Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 2 |
Birleşim: | 54 |
Tarih: | 10.01.2017 |
HDP GRUBU ADINA CELAL DOĞAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önce, grupların göstermiş olduğu anlayıştan dolayı hepsine teker teker teşekkür ediyorum.
Kırk sekiz saate yakın bir süreden bu yana işin mahiyeti gereği biraz gergin saatler geçiriyoruz. Aslında bir kısmı haklı taleplere dayansa bile bazılarını da fazla abarttığımız oluyor maalesef.
Başbakan Binali Yıldırım: Baba adı Topal Dursun, anasının adı Bahar. 1955 doğumlu, Erzincan'ın Refahiye ilçesinde doğmuş bir Anadolu insanı. Şu dedi, bu dedi... Buna ilaveten de -geçmişte kalmış bir anımdan dolayı hatırlayarak söylüyorum- Sayın Demirel'in bir lafı vardı, demişti ki rahmetli: "Bu cumhuriyet o kadar büyük bir cumhuriyettir ki benim gibi İslamköylü bir insanı Cumhurbaşkanlığına taşıyacak kadar imkân eşitliği veren bir cumhuriyettir." Hepimizin, çoğumuzun daha doğrusu, geliş kökeni ondan pek farklı değil; içimizde çok büyük aristokrat ailenin çocuklarının da burada olduğunu zannetmiyorum, ya köy kökenlidir ya memur kökenlidir ya esnaf kökenlidir. Bu cumhuriyetin bize vermiş olduğu imkânları -bu cumhuriyeti kuranlara olan minnetimiz gereği söylüyorum- bunu da korumakla yerine getirebiliriz. Bu nedenle, atılacak her adımda, getirilecek her Anayasa değişikliğinde hassasiyet gösterilmesi gereken konu, bu cumhuriyetin ne kadar daha çok derinleştirilerek korunması hususunda çaba sarf edilmesidir. Sayın Binali Yıldırım sempatik bir insan, espriyi de seviyor. Bir tek temennim var, inşallah Binali Yıldırım son Başbakan olmaz.
Şimdi, asıl sözlerime ben kanun maddesiyle başlamak istiyordum ama bugün maalesef, yine Gaziantep'te vuku bulan ama boyutları hâlâ tartışılabilecek -daha doğrusu derinliğinin vukufiyetine sahip olmadığım için de- iki türlü bir çatışmanın meydana geldiği ve bu çatışmada bir polis memurumuzun yaralandığı, bir saldırganın da öldürüldüğü söyleniyor. Türkiye bu nevi olaylara artık alıştırılacak noktaya doğru gidiyor. Terör ve şiddetin bizim hayatımızda alışabileceğimiz bir şey olmaması gerekir. Bu konuda, terör konusunda bütün siyasi partilerin göstermesi gereken hassasiyette mutlak ve mutlak bir mutabakat gerektiğine inanan insanlardan birisiyim. Sebebi şu, inancım şudur ki: Terörün amacı, daha doğrusu varmak istediği hedefin büyüklüğü ne kadar olursa olsun, onun insan öldürerek elde edeceği sonuç onu mazur göstermeye yetmez. Yıllardır Türkiye'de güvenlikçi bir anlayışla terörle mücadele ediyoruz. Güvenlikçi politikaların bizi getirdiği noktanın da ne olduğunu, terörün farklı kesimlerden kaynaklanan bir güçle karşımıza dikildiğini görüyoruz. Dün PKK'yle mücadele ediliyordu, bugün DAİŞ diye bir olay çıktı başımıza; Amerika'nın Irak'ta bıraktığı idari boşluktan doğan bu güç, daha doğrusu bu terör örgütü; yetmedi, 15 Temmuzdan sonra, ülkemizin koynunda yılan besler gibi beslediğimiz bir FETÖ örgütü ülkenin başına musallat olmaya başladı. FETÖ örgütünün derinliklerinin ne olduğunu hep birlikte gördük ve yaşıyoruz.
BAŞKAN - Sayın Doğan, bir saniye...
Sayın milletvekilleri, bir uğultu var salonda, lütfen hatibi dinleyelim.
Buyurun Sayın Doğan.
