| Konu: | HDP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 50 |
| Tarih: | 04.01.2017 |
AYHAN BİLGEN (Kars) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle, tabii, araştırma komisyonuyla ilgili, Meclis Başkanlığına sunduğumuz, biraz önce okunan kısa özette de ifade edildiği gibi çok net bir iddiayla ilgili, Sağlık Bakanlığındaki çok ciddi bir yolsuzluk iddiasıyla ilgili bir gündemi konuşacağız ama ben Sağlık Komisyonundan, hadi Sağlık Bakanı gündemden haberdar değil, grup yöneticileri paylaşmamışlar diye varsayıyorum ama hiç olmazsa konuyu bilen birilerinin cevap verebileceği bir oturum yapmayı doğrusu umut ediyordum. Burada kürsüye çıkınca vatan, millet hamaseti yapanlar milletin vergisinin, parasının nereye harcandığını, nasıl harcandığını eğer kendilerine dert etmiyorlarsa o vatanseverliğin, o milliyetçiliğin ne ifade ettiğini de kamuoyunun takdirine bırakıyorum.
Değerli arkadaşlar, bütün anketlerde bu Hükûmetin en başarılı olduğu alanlardan birisinin sağlık olduğuna dair net tespitler var, önce hakkı teslim edelim. Yani "Suriye politikasını ne kadar başarılı buluyorsunuz?" diye AKP seçmenine sorduğunuzda, bırakın diğer partilerin seçmenlerini, ya da "Eğitim politikasını ne kadar başarılı buluyorsunuz?" diye sorduğunuzda çıkan rakamlarla kıyaslanmayacak kadar iyi bulunduğuna dair bir algı var kamuoyunda. Yani, Hükûmetin en başarılı olduğu alan, en güçlü olduğu alanla ilgili bir iddiayı burada konuşacağız, burada değerlendireceğiz değerli arkadaşlar, kamuoyunun takdirine sunacağız. Tabii ki elimizde çok ciddi bir dosya var, on dakika içerisinde benim bunu özetlemem bile mümkün değil. İçerisinde Sağlık Bakanlığının yazışmaları var, mahkemelere gönderdiği yazılar var, Bakanın kendi açıklamaları var; çok ciddi bir dosya ama eğer komisyon kararı çıkmazsa yani burada bildiğimiz rutinle karşılaşırsak, konuşup dağılmayı tercih edersek biz dosyanın yargıdaki seyrinin dışında bir başka Meclis denetim sisteminin de, gensorunun da aynı konuda yeniden gündeme alınması konusunda ısrarlı olacağız çünkü çok ciddi rakamlar ve üstü örtülmüş çok ciddi bir iddia var.
Değerli arkadaşlar, tabii ki Sağlık Bakanlığının genel politikalarını da değerlendirmek gerekiyor. Kamu-özel iş birliğiyle hastane kurma projesine bugünkü mevcut bakanın çok olumlu yaklaşmadığı, en azından ilk bakanlığı döneminde olumlu yaklaşmadığı, bir hekim olarak, bir sağlıkçı olarak bunu doğru bulmadığı yönünde bilgiler bizde var ama başka, daha etkili bir iradenin bu süreci tercih ettiğini ve bu, şimdiki hastanelerin kuruluşunu planladığını söylüyorlar. Tabii, orada ilginç yani çok dikkat çekici, bütün halkımızı ilgilendiren boyut -belki sağlıkçı vekillerimiz daha ayrıntısına hâkim ama- örneğin, köprü, tünel yaptığınızda nasıl bir geçiş garantisi veriyorsanız sağlıkta da hasta sayısı garantisi veriyorsunuz, yüzde 70 doluluk gibi taahhütlerde bulunuyorsunuz. Bu da aslında Sağlık Bakanlığının, hani, önleyici hekimlik kısmı başka bir şey ama toplumun hasta edileceğinin, hastanelerin, hastane işletmelerinin de ekonomik olarak memnun edileceğinin bir taahhüdü gibi gözüküyor. Aslında sağlığın, insan sağlığının nasıl bir ticari meta hâline getirildiğinin çok net bir tablosu bu. Bunu bazen sağlık alanındaki sendikacılar, değerli arkadaşlar, kumarhane işletmeye benzetiyorlar. Hastane ile kumarhane kıyası abes, biliyorum ama nasıl hani kumarhanede kim kazanıyor gözükürse gözüksün kumarhane sahibi her hâlükârda kazanıyor, bu projede de, bu yaklaşımda da hastalar, halk, vergi mükellefleri, vatandaşlar değil, işletmecilerin kazanması üzerine mantık kuruluyor. Son dönemde de hastaneler arasında da bir sınıfsal ayrım yapıldığı, örneğin, işte, Bilkent'te daha üst düzey gelir sahipleri için, Etlik'te daha dar gelirliler için hastane hizmetleriyle ilgili planlamalar yapıldığı ifade ediliyor.
Değerli arkadaşlar, yine, tabii, çok ciddi iddiaları bizim başka soru önergelerimizde gündeme getirdik, cevap alamadık. İşte, Kars'ta tomografi cihazının kaybolmasından, Zirve Üniversitesi ile SAĞLIK-SEN arasında yapılan yüksek lisans sözleşmesinin... Örneğin, 15 Temmuzdan sonra KHK'yla kapatılmış bir üniversitenin mezunlarının şimdi nerede, ne kadar istihdam edildiğini ya da ne kadarının görevlerinden alındığını doğrusu merak ediyoruz. Bunu Sağlık Bakanı muhtemelen önümüzdeki günlerde cevaplayacaktır. Çünkü şimdiye kadar ben Sağlık Bakanlığına sorduğum sorulara sadece, değerli arkadaşlar, Sağlık Bakanlığının broşürleri odama gönderilerek cevap alabildim. Yani "Türkiye'de şu kadar yatak var, bu kadar hasta var." diye açılışlarda sunulan tanıtım broşürleri muhtemelen. Sorularımıza bu cevapları alıyoruz.
Şimdi, konunun özüne, esasına gelelim arkadaşlar. Aslında, bu Hükûmetten önce yani 90'lı yılların tam sonunda, 2000'lerin başında Sağlık Bakanlığı Bilgi İşlem Daire Başkanı bir dernek kuruyor, bir de şirket kuruyor değerli arkadaşlar. Dernek, Sağlık Bