GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:53
Tarih:09.01.2017

MHP GRUBU ADINA MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Aziz Türk milleti, saygıdeğer milletvekilleri; Anayasa değişiklik teklifi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi adına teklifin bütünü üzerinde söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle Gazi Meclisi ve siz saygıdeğer milletvekillerini saygılarımla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, 1982 Anayasası, yürürlüğe girdiği tarihten bu yana tam 18 kez, 100'ün üzerinde maddesinde değişiklik yapılmak suretiyle çeşitli değişikliklere uğramıştır. Bu kapsamda, şu anda 19'uncu değişiklik teklifi çalışmaları yürütülmektedir.

1982 Anayasası'nın, özellikle hükûmet sistemi bakımından daha yürürlüğe girdiği tarihten itibaren tartışmalı olduğu hepimizle malumdur. Bu kapsamda, 1982 Anayasası'nın temel siyasi sebebi durumunda olan 12 Eylül 1980 darbesini gerçekleştiren Kenan Evren'in Cumhurbaşkanı olmayı tercih etmesinden dolayı, 1961 Anayasası'nda sadece bir paragrafta düzenlenen yetkiler, 1982 Anayasası'nda yasama, yürütme ve yargıya ilişkin olmak üzere tam iki buçuk sayfa hâlinde, son derece geniş, son derece fazla olarak tanımlanmıştır ve cumhurbaşkanının yetkileri buna göre dizayn edilmiştir. Bunun karşısında, cumhurbaşkanı sadece vatana ihanet suçu bakımından ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tam sayısının dörtte 3'ünün suçlandırmasıyla bir sorumluluğa tabi kılınmış, bunun dışında Anayasa'nın hiçbir yerinde, hiçbir tür sorumluluk öngörülmemiştir.

Şimdi, bu sorumluluğu iki açıdan değerlendirmekte fayda var saygıdeğer milletvekilleri: Birincisi, suç tipi; ikincisi, bu sorumluluğun neticelenebilmesi için gerekli olan nisap. Suç tipi için bakıldığında, Vatana İhanet Kanunu bakımından sadece bir sorumluluk söz konusudur. Ve o Hıyanet-i Vataniye Kanunu 1991 yılında yürürlükten kaldırıldığı için denilebilir ki 1991 yılından itibaren hiçbir cumhurbaşkanının suç tipi bakımından sorumluluğu yoktur. Bunu net olarak söyleyemiyoruz çünkü aynı maddede, cumhurbaşkanının suçlandırılabilmesi bakımından dörtte 3 gibi çok yüksek bir nisap öngörüldüğü için 1982 yılından bu yana bunun hiç uygulaması söz konusu olmamıştır, ondan dolayı da bunun tartışılmasına yönelik herhangi bir içtihat mevcut değildir. Bu kapsamda, yetki-sorumluluk dengesizliği çerçevesinde bakıldığında durum böyleyken yürütme yapısı da kendi içinde iki başlılık arz etmektedir. Gerçekten, bir tarafta hiçbir sorumluluğu bulunmayan -demin de anlattığım gibi- bir cumhurbaşkanıyla, öbür tarafta halkın oylarıyla seçilmiş Türkiye Büyük Millet Meclisinin içinden çıkan, başında bir başbakanın olduğu ve tüm sorumluluğu da üzerinde taşıyan bir bakanlar kurulu yani iki başlı ve böylesi dizayn edilmiş bir yürütme söz konusudur ve bu yapı 1982 yılından 2007 yılına kadar özellikle yürütmenin iki başı arasında yani sorumsuz Cumhurbaşkanı ve sorumlu Başbakan ve Bakanlar Kurulu arasında çok ciddi tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Süremizin kısıtlı olması itibarıyla bunları uzun uzun anlatma imkânımız yok burada fakat 2007 yılına gelindiğinde sorun çok farklı bir boyuta kavuşmuştur, o da şudur: Gerçekten, Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde ortaya atılan bir 367 garabetinden dolayı, 367 krizinden dolayı, bu krizin sonunda yapılmış olan Anayasa değişikliğiyle birlikte, Cumhurbaşkanının yani yürütmenin sorumsuz kanadının doğrudan doğruya millet tarafından, doğrudan doğruya halk tarafından seçilmesi benimsenmiştir. Öyle olunca, 2007 yılından itibaren, ilk uygulamasının olduğu 2014 yılına kadar daha çok teorik düzeyde ama 2014 yılından itibaren ise aynı zamanda da uygulamalar itibarıyla yürütmenin iki kanadı arasında yani Cumhurbaşkanı ile Başbakan ve Bakanlar Kurulu arasında tartışmalar çok farklı düzeyde seyretmiştir. Bu kapsamda bakıldığında, 2007 yılında yapılmış olan Anayasa değişikliğiyle sadece Cumhurbaşkanının seçim usulü değişmiştir yani Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi benimsenmiş ve fakat Cumhurbaşkanının yetkileri, sorumlulukları, Bakanlar Kuruluyla ilişkileri ve diğer tüm konularda herhangi bir değişiklik söz konusu olmamıştır. Bu kapsamda, 2007 yılından itibaren olan bu gelişmeler değerlendirildiğinde karşımıza tabii ki pek çok siyasi neticeler gelmekte ama bazılarını bu kısıtlı zaman içerisinde değerlendirmekte de fayda bulunmaktadır.

