Konu: | HDP Grubu önerisi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 2 |
Birleşim: | 59 |
Tarih: | 15.01.2017 |
SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; partimizin önerisi üzerinde söz almış bulunmaktayım ve konumuz basın özgürlüğü.
Bu basın özgürlüğünün şu anki sonuçlarını size okumak istiyorum: 2016 yılında 3 medya mensubu öldürüldü, 80 basın mensubu tutuklandı, 299 basın mensubu gözaltına alındı; 32'si darbedildi, şiddete uğradı, tehdit edildi; 7 yabancı gazeteci sınır dışı edildi. 157 medya kurumu, 9 yayınevi ve şirket kapatıldı. 3 basın merkezine polis baskını yapıldı. 24 olay hakkında yayın yasağı getirildi. 20 siteye erişim engeli konuldu ve bazı sitelere birden fazla uygulandı. 624 basın kartı, 32 Parlamento kartı iptal edildi.
Biz buraya nasıl geldik, önce kısaca özetlemek istiyorum. 7 Haziran sonrası, yapılan seçim sonrası yapılan seçimleri kabul etmeyen AKP iktidarı aslında 8 Haziranda bu ülkeye bir sivil darbe uygulamaya başlamıştı ve o süreci bugüne kadar adım adım ördü. Bunu defalarca, sokağa çıkma yasaklarıyla, ablukalarla, beraberinde sivil katliamlarla, özellikle kürdistanda doğanın talan edildiği, yakılıp yıkıldığını defalarca buradan zikrettik.
Şunu önce hatırlatmak istiyorum, Sur'la ilgili bir tane anekdot hatırlatmak istiyorum: Sur'da 6 kez sokağa çıkma yasağı ilan edildi ve 6 kez sokağa çıkma yasağı ilan edildikten sonra, yasağın 94'üncü günü mahalleden bana bir telefon geldi, orada dediler ki: "Biz burada 50'den fazla kişiyiz, burada çocuk ve gebeler var, yaralılar var; bir koridor oluşturulsun ve biz bunları buradan çıkaralım." O dönemin Vali Yardımcısını, Valisi dâhil, Kamu Güvenliği Müsteşarlığına kadar her tarafı aradık, ulaşmaya çalıştık; hiçbiriyle iletişim kuramadık. En son, bir şekilde Adalet Bakanı Sayın Bozdağ'ın korumasının üzerinden Adalet Bakanına ulaştım; bu mahalleden gelen bir telefonda 50'den fazla insanın olduğu, bunların içinde çocuk ve gebelerin olduğu, yaralıların olduğu ve bir koridor oluşturulması gerektiğini izah ettim. Ondan sonra saat iki civarında Vali Yardımcısı beni aradı dedi ki: "Bana telefon geldi, tamam, oraya koridor açacağım saat 16.00 ve 17.00 saatleri arasında, o saatte çıksınlar." O saate kadar da mahalleden açılan telefonda şunu söylediler bana, dediler ki: "Bizim bulunduğumuz alan bombardıman altında, her an her şey olabilir." Ben de aynı bu bilgiyi Vali Yardımcısına söyledim, dedim ki: Bakın, bombardıman yapılan, tank atışlarının yapıldığı yer o 50'den fazla kişilerin olduğu alandır ve şu anda en azından bu bombardıman durdurulmalı ve o insanlar oradan çıkarılmalı. Bana dediği aynen şu: "Yapabileceğim hiçbir şey yok, bizim aldığımız karar saat 16.00 ve 17.00 arası olacak, onun dışında ben hiçbir şey yapamam." Ve saat 16.00'da gerçekten durduruldu, 16.40'da Vali Yardımcısı tekrar beni aradı "Sibel Hanım, siz bize şunu söylediniz: 'Bakın, orada gebe ve çocuklar var...' Aslında oradan şimdiye kadar 15 genç çıktı; bakın, siz çocuk ve gebeler diyorsunuz, siz bizi kandırıyorsunuz; hani çocuk ve gebeler?" diye bana hesap sordu. Ben de şunu söyledim: Siz hukuk devletisiniz, çocuk mu çıkar, genç mi çıkar, gebe mi çıkar o sizin sorununuz değil; çıktıktan sonra yasalar ne gerektiriyorsa o yapılır; tutuklanır mı, yargılanır mı durumuna göre, bu ülkede eğer yargı varsa zaten bunun işlemini yapacaktır.