CELAL DOĞAN (Devamla) - Ben rahatsız olmuyorum, isteyen konuşsun.
Şimdi, FETÖ örgütünün boyutlarının, şu ana kadar yapılan mücadelede, görebildiğim kadarıyla, deneyimi olan bir siyasetçi olarak söylüyorum, aysbergin ancak bir kısmını görebiliyoruz. Daha çok derinlerde olduğu konusunda da en ufak şüphem yok. Bu nedenle, burada da siyasi partilere düşen görev, bu konuda müşterek tavırla bu şiddetin önlenmesi konusunda açıkça tavır almaktır ve karşısında olmaktır.
Bütün bunlara rağmen, bu anlayıştaki bir siyasi partinin mensubu olarak söylüyorum, bizi, Türkiye'de bir yılı aşkın bir süreden bu yana yani özellikle 7 Haziran seçimlerinden sonra şeytanlaştırma ve kriminale etme konusunda elinizden gelen hiçbir gayreti esirgemediniz. Öyle bir esirgemediniz ki kendi şahsımda ve arkadaşlarımın çektiği konusunda bildiklerimi, yaşadıklarımı size üç beş cümleyle anlatmak istiyorum. Biraz önce Sayın Gök "Biz nasıl referanduma gideceğiz?" dedi. Çok şükür bize benzemeye başladınız yani. Bu işin elifi daha bu, daha işin elifindesiniz, elifin besini daha yaşamadınız siz. Biz 8 Haziranda, kısmen özgür bırakılan bir ortamda, kısmen basının bize göz kırptığı bir ortamda bir seçim çalışması yaptık ve sizinle yarıştık, demokratik yarış yaptık daha doğrusu; 13,8 oy aldık. 13,8 oy aldıktan sonra bizim maruz kaldığımız işkencenin, zulmün, maruz kaldığımız skandalların haddi hesabını bilme şansınız yoktur. Sayısız parti binamız basıldı, sayısız mitingimiz sabote edildi, sayısız yerde partililerimize suikastlar hazırlandı ve parti binalarımız bombalandı.
Sonra ne oldu? Bugün, Halkların Demokratik Partisini -15 Temmuzda imza atmış olduğu bildiride- yani teröre, parlamenter demokratik rejime dayanan anlayışın sadakati açısından verilen imzayı atan partiyi dışladınız, 3 siyasi partiyle Türkiye'deki birlik ve beraberliği tesis edileceği inancıyla Yenikapı ruhuna gittiniz. Yenikapı ruhu çok sürmedi. Çok sürmemesinin sebebindeki gerçek şuydu: Yenikapı ruhu Türkiye'nin tümünü kucaklayan bir anlayış değildi. Kalabalıkların fazla olması onun içeriğinin Türkiye'yi kapsadığı anlamına gelmez. Nitekim, farkındaysanız, Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanı baktı ki bu tarlada hasat yok, terk etti. Kiminle kaldınız? Sayın Devlet Bahçeli'yle şimdilik -şimdilik diyorum- beraber, birlikte bir anayasa tasarlayacak noktadaki beraberliği sağladınız ve bu birlik ve beraberliği devam ettirmek istiyorsunuz. Hiçbir itirazım yok. Keşke bütün herkesi inandırabilseydiniz, ülkenin birlik ve bütünlüğü konusunda getireceğiniz Anayasa'nın kapsayıcı bir metin olacağına inandırabilseydiniz de bütün siyasi partiler bugün, burada, müştereken bu metni savunma veya tartışma şansına sahip olabilseydik.
