Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 2 |
Birleşim: | 56 |
Tarih: | 12.01.2017 |
HDP GRUBU ADINA CELAL DOĞAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Parlamentoyu otuz yıldan beri izlemeye çalışıyorum, içinde de bulunduğum dönemler oldu. Hiç kimseyi itham için söylemiyorum. Gaziantep'te Belediye Başkanı olduğum dönemde bir hayvanat bahçesi yaptırmıştım, 191 milyon metrekareydi, Antep'in nüfusu o zaman 1 milyon 100 bindi. Antep'te, o şehirde, bu yirmi dört saatte konuşulan "hayvan" kelimesi o kadar konuşulmadı. Yakıştıramadığım şeyler bunlar Parlamentoya, bir.
İki: "Burada köpek vardır." lafı, iktidar partisinin hangi ferdi olursa olsun mutlaka iktidar mensuplarının mani olması gereken bir davranıştı. Olay -şu oldu, bu oldu; şu yanlıştı, bu doğruydu- içinde bulunduğum bir olay değildi. Hiç kimseyi itham ve ilzam için söylemiyorum. İktidarların özellikle ve özellikle biraz daha mutedil, biraz daha kapsayıcı; bir lafının eksik olmasında mazur görecek, eksik görecek bir tarafı yoktur. Bütün siyasi tarihimize baktığımızda "idareci" dediğiniz sizsiniz, idare etmek konusunda biraz mülayim olmanızda fayda vardır. Bu, en büyük eksiklerden biri olmuştur. İleride, seçim tartışmaları oldu -erken olur, zamanında olur- inşallah ben burada olmam ki olmamayı da açıkça düşünüyorum, o seçimde Parlamentonun seviyesinin bunun üzerine çıkması dileğiyle tekrar tekrar yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Konuştuğumuz 447 sıra sayılı Kanun Teklifi'nin 8'inci maddesinde Halkların Demokratik Partisi Grubu adına söz aldım.
Sevgili Kuzu Hocamız burada. Üç dört yıldan beri bütün televizyonları gerçekten inandırmaya çalışarak "Kuvvetler ayrılığı gelecek, demokrasi güçlenecek, yasama güçlenecek..." O lafların tümü şimdi kulaklarımda çınlıyor ama ortaya konan esere baktığımda, eski tabirle ifade etmek gerekirse -"mürgiacib" denen bir deyim vardır- mürgiacib gibi bir heyulayla karşı karşıyayız. Bu nedir? Acayip ve harika bir kuştur aslında. Bizim galiba yoğurttan başka tescil ettirdiğimiz bir icadımız yoktur, bu da icat ettiğimiz bir demokrasi modeli olarak tarihe girecektir, belki bunun da beratı bizde olur diye düşünüyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
Şimdi, bu Anayasa'mızda... "Dışı kalaylı, içi vayvaylı" diye bir tabir var, "Dışı kalaylı, içi alaylı" dedikleri bir tabir var. Anayasa'nın dış kısmına bakıyorum, toplumu cezbedecek olan birkaç tane elma şekeri var. Bunlardan biri 18 yaş meselesi, doğrudur. İki: "Milletvekili tekrar seçilebilir." diyor. Başka yasalarda, Anayasa'da milletvekilinin seçilemeyeceğine dair bir hüküm mü vardı? O da önemli değil. Siz "Milletvekilleri tekrar seçilebilir." derken hangi güce dayanarak, hangi garantiyi istiyorsunuz bu yasada? Beni bağışlasın genel başkanlar burada. 1980 12 Eylülden sonra Türkiye'de parlamenter demokratik rejimin iflasında... Belki de toplumda biraz daha zorlukla çalışan, zorluklarla kabul edilen bir sistem gibi görülen, en sonunda tuz biberini de on dört yıllık iktidarın eklemiş olduğu parlamenter demokratik sistemde partileri kendi mülkiyetinde malları gibi saydıkları, milletvekilleri de onların memurları gibi tayin edildiği için parlamenter demokratik rejim bu hâle gelmiştir. Düzeltilemez miydi? Düzeltilebilir, ayrı bir konu. Siz başka bir şeyi tercih ettiniz. Bu dediğim mürgiacib sistemini topluma getirdik.