Ne oldu, biliyor musunuz? Saat 16.40'ta konuştuktan sonra 17.00'ye kadar sadece 15 kişi çıkabildi; 13 genç erkek, 2 kadın, 1 çocuk çıktı. Ondan öncesinde de yine öyle bir girişimimiz olmuştu; 22 insan çıkmıştı, bunun 21'i çocuktu ve o çocuklar ve o gençler -özellikle ondan sonra o gençler- çırılçıplak soyuldu, resimleri sosyal medyaya atıldı ve bu, JÖH'ün, PÖH'ün hesapları üzerinden inanılmaz kirli bir propagandaya dönüştü.
Şimdi, üç gün öncesinde, yine bu bahsettiğim olay gibi, yine yapmış olduğumuz görüşmelerden çıkan çocukların 11'i SHÇEK'e verildi, yuvaya verildi, ailelerin girişimi üzerine tekrar alındı ve şimdi o çocukların videolarını, o çocukların nasıl incitildiğini, nasıl ırkçı, cinsiyetçi küfürler edildiğini umarım hepiniz izlemişsinizdir.
Şimdi, o dönemin basınının, özgür basının çok yoğun çabaları oldu ve basın nöbeti tuttular. O basın nöbeti tutanlar bugün ya gözaltına alındı ya tutuklandı ya basın kartları iptal edildi. Yine o dönemde bu olayın oluş biçimini tarafsız bir şekilde yazanlar aynı akıbete uğradı.
Burada anlatmak istediğim şuydu: Bu darbe aslında 8 Haziran darbesiyle başlamıştı, fiilî olarak sürüyordu; bugün Anayasa'yla bunu kendine bir çıkara dönüştürüp tekçi, cinsiyetçi, hiçbir farklılıkları görmeyen, hiçbir farkları gözetmeyen, tek başına, kendisinin sesi olan bir zümreye hitap eden bir Anayasa'ya, tırnak içinde bir "rejim uygulaması"na dönüştü.
Bunu biz kürdistanda uzun süre yaşıyorduk ve bunu anlattığımızda, insanlar, önce bunun sahici olup olmadığını tartışmaktan çok, hemen bir itirazla, hemen bir yargılamayla, orada yaşayan insanların hayatına saygı duymadan, o insanların taleplerini, siyasi taleplerini görmezden gelen bir yerden tepkiler gösteriyordu. Oysa kürdistanda bir Kürt sorunu var arkadaşlar ve bu, siyasi sorundur. Bu siyasi sorunun arka planı da tarihseldir ve bu tarihsel sorunun da tek çözümü, yegâne çözümü siyasi çözümdür. Bugün bu siyasi çözümün tam fırsatı olmuşken, Anayasa değişikliği bunun için bir fırsatken Anayasa'yı ne yazık ki burada AKP nicel rakamlar üzerinden, nicel çoğunluğu üzerinden kendi çıkarına, kendini yasal güvence altına almaya, geçmişte işlenmiş insanlık suçlarını bir şekilde görmezden gelmeye ve saklamaya gayret ediyor. Neden diyorum biliyor musunuz? 2016 Haziran ayında askere ve polise dokunulmazlık zırhı getirilmişti, aynen bu şekilde dokunulmazlık zırhı getirilmişti. Ve bugün, bu çocukları, oradaki çocukları videoya çeken, çırılçıplak servis eden ve bunun üzerinden, sosyal medya hesaplarından bunu paylaşan ve bunun altına, bizim hesaplarımız da dâhil olmak üzere her türlü ırkçı, cinsiyetçi küfürler eden bir güruh var ama bir gün bu güruha karşı bir işlem yapıldığını görmedik, duymadık. Neden görmüyoruz, duymuyoruz diyorum. Eğer gerçekten bu ülkede bağımsız bir yargı var idiyse şimdiye kadar bize yapılmış olan bu kadar linç saldırısına karşı oturup bir işlem yapmış olurdu.