Bu kapsamda, 2014 yılında Cumhurbaşkanının doğrudan doğruya halk tarafından seçilmesiyle birlikte pek çok Anayasa'ya aykırılık tartışmaları yaşanmıştır. Bunların en önemlilerinden bir tanesi de Yüksek Seçim Kurulu kararlarına da bağlandığı için, Cumhurbaşkanının tarafsız olduğu ve varsa partisiyle ilişkisi kesileceği yönündeki 101'inci maddenin son fıkrasının uygulanması çerçevesindedir. Gerçekten, 25'inci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerinde, 7 Haziran seçim sürecinde Sayın Cumhurbaşkanı doğrudan doğruya halk tarafından seçildiği iddiasıyla, gerekçesiyle o günün iktidar partisinin Genel Başkanı olan, Başbakanı olan Sayın Davutoğlu'ndan daha fazla sayıda miting yapmıştır ve bu mitingler başladığında, konu Cumhuriyet Halk Partisi ve HDP tarafından Yüksek Seçim Kuruluna intikal ettirilmiştir. Yüksek Seçim Kurulu, özetle "Evet, 101'inci maddenin son fıkrası çerçevesinde 'Cumhurbaşkanı tarafsızdır, varsa partisiyle ilişkisi kesilir.' hükmü yer almaktadır fakat 105'inci madde çerçevesinde sorumsuz olduğu açıkça düzenlenmektedir. Öbür taraftan, 101'inci maddenin son fıkrasındaki partisiyle ilişkisini kesme meselesi siyasi partiler kütüğü çerçevesinde üyelik kaydının silinmesi midir, yoksa başka davranışlar da bunun için gerekli midir? Dolayısıyla, bu çerçevede bana Yüksek Seçim Kurulu olarak tanınmış bir yetki yoktur yani 101'inci maddenin son fıkrasındaki partisiyle ilişkisini kesmeme durumuna ilişkin Anayasa'da bir yaptırım yoktur." demek suretiyle söz konusu müracaatları oy çokluğuyla da olsa reddetmiştir; böyle 4 tane müracaat söz konusudur. Yani, geldiğimiz noktada, cumhurbaşkanları ile hükûmetler arasındaki yetki-sorumluluk ilişkileri çerçevesinde önemli sorunlar, önemli sıkıntılar karşımızda durmaktadır.