Şimdi, buradan şuna gelmek istiyorum: Türkiye'de anayasalar yapıldı, bu anayasaları yapanların çoğunu da tanıyoruz; ikisi askerî rejimin, militarist rejimin sahipleriydi. Şimdiki Cumhurbaşkanımız halkın seçtiği bir Cumhurbaşkanı. 367 garabetini kınıyorum, doğru bulmuyorum. Buraya gelmiş olması, halkın seçmesi beni fazla da endişe eden, üzen bir olay da değil, tartışılabilir; Parlamento da seçebilirdi. Ama her şeye rağmen, halkın seçmediği militarist iki Cumhurbaşkanın kendilerini özellikle demir zırhlarla bürüyecek maddelere ihtiyacı olduğu kesindi. Yani 1961 Anayasası'nı yapan Cemal Gürsel -orada kalabilmesi için- hem kadim Cumhurbaşkanı olarak kalacaktı hem tabii senatör olarak kalacaktı; yanında bütün Millî Birlik Komitesi üyeleri tabii senatör olacaklardı. Bu, aynı zamanda Cumhurbaşkanın da yedek kulübesiydi o zaman ki dönemde. Sonra Kenan Evren geldi; gerçekten parlamenter demokratik rejimin bütün kurumlarını altüst ederek kaydıhayat şartını bırak, haklarında asla soruşturma yapılamayacak bir anlayışın temsilcisi olarak kendilerini bu Anayasa'ya dercettiler. Yapılan oylamada da halkın Anayasa'ya verdiği oyla da kendilerini Cumhurbaşkanı seçtirdiler. Müeyyidelere ihtiyaç duyuldu.
Günlerdir tartışıyoruz, on dört on beş yıldan beri Sayın Tayyip Erdoğan'ı hep birlikte izliyoruz; halk içindeki gücünü hepimiz biliyoruz, bu tartışmasız bir konu. Şimdi, merak ediyorum: Sayın Cumhurbaşkanlarının biliyorsunuz, sorumluluğu yoktu, vatana ihanet dışında yargılanmaları düşünülemezdi çünkü Cumhurbaşkanı dediğiniz 1920'lerde sütten çıkmış ak kaşıktır, idoldür, insanüstü bir değerdir, asla ve kata haklarında bir soruşturma açmayı gerektirecek profilde insanlar değildir. Şimdi, yürütmenin başı olduğu, soruşturmayı getirdiğiniz fiilî imkânsızlıklarla teçhiz edilmiş bir maddeyi de burada, hesap sorulur noktasında topluma sunulan bir elma şekeri gibi kabul etmekten başka bir şey yoktur.
Bir başka konu değerli arkadaşlarım: Anayasa'ya uyup uymama meselesi. Bütün bu çabalarımız niye? Yeni bir anayasa yapma konusunda gayret sarf etmek istiyoruz, belki ülke çok daha hızlı idare edilir, güzel idare edilir. Anayasalara uymak da bir vecibe olması gerekir.
Şimdi, size sormak istiyorum: Türkiye'de çok kısa sürede iki başbakan değişti; biri Ahmet Davutoğlu Beyefendi'ydi, biri de Sayın Binali Yıldırım. Ben Sayın Cumhurbaşkanımızın Kabinesiyle, bakanlarla ilişkisinin ne olduğunu bilmem ama -çok kısa sürede- şunu size söyleyebilirim: Ahmet Davutoğlu'nun istifa ettiğini ve bir gensoruyla düşürüldüğünü gören oldu mu? Hayır. Bir irade dedi ki: "Sen gel, sen git."
Şimdi, hangi yasayı yaparsak yapalım uymayacaksak, demokrasiyi içselleştiremeyeceksek, demokrasiyi içimize sindirerek davranmayacaksak biz burada getirdiğimiz anayasanın uygulanacağına dair bir teminat olduğunu nasıl söyleyebiliriz? Mevcuda uymadık, fiilî durumu yasalaştırmak istiyoruz ama ötekine de hiç uymadık. Gelecek konusunda bizim birtakım endişelerimizin olması normaldir, bu konuda da biraz itinalı olmak gerekir.
Bir başka şey: Aslında, cumhurbaşkanlarımızın parti başkanı olması çok yadırgadığım bir olay değil. 1950-1960 arasında, biliyorsunuz, rahmetli Celal Bayar da partili Cumhurbaşkanıydı ama Sayın Cumhurbaşkanımızın partiyle, özellikle, ilgisinin deracatını biliyoruz.