Bakınız, Türkiye'nin siyasi tarihinde anayasaları yapmak konusunda biz çok geri kalmış bir Türkiye Cumhuriyeti devleti değiliz. 1808'de başlayan Sened-i İttifak'la, 1876 Anayasası'yla, 1961 Anayasası'yla, 1982 Anayasası'yla, sonradan siyasi yasakların kaldırılması, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi ve Anayasa'nın referanduma sunulması gibi çok konularda tecrübesi olan bir devletiz, daha doğrusu bir rejimimiz var. İki tanesi hariç yani iki askerî rejimin anayasalarının tartışıldığı ortam hariç, diğerlerinde, bahsedilen bugünkü siyasi ortamı asla yaşamadık biz. Nedir? Bugünkü yaşadığımız siyasi ortama baktığımızda, manzarayıumumiye maalesef iç açıcı değildir. Nedir manzarayıumumiye? Kendi partim adına söylüyorum: Merkez medyada adımızın geçmesi yasaklanmıştır, ambargo uygulanmaktadır yani "HDP" demek ve HDP milletvekilinin adını telaffuz etmek tamamen literatürden çıkarılmıştır. Bunu laf olsun diye söylemiyorum; o, ana akım medyanın patronlarının bizzat kendilerinden yüz yüze sorup aldığım cevaptır, "Maalesef zamanın ruhu bu." demişlerdir; o yetmemiştir, bütün program yapımcılarına verilen talimat budur.
HALİS DALKILIÇ (İstanbul) - HDP'nin bir suçu var mı? HDP'nin bir katkısı var mı, suçu var mı bunda?
CELAL DOĞAN (Devamla) - Kimin?
HALİS DALKILIÇ (İstanbul) - HDP'nin.
CELAL DOĞAN (Devamla) - HDP'nin katkısı... "Beni ana akım medyadan çıkarın." diye bir çabası var mı?
Bunların hepsi bahanedir. Sebebi de şu: Biz, gökte uçan melek de olsaydık, Türkiye'de sütten çıkan ak kaşık oyunu da oynasaydık bize yapılacak muamele buydu çünkü bu, bir projeydi. Ne yapılması gerekirdi? Halkların Demokratik Partisinin 8 Haziranda aldığı 13,8 oyun bir tek şekilde düşürülme ihtimali vardı; o da terörle eş değer göstermekti.
Şimdi, açıkça söylüyorum: Türkiye'de terör nereden gelirse gelsin, adı sanı ne olursa olsun Türkiye'ye vereceği zarar ancak ekonomiktir, canımızı yakmaktır. Ancak şunu bilmesi gerekir terör örgütlerinin: Bu Türkiye Cumhuriyeti'nin ordusunun uçaklarına mağlup olmayabilirsiniz, tanklarına mağlup olmayabilirsiniz ama Türkiye'yi yenme gücünün olmadığını açıkça göreceksiniz. Türkiye'nin gücü bu askerî güç değildir. Bu Kurtuluş Savaşı'nı buradaki, Türkiye'deki halklar birlikte inşa ettiler; birlikte yan yana, koyun koyuna Çanakkale'de yattılar, Kıbrıs'ta birlikte öldüler Alevi'siyle, Sünni'siyle. Yani, farklı inançtaki insanlarla etnik farklılıktan olan insanları kavga ettirmeye gücünüz yetmeyecektir, bu nedenle de emelinize varamayacaksınız. Bütün çabalarınıza rağmen, siyasi liderlerin bütün yanlış çabalarına rağmen yani toplumda etnik ve dinsel anlayış üzerinden siyaset yapan çabalarına rağmen, bu ülkenin insanları bir gövdedir, bir bütündür, asla ve kata bunları bölmeye yetmeyecektir. Sebebi de şu:
Bakın, aylardır, yıllardır bu çileyi çekiyoruz. Buna rağmen, ülkedeki halkların sağduyusuyla, yekleri diğerine en ufak bir el uzatmamıştır. Bu nedenle Halkların Demokratik Partisi olarak da bizim yaptığımız durum şu olacaktır: Halkların Demokratik Partisinin 2 eş genel başkanı içeride, 11 milletvekili içeride, belediye başkanlarının tümünü görevden aldınız ve bu arkadaşlarımız bugün burada olup parlamenter faaliyete katılması gerekirken maalesef, bu arkadaşlarımızı, Anayasa'ya aykırı olarak... Geçmişte milletvekillerinin hapisten çıkması için canhıraşça mücadele eden Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi, maalesef, kanun önünde eşitliğin söz konusu olduğu bu meselede bir tek laf etmek durumunda çaba sarf etmemişlerdir. Buradan içim acıyarak söylüyorum şu cümleyi, söylemek asla siyasi literatürümde yoktu: Acaba bunlar Kürt'tür diye mi bu işe böyle bakılıyor? Eğer Kürt'se gerisi teferruat mıdır? Bu nedenle yüce Parlamentoya düşen görevler vardır. Eğer bu Parlamentoda hepimiz eşit haklara sahipsek...