1982 Anayasası sadece Hükûmet sistemi bakımından değil, diğer pek çok yönü itibarıyla da tartışılmıştır ve bunlardan en kayda değeri 24'üncü Dönemde yapılmış olan Anayasa Uzlaşma Komisyonu çalışmaları esnasındaki tartışmalardır. Ama, bu tartışmalar esnasında, bize göre hiç tartışılmaması gerektiği hâlde, ne yazık ki Anayasa'nın Türk Anayasası olduğu, ilk 4 maddesi, ilk 4 maddeye hâkim olan millî ve üniter devlet ilkeleri ve millî ve üniter devlet ilkelerinin muhtelif maddelerdeki yansımaları da tartışılmıştır ve buna ilişkin, bugün başladığımız bu oturumda, muhtelif milletvekilleri tarafından dile getirilen ve tartışmalara yol açan konularla ilgili olarak her 4 siyasi partinin de hangi konularda, nasıl değişiklik teklifleri verdiği bu Komisyon çalışmalarında mevcuttur. O da Türkiye Büyük Millet Meclisinin web sitesinin en altında, Anayasa çalışmaları kapsamında, partilerin müstakil önerileri, bu öneriler çerçevesinde yürütülen müzakereler, müzakereler neticesinde ortaya çıkan tam metin de olmak üzere tüm boyutlarıyla orada durmaktadır. İsteyen her milletvekili hatta isteyen her vatandaş bunları buradan açıklıkla okuyup inceleyebilme imkânına sahiptir.

Şimdi, burada, biraz önce de ifade ettiğim gibi, bugün, Hükûmet sistemi tartışmaları çerçevesinde aslında en önemli tarih 2007 yılında yapılmış olan söz konusu Anayasa değişikliğidir yani Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini öngören Anayasa değişikliği. Gerçekten, o 367 krizi ortaya çıktıktan sonra, Anayasa Mahkemesi bu yönde bir karar vermiştir. Bu karar verildiğinde Milliyetçi Hareket Partisi tarihinin her döneminde olduğu gibi, o dönemde de, Meclis dışında olmasına rağmen, Türk milletinin, Türk devletinin menfaatlerini gözeterek inisiyatif almış ve milletimize bir çağrıda bulunmuştur.

Bu Meclisin bir Cumhurbaşkanı seçmesi hâlinde, o seçilecek Cumhurbaşkanının meşruiyet tartışmalarının hiç bitmeyeceğini, bundan dolayı seçimlerin erkene alınmasını ve millete "Ey millet! Seçeceğiniz bu Meclis, Anayasa çerçevesinde Cumhurbaşkanını seçecektir. Reyinizi, oyunuzu, kararınızı ona göre tayin edin." teklifinde bulunmuştur. Milliyetçi Hareket Partisinin bu çağrısı kabul görmüştür, kasım ayında yapılması gereken seçimler erkene alınmıştır, Milliyetçi Hareket Partisi de yeniden 74 milletvekiliyle Türkiye Büyük Millet Meclisindeki yerini almıştır ve o seçimler tamamlandıktan sonra, önce Adalet ve Kalkınma Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi -bize göre olabileceği gibi yani uzlaşma anlayışı çerçevesinde değerlendirildiğinde- Meclis Başkanının seçiminde uzlaşmış, Sayın Köksal Toptan'ı Meclis Başkanı olarak seçmiş -450 oy alması ona işaret etmektedir- ve arkasından da kaçınılmaz olarak Cumhurbaşkanını seçecekken bu çerçevede Milliyetçi Hareket Partisine Meclise girmeme, Genel Kurulda bulunmama, Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kilitleme yönünde çağrılarda bulunulmuştur.

