta zaten.

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) - Peki Sayın Başkan.

Şimdi, müsaadeniz olursa... Öyle bir zemin içerisinden geçiyoruz ki, öyle bir realite içerisinden geçiyoruz ki bugün 1980'in koşullarından farklı bir koşulda değil Türkiye. Bu toplumun muhalefetinin liderleri şu anda cezaevinde, gazeteciler cezaevinde. Olağanüstü hâl rejimi altında topluma nasıl özgür iradesiyle karar verme zemini sunuyoruz diyebilirsiniz? Bu, kendini her şeyden önce kandırmadır ve emin olun yapılan yanlış ittifaklar, angajmanlar nasıl ki bir kez daha tabuları bu ülkede güncelleştiriyorsa bu tekliften bir hayır çıkmayacaktır.

Bir kez daha, HDP Grubu adına hepinize çağrımızdır: Eşitlik için, özgürlük için, adalet için, insan onuru ve haysiyetini korumak için, Allah'ın hikmetlerinden olan çoğulculuğu korumak için bu fermana "hayır" diyoruz. Ferman padişahınsa, "hayır" deme hakkı bizlerindir. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Baydemir.