O arkadaşlarımız hükümlüyken tahliye edildiler, tahliyeleri sağlandı; saygı gösterdim bu Parlamentonun çabasına ve siyasi partilerin faaliyetine ama bugün bizim arkadaşlarımız hükümlü bile değiller, beytülmale dokunmuş tek kuruş haram boğazlarından geçmemiş. Nedir? Kürsü konuşmalarıdır. PKK konusunda büyük iddialarda bulundunuz, partinin Genel Başkanı Selahattin Demirtaş öyle asil bir adamdır ki dün açık beyanı, ifadesi vardı "Ben PKK'lı olmadım, PKK'lı da olmayacağım." diye ama ille oraya itiyorsunuz yani 6 milyon oy almış bu koca siyasi partinin insanlarını demokratik mücadele sahalarından silmek için ne gerekirse yapılmaya çalışılıyor. HDP Türkiye için bir şanstır, demokratik bir yönetim için bir şanstır; bu şansı mutlaka doğru kullandırma konusunda elinizden geleni yapacağınıza inanıyorum.
Başkanım, benim on beş dakikam doluyor mu, on dakika mı oldu?
BAŞKAN - Bu on beş dakika efendim, son kırk saniyeniz.
CELAL DOĞAN (Devamla) - Beş dakikayı kullandırdınız mı?
BAŞKAN - Kullandınız maalesef.
CELAL DOĞAN (Devamla) - Peki.
İki dakika ben de istiyorum müsaade ederseniz.
Buradan iki cümle söylemek istiyorum: Dün Sayın Baykal'ı dinledim, doğru tahlil yaptı ama dediğim gibi, zamanın darlığı bir tahlil yapmaya da müsaade etmiyor. Buradaki mesele rejim değişikliği değil, doğrudur bu, ona hiç itiraz etmiyorum ama bütün yetkilerin merkeze taşındığı bir Türkiye'de demokrasiden koparsınız. Ne kadar demokratik olmak istiyorsanız yetkileri taşraya taşımak durumundasınız. Bu nedenle, getirilen anlayışı doğru bulmuyorum. Daha çok, Halk Partili arkadaşlarımız da ısrarla ve ısrarla şunu söylediler: "Parlamentonun güçlü olması..."
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
CELAL DOĞAN (Devamla) - Biz her ikisine de farklı bakıyoruz; Parlamentonun güçlü olması da yeterli değildir, Anadolu'daki yerel yönetimlerin güçlü olması demokrasinin güçlenmesinin en büyük etkilerinden biri olacaktır.
Başkanım, iki dakika müsaade ediyor musunuz?
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.
Sayın Doğan, vermek isterdim ama hiç kimseye vermedim. Bir dakika süre vereyim, toparlayın lütfen; bir dakikada toparlayın.
CELAL DOĞAN (Devamla) - Şimdi bir başka sıkıntı var: Başkanlık sistemi uyuyan hücreye gitmişken Sayın Bahçeli'nin dostluğuna da sığınarak söylüyorum -saygı duyduğum bir liderdir- bir anda Türkiye'de başkanlık sistemi gündeme getirildi. Hep merak ettim gerçekten. Türkiye'de fiilî durumu bir anayasa çerçevesine almanın nedeni acaba ülkeyi bekleyen başka bir tehlikenin bertarafı mıdır? Bu olabilir, bu tehlikeden Türkiye'yi azat etmek için başvurulan bir tedbir olabilir ama gelecek tehlikeyi bertaraf edecek olan demokrasidir. Bu anayasa demokrasi getirmiyor.
Açıkça şunu söylüyorum, çabamız şudur: Daha barışa son kullanma tarihi getirilmedi. Bütün bu yaptıklarınıza rağmen, barıştan ve demokrasiden vazgeçmeyeceğiz. Olanakların elverdiği oranda da demokrasinin güçlenmesi konusunda inancımıza sığmayan bu Anayasa değişikliğine oy vermemeyi düşündüğümü belirtmek istiyorum.
Saygılar sunarım. (HDP sıralarından alkışlar)