Buradan özellikle Adalet ve Kalkınma Partili milletvekili arkadaşlarıma bir hatırlatma yapmak istiyorum. Dedim ya ben burada olmayacağım, inşallah gelecek seçimde siz yine burada olursunuz, burada olmanızı da dilerim ama bu konuda bir tereddüdüm var: Sayın Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan'ın bir açıklaması oldu, dedi ki: "Beni, FETÖ soruşturmasında -milletvekillerini kastederek söylemedi belki- milletimle baş başa yalnız bıraktı arkadaşlarım." Şimdi, siz, Anayasa konulmuş ve Cumhurbaşkanının partiye müdahalesinde de söz sahibi olacağı bir maddeyle yapılacak milletvekili atamalarının -futbol tabiriyle söylüyorum, "nokta transfer" diye bir tabir vardır- ister daraltılmış bölgeyi getirin ister dar bölgeyi getirin ister bu sistem kalsın, nokta atışların tümünde Sayın Cumhurbaşkanının müdahil olacağına ve yüzde yüz etkili olacağına inandığım için söylüyorum, FETÖ karşısında yeterli sınavı vermemiş bir grup konusunda doğacak hezeyanı ve hezimeti de düşünmek istemiyorum. O nedenle, sevginizin azalacağı anlamında söylemiyorum, inşallah ben yanılırım; inşallah temayüz etmiş; tebarüz etmiş deneyimli milletvekilleri devam eder çünkü Parlamentonun budanmasının zaman zaman bu Parlamentodaki işlevlerin de işlevselliğin de azalttığına şahit olan bir insanım. Bürokrasideki zayıflığınızı biliyorum, liyakat eksikliğinin olduğu kadrolarla çalıştınız; parti kadrolarının çok budanması da buradaki liyakatli milletvekilinin gelmesine engel olacak bir anlayış olursa ona da üzüleceğimi söylemek isterim.
Bir başka şey, değerli arkadaşlarım: Bütün bunların hepsini nerede yapacağız? Bu çalışmaları bir seçim ortamında yapacağız, daha doğrusu referandum ortamında yapacağız. 1961 Anayasası'nda Adalet Partisinin dayandığı Demokrat Partinin 3 bakanı asılmış Başbakanı dâhil, 50'ye yakın müebbet hapis almış insan var, diğer kadroların tümü hapishanede; referanduma gidiliyor, Anayasa oylaması yapılacak, vatandaşın çalışması gerekir; bir tek demeç veriyor Adalet Partisinin o zaman yönetim kurulu, muğlak görülüyor, Millî Birlik Komitesi üyesi Muzaffer Yurdakuler diyor ki: "Zararlı faaliyette bulunan bütün partiler kapatılacaktır." Adamlar sabahleyin "Biz de destekleyeceğiz." diyorlar, "Biz de 'Evet.' diyeceğiz." diyorlar, 4 parti birden "Evet." demek zorunda kalıyor. Yine, bizim gibi bir milletvekiline -inşallah bizim başımıza gelmez ama ortamın pek ondan farklı olduğunu düşünmüyorum- diyorlar ki: "Sayın milletvekilim, biz bu Anayasa'ya 'Evet.' mi diyeceğiz, 'Hayır.' mı diyeceğiz?" Mebusun cevabı şu: "Gözlerimin içine bakınız, ne dediğimi anlarsınız." Gözlerimizle işaretleşecek referandum kampanyasına bizi mecbur ederseniz ki ortam maalesef bundan farklı görünmüyor; özellikle TOMA'ların su sıktığı Meclis etrafındaki havanın dışında, sayısız gazetecinin ve sayısız aydının içeride olduğu bir ülkede kampanyanın bundan pek farklı yürüyeceği kanaatinde değilim.
Hele, bizim partimizin başına gelenleri hep birlikte yaşıyoruz. Sayısız arkadaşımız içeride; binin üzerinde gençlik kollarından, kadın kollarında yöneticimiz hapis, 2 eş genel başkanımız 10 milletvekilimizle birlikte hapis, belediye başkanlarımızın tümü içeride, belediye meclislerimiz feshedilmiş. Şimdi, biz, kampanya yapacağız ve diyeceğiz ki "Ey Türkiye halkı! Bu Anayasa antidemokratiktir." Dört aydan beri Gaziantep'te, olağanüstü hâlin olduğu bir ortamda, bir tek basın toplantısı yapamadık, hiçbir arkadaşımız partinin 1 metre dışında bir basın toplantısı yapmadı.
Şimdi, buradan Sayın Cumhurbaşkanına seslemek istiyorum: Değerli Cumhurbaşkanım, siz Kasımpaşalısınız, doğru; siz Karedenizlisiniz. Kasımpaşa mertliğin, daha doğrusu, kabadayılığın yeridir; Karadeniz sert, daha doğrusu mert insanların anlayışıdır. Şimdi, siz bizim kolumuzu kanadımızı kıracaksınız, bütün arkadaşlarımızı hapse atacaksınız ve biz "Kampanya yürüttük, önümüze çıkan oylar bu oldu." dediğimiz zaman da Türkiye'de çıkacak meşru, lanse oyları da meşruiyetin temsilcisi kabul edeceksiniz.