Sayın milletvekilleri, Cumhurbaşkanının seçilememesi 12 Eylül 1980'de de olduğu gibi darbeyi dahi sonuçlayan bir durumdur. Hatırlatma kabîlinden söylüyorum: Gerçekten, 12 Eylül 1980 darbesi pek çok siyasi, sosyal hadisenin neticesinde gerçekleşmiştir ama bardağı taşıran son darbe Cumhurbaşkanının seçimi hususunda o gün Mecliste bulunan siyasi partilerin anlaşamamış olmasıdır. Yani Milliyetçi Hareket Partisine böylesi bir çağrıda bulunulmuşken Milliyetçi Hareket Partisi, altı ay öncesinde verdiği sözlerle paralel olarak, onlarla tutarlı olarak Mecliste yerini almıştır, kendi adayını çıkarmıştır, tüm grup olarak kendi adayına oyunu vermiştir ama en önemlisi, o tıkanıklığı çözmüş ve yeniden 12 Eylül 1980'de olabilecek gibi bir krize meydan vermemiştir.

Milliyetçi Hareket Partisinin böylesi önemli tıkanıklıkları, böylesi önemli krizleri çözmesi, kuruluşu olan 1969 yılından itibaren sıklıkla meydana gelen bir durumdur. O anlamda, söz gelimi 1977 yılında Meclis 37 tur boyunca kendi Başkanını seçemediğinde gene Milliyetçi Hareket Partisinin krizi çözen bir yaklaşımıyla Cumhuriyet Halk Partisinin o dönemde adayı olan Sayın Cahit Karakaş'ı desteklemesi neticesinde Meclis Başkanlığı seçimi krizi de çözülmüştür. Yani Milliyetçi Hareket Partisinin, tarihinin her döneminde Türk milletinin, devletimizin, memleketimizin ihtiyaçları doğrultusunda, krizleri, sıkıntıları, tıkanıklıkları gideren, çözen bir tutumu vardır, bu yeni de değildir.

Bu çerçevede bakıldığında, 24'üncü Dönem Anayasa çalışmalarının neticesinden ne yazık ki bir somut netice çıkmamıştır. 25'inci Dönemde seçimler gerçekleşmiş ve fakat komisyonlar kurulamadığı için bir Anayasa uzlaşma komisyonu da kurulamamıştır. 26'ncı döneme gelindiğinde, bu sefer adı "Anayasa Mutabakat Komisyonu" olan bir komisyon kurulmuş, bu Komisyon da üç toplantı gerçekleştirmiş ve fakat henüz komisyonun adında bile mutabakata varamadan dağılmak durumunda kalmıştır. Sonrasında, 15 Temmuz 2016'da Türk milleti, tarihinin en büyük ihanetlerinden biriyle karşılaşmıştır. Gerçekten, 15 Temmuzda bu Gazi Meclis bombalanmaya varıncaya kadar, ihanetin en büyükleri ne yazık ki yaşanmıştır ve 15 Temmuzda meydana gelen bu gelişme çok önemli bir paradigma değişikliğini de beraberinde getirmiştir. Şimdi, zaman zaman söz alan ya da işte, sataşma niyetiyle hem Sayın Genel Başkanımızın hem benim önceki birtakım beyanlarımızı da ifade etmek suretiyle "Ne değişti de bugün farklı şeyler söyleniyor?" çerçevesinde birtakım ithamlarda bulunmaktadırlar. Tabii ki sadece bu değil ama burada sırası geldiği için söylüyorum: Bunları ileri sürenler 15 Temmuzda yaşananları ve 15 Temmuzdan sonra yaşanabilecek muhtemel gelişmeleri anlamayan ya da anlamak istemeyenlerdir. Ben bu kadarını ifade etmekle yetineceğim saygıdeğer milletvekilleri.

Şimdi, burada, süremin de azaldığını gözeterek, bu tarihsel süreç içeresinde geldiğimiz noktada yani 15 Temmuzdan sonra Sayın Genel Başkanımızın 11 Ekimde Türkiye Büyük Millet Meclisinde, grup toplantısında yapmış olduğu konuşmanın ardından, hem Sayın Başbakanın hem de Sayın Genel Başkanımızın çağrılarına rağmen, sadece Adalet ve Kalkınma Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi grupları arasında yürütülen çalışmalarla bir Anayasa değişiklik teklifi daha hazırlanmıştır. İşte bu, 19'uncu Anayasa değişiklik teklifi metnidir. Bu kapsamda Anayasa'nın bütünü üzerinde bir değişiklik söz konusu değildir. Peki, neler söz konusudur? Kalan sürem içerisinde de bazı önemli gördüğüm kısımlar itibarıyla onlar hakkındaki düşüncelerimizi paylaşmak istiyorum.