Yine, bizim, aynı şekilde bu sürecin bir devamı olan, 12 milletvekilimizin tutuklanması, hakkımızda onlarca yıl hapis istenmesi, tamamen kürsü dokunulmazlığımıza... Yapmış olduğumuz konuşmaları suç altına alıp bunun hakkında fezleke hazırlayanlar, yine bu AKP'nin rejim değişikliğinin güvencesi altında bunları yapıyor, bunu görüyoruz. Şunu da iyi biliyoruz: Bu yasayı belki buradan çok zorlama bir şekilde, zorla rıza üreterek çıkarmaya çalışıyorsunuz, bunu da görüyoruz. İnanılmaz bir çalışma azmi var. Keşke bu çalışma azmi bu ülkenin bu akan kanını durdurmaya, ekonomik yoksulluğunu, ekonomik krizini oturup çözmeye olsaydı ama bu azim, nedense sadece kendi iktidarını güçlendirme üzerinden gelişmiş.
Bakın, sokaklar böyle demiyor. Bir gidin sokaklara, marketlere bir gidin, alışveriş merkezlerine bir gidin; ekonomik krizden insanlar ağlıyor, insanlar kendini güvende hissetmiyor, sosyal medyada attığı bir "tweet"ten dolayı kaygı yaşıyor; hiçbir şeye itiraz etmeme ve her şeye sessiz kalma, tamamen biat ve itaat üzerine oluşan bir anayasa, tekçi bir anayasanın farkında ve buna karşı da yoğun bir tepki var. AKP'nin yerinde ben olsaydım, bu ülkeyi yönetiyor olsaydım bu tepkiye, bu öfkeye bir ses verirdim, bir kulak verirdim, bu sorunlara bir kulak verirdim; bu kanın durması için ne yaparım, oturup onun çalışmasına girerdim; bu ekonomik krizi nasıl toparlarım, onun çalışmasına girerdim. Amaç, bu halkın iradesiyse bu kadar mutsuz ve her gün cenaze giden bir halkın sesine cevap vermemek, sadece kendi zümresine ve bir insana özel bir rejim değişikliği üzerinden bu kadar yoğun mesai sarf etmek hiç yakışmıyor. Bu ülke hepimizin ülkesi. Ortak vatan, eşit yurttaş ve cinsiyet eşitlikçi bir anayasaya bu ülkenin çok acil ihtiyacı var. Bunu defalarca söyledik ve söylemeye devam edeceğiz. Bununla ilgili, daha önceki arkadaşlarımız, daha önce bizim siyasi kültürden gelen arkadaşlarımız çok çalışma yaptı ve bunun üzerinden çok cümle kurdu ama hiçbir şekilde buna cevap olunmadı.
Bakın, burada kaybeden kim? Halk. Kaybeden kim? Halk kaybediyor. Ölen kimin çocuğu? Halkın çocuğu. Ekonomik kriz yaşayan kim? Halk. Buradaki insanlar bu halkın temsilcileriyse buna ses vermek, cevap olmak zorunda oldukları gibi bir sorumlulukları var. Ve bunu da söylemeden kapatmak istemiyorum: Yol yakınken, ülkenin bu kadar acil ve kanayan sorunları varken bu ağır mesai şartlarını ve koşullarını, lütfen, ülkenin gerçekliğine uygun...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın lütfen.
SİBEL YİĞİTALP (Devamla) - ...ülkenin gerçekten kanayan yaralarına uygun politikalar üretmek için harcayalım. Bunun için çok geç kalmış sayılmayız. Eğer ki bu halkın hassasiyetlerine ve duyarlılıklarına saygı duyuyor isek çoğulculuğu, cinsiyet eşitliğini ve doğayı gerçekten koruyan, kollayan, ekolojik dengeyi gözeten bir anayasaya ihtiyacımız olduğunu tekrar hatırlatır, herkese saygılar sunarım. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.