Bu, tıpkı şuna benziyor değerli arkadaşlarım, futbolu sevdiği için söylüyorum: Bazen kaleciyi kaleye bağlarlar, orta hakemi de yanlarına alırlar; tekme serbest, tokat serbest, faul yapmak serbest; boş kaleye gol atarlar, sonra çıkarlar, tribünde yumruk şov yaparlar. Eğer seçimin sonunda yapacağınız yumruk şov bu ortama dayanıyorsa bu nizami bir maç değildir, o nedenle sizi açıkça nizami maçın ortamının sağlanmasına davet ediyorum.
Bir başka konu, özellikle üzerinde duracağım iki üç madde var. Sayın Cumhurbaşkanları Meclis açılışında konuşma yaparlar; bu doğrudur, bu bizim geleneğimizdir ama 1950 ile 1925-1930 arasında bu hep tartışma konusu olmuştur. İsmet Paşa Cumhurbaşkanıdır, Meclise geldiklerinde Demokrat Partililer ayağa kalkmazlar. Sonra, biliyorsunuz Celal Bayar Cumhurbaşkanı oldu ve Meclise geldiğinde Halk Partililer ayağa kalktılar ama alkışlamadılar. Bunun özü -çok uzun hikâyesi var, kısa anlatmak istiyorum- milletvekilleri, yerelde ve genelde milletin gerçek temsilcisidir; o nedenle ayağa kalkmamak bir saygısızlık değildir ama alkışlamamak, en azından tezahüratta bulunmamak... Bir saygı göstermek açısından da o jesti yapmak gerekir diye düşünüyorum. Yani, kalkmamak saygısızlık değildir, alkışlamak da yeteri kadar da destektir ve saygı göstermektir; bunu da yasaya koymuşsunuz.
Yine, özellikle, mevcut Anayasa'mızın 104'üncü maddesinde 8'inci maddeyle yapılan değişiklikte calibidikkat iki tane nokta var. Biri şudur: "Millî güvenlik politikalarını belirler ve gerekli tedbirleri alır." Bakın, tek kurul yok, Millî Güvenlik Kurulundan bahsetmiyorum.
Bir başka maddesi: "Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına karar verir." Anayasa'mızın 87'nci maddesinde savaş ilanının nasıl olacağı açıkça görülüyor. Burada da eğer Cumhurbaşkanına bu yetkiyi veriyorsak birisinin mutlaka yek diğerini ilga etmesi gerekir. Bir yetki çatışması olabilir. Ayrıca, Cumhurbaşkanı tek başına savaş ilan edebiliyor; ayrıca, yine, Bakanlar Kurulunun getirmiş olduğu teklifi de Cumhurbaşkanı ilan edebiliyor. Bu nedenle, bunlar çakışan ve çatışan maddelerdir, düzeltilmesinde fayda var.
Sonunu şöyle bağlamak istiyorum: Gördüğüm kadarıyla Sayın Cumhurbaşkanımızı bence en rahat ettirecek konu şu, şunu yapalım: Yapamayacaklarını sayalım, yapabildiklerini serbest bırakalım. (HDP sıralarından alkışlar)
Şöyle derler bizde biliyorsunuz: Merkezî hükûmetler genellikle yetkileri uhdesinde tutmak isterler. Biz belediye başkanı olarak derdik ki "Kardeşim, siz bize ne vereceksiniz, burada ne yetkiniz kalacak?" Demokrasilerde aslolan, büyük yetkilerin tümü merkezde kalır, diğer yetkileri Anadolu'da belediye başkanları yapar. Nedir? Millî savunma gibi, adalet gibi, eğitim gibi ana yetkiler orada kalır; diğer yetkiler taşraya verilir. Zaten demokrasinin geliştiği ülkelerde böyledir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
CELAL DOĞAN (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkanım, hemen bitiriyorum.
BAŞKAN - Bitirin efendim, tamamlayın.
CELAL DOĞAN (Devamla) - Şöyle bitirmek istiyorum müsaade ederseniz: Bu Anayasa'nın ömrünün ne kadar olacağı konusunda çeşitli rivayetler yapılabilir. Bu Anayasa ya Sayın Tayyip Erdoğan'ın siyaseti bıraktığı gün ki... Veya başka birisi gelir bir gün, der ki "Ya, kardeşim, ben hamal değilim, bu antidemokratik bir yasadır, bırakıyorum."
Yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)