Saygıdeğer milletvekilleri, her şeyden önce şunu söyleyeyim: Bu Anayasa değişikliği teklifiyle bir rejim değişikliği değil, sadece ve sadece bir hükûmet sistemi değişikliği, aslında daha da doğrusuyla bir hükûmet sistemi netleştirmesi söz konusudur. Gerçekten, 1982'den 2016'ya gelinceye kadar, burada kısa sürede anlatamadığı ama pek çok konuşmacının da şimdiye kadar defalarca ifade ettiği gibi, hükûmet sistemimizin ne olduğu hususunda bilim dünyasında da çok ciddi tartışmalar vardır. Bizim gerçekten şu anda hükûmet sistemimiz parlamenter sistem midir, yarı başkanlık sistemi midir ya da nedir, bu konu gerçekten her düzeyde tartışılmıştır. Dolayısıyla, burada hükûmet sistemi değişikliği değil, belki bir hükûmet sistemi netleşmesi söz konusudur.

İkinci önemli bir tartışma alanı olarak burada denilmektedir ki: "Anayasa'nın ilk 4 maddesi değiştirilmektedir." Sayın milletvekilleri, karıştırmamak lazım, Anayasa'nın ilk 4 maddesi bu 18 maddelik teklifle değil, ne yazık ki, 2011 ile 2013 arasında faaliyet gösteren 24'üncü Dönem Anayasa Uzlaşma Komisyonunda açıktan açığa teklif edilmiştir ve buna ilişkin kayıtlar Türkiye Büyük Millet Meclisinde mevcuttur. Yeniden hangi parti neyi önerdi, neyi teklif etti burada uzun uzun anlatacak değilim ama o noktada Anayasa'nın ilk 4 maddesine, tam anlamıyla bir tuğlasına bile dokundurtmaksızın sahip çıkan bir tek Milliyetçi Hareket Partisi olmuştur saygıdeğer milletvekilleri. Bugün yorum yoluyla "Şu madde değiştiği için, bu maddede böyle bir hüküm getirildiği için Anayasa'nın ilk 4 maddesi değişiyor." demek gerçekten ciddiyetten ve gerçekten uzak bir isnattır. Dolayısıyla, bu çerçevede Anayasa'nın ilk 4 maddesinde de herhangi bir değişiklik söz konusu değildir.

Sırasıyla gidiyorum, Anayasa'mızın 98'inci maddesinde bugün Türkiye Büyük Millet Meclisinin bilgi edinme ve denetim yolları düzenlenmektedir ve burada 5 başlık söz konusudur. Bu 5 başlıktan 4'ü bu değişiklik teklifiyle muhafaza edilmektedir. Çıkarılan bir denetim mekanizması vardır, o da gensoru, gensoru da artık hükûmet sistemi değiştiği için sistemin yapısı gereği olamayacağı için yoktur. Yoksa onun dışında geri kalan, Parlamento içi dört denetim aracının tamamı mevcuttur. Hatta daha ötesini söyleyeyim: Muhalefet milletvekilleri olarak Parlamento içi denetim çerçevesinde en sık müracaat ettiğimiz yazılı soru önergesi çerçevesinde hiçbir yaptırım, hiçbir süre öngörülmezken mevcut Anayasa'mızda, burada "on beş gün içerisinde cevaplandırılmak üzere" ibaresinin eklenmesi suretiyle muhalefet milletvekilleri olarak bizlerin bu denetim mekanizması çerçevesindeki hakkı ve imkânı da genişletilmektedir. Bunu burada ifade etmek durumundayım.

Anayasal çerçevedeki sırayla gidiyorum. 104'üncü maddede Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri düzenlenmektedir. Sözlerimin başında ifade ettim: İdeal bir parlamenter sistemi çok aşan mahiyette, iki buçuk sayfa boyunca, çok geniş, cumhurbaşkanının yetkileri var. Bunlarda çeşitli değişiklikler oldu ve bu kapsamda, tabii ki bunların her biriyle ilgili sözler söylemek mümkün. İlgili maddeye gelindiğinde konuşmacı arkadaşımız da partimizin görüşlerini mutlaka ifade edecektir ama burada iki müesseseyi ben vurgulamak adına ifade etmek istiyorum: Bunlardan bir tanesi Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, diğeri de veto yetkisidir.

Şimdi, "Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çerçevesinde Meclis baypas edilmektedir, yasama yetkisi yürütmeye devredilmektedir, Cumhurbaşkanı her türlü konuyu Cumhurbaşkanlığı kararnamesi yoluyla düzenleyebilecektir." mahiyetinde çeşitli eleştiriler oldu. Özellikle Milliyetçi Hareket Partisinin de en önemli katkılarından bir tanesi olarak ifade ediyorum, 104'üncü maddede çok uzun bir paragraf olarak bu çerçevede bir düzenleme yapılmıştır. Bir: Cumhurbaşkanlığı kararnamesi yürütme yetkisine ilişkin olarak söz konusudur. İki: Temel haklar, kişi hakları, siyasi haklarla ilgili Cumhurbaşkanlığı kararnamesi düzenlenemez.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Parsak, sizin de ek sürenizi veriyorum, lütfen zamanında tamamlayın.

MEHMET PARSAK (Devamla) - Üç: Anayasa'da münhasıran kanunla düzenlenmesi gereken konulardaki seksen iki maddede bu çerçevede kısıt söz konusudur: "Cumhurbaşkanlığı kararnamesi düzenlenemez." Bu, Komisyon çalışmalarından itibaren hep söylenildi. Bir çarpıcı örnek olması itibarıyla, bir örnekle ifade etmek istiyorum. Bazı milletvekilleri dediler ki: "Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle vergi düzenlenebilecek, vergi konulabilecek, kaldırılabilecek." Sayın milletvekilleri, Anayasa'mızın 73'üncü maddesinde vergi ödevi düzenlenmektedir ve vergi ödevini düzenleyen bu maddede açıkça verginin konulmasının, kaldırılmasının, düzenlenmesinin kanunla olabileceği yazılmaktadır. Dolayısıyla, böyle bir konuda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilmek mümkün değildir.

Devam ediyorum: Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamayacaktır.

Devam ediyorum: Kanunlar ile Cumhurbaşkanlığı kararnameleri arasında farklı hükümler varsa kanunlar uygulanacaktır. Aynı konuda bütün bunlara rağmen bir kararname çıkarılmışsa ve Türkiye Büyük Millet Meclisi sonradan aynı konuda bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesine karşılık kanun çıkarırsa söz konusu kararname kendiliğinden yürürlükten kalkacaktır ve bütün bu kısıtlara rağmen bir hukuka aykırılık söz konusu oldu, bu hukuka aykırılık da Anayasa Mahkemesi tarafından giderilebilecektir yani yargısal denetim yetkisi de o çerçevede söz konusudur.

İkinci önemli yetki olarak veto yetkisi... Biraz önceki konuşmacılar da ifade ettiler: Mevcut Anayasa'mızda herhangi bir oran belirtilmeksizin, kanun Cumhurbaşkanı tarafından geri gönderildiğinde aynen kabulü hâlinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından, Cumhurbaşkanı tarafından yayımlanması zorunluluğu söz konusudur. Burada, evet, bir oran getirilmektedir yani salt çoğunluk. Ama, işin pratiği itibarıyla bakıldığında, sizin eğer salt çoğunluğunuz varsa, öyle bir hükûmetseniz daha az sayıyla kanun çıkarabilirsiniz ama salt çoğunluğunuz söz konusu değilse zaten daha azıyla da bu Meclis size kanun çıkarttırmaz. Ondan dolayı bu da esasen durumun netleştirilmesinden ibarettir. Örnek gösterilen, mukayese edilen Amerika Birleşik Devletleri'nde gerçekten hem Temsilciler Meclisi bakımından hem de Senato bakımından çok daha yüksek bir oran söz konusudur. Dolayısıyla, bunların da en azından bu çerçevede bilinmesinde ve değerlendirilmesinde fayda vardır.

Cumhurbaşkanının cezai sorumluluğu, önemli başlıklardan bir tanesidir. Sözlerimin başında söyledim: Mevcut Anayasa'mızda sadece vatana ihanet bakımından ve dörtte 3 bakımından sorumluluk söz konusu. E şimdi suç tipi bakımından herhangi bir sınırlama yok, her türlü suç bakımından Cumhurbaşkanı sorumludur ve dörtte 3 değil, üçte 2'yle suçlandırılabilecektir. Üçte 2 fazla mıdır? Fazla görülebilir ama elbette ki üçte 2 dörtte 3 kadar fazla değildir. Daha az olması tartışılabilir, bu yönde çalışma yapılabilir ama şunu söylemek yanlıştır...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın lütfen iki dakikada.

MEHMET PARSAK (Devamla) - Yani "Üçte 2'yle çok fazla sorumluluk öngörülmektedir." denildiğinde, mevcutta dörtte 3'ken ve suç tipi bakımından da belirsizlik hatta imkânsızlık söz konusuyken, suç tipi bakımından sınırlamanın kaldırılıp oran bakımından da dörtte 3'ün üçte 2'ye düşürülmüş olması kayda değer bir değişiklik olarak değerlendirilmelidir.

Anayasa'nın 116'ncı maddesinde karşılıklı fesih çerçevesinde bir değişiklik söz konusu. 116'ncı maddede belirli şartlar altında Parlamentonun feshedilmesi söz konusu, Cumhurbaşkanına tanınan böyle bir yetki var. E şimdi Anayasa'nın hiçbir yerinde, tam tersi olarak, Cumhurbaşkanına tanınan bu yetkinin Parlamentoya tanınması gibi bir durum ne yazık ki söz konusu değil. Burada her iki kuvvet bakımından da -artık yürütme Cumhurbaşkanından ibaret olduğuna göre- yasamanın yürütmeye, yürütmenin de yasamaya karşı, eğer karşı kuvveti feshederse kendisini de seçime götürmek suretiyle milletin yeniden hakemliğine gidilmesi çerçevesinde yeni bir düzenleme söz konusudur.

Çokça tartışıldığı için kısaca ifade etmek istiyorum. 126'ncı maddede değişiklik önergesi söz konusuydu, bölgesel yönetimler gelecekti, özerk yönetimler gelecekti vesaire. Bu zaten yanlış değerlendirilen bir konuydu, ondan dolayı da olması gerektiği gibi 106'ncı maddenin son fıkrasına gitti ama burada hâlâ yazıyor: "Kamu hizmetlerinin görülmesinde verim ve uyum sağlamak amacıyla birden çok ili içine alan merkezî idare teşkilatı kurulabilir. Bu teşkilatın görev ve yetkileri kanunla düzenlenir." Yani, şimdi mevcut duruma göre kararnameyle değil ama kanunla bölgesel yönetim mi kurulabilecektir? Milliyetçi Hareket Partisi olduğu müddetçe ne özerklik ne bölgesel yönetim asla söz konusu olamayacaktır sayın milletvekilleri. (MHP sıralarından alkışlar)

Son olarak şunu ifade etmek istiyorum; şimdi, biz en başta da ifade ettik, şimdi de onunla tamamlıyorum: Buradan gerekli çoğunluğu alıp da milletimize giderse milletimiz ne derse Milliyetçi Hareket Partisinin başının gözünün üstünedir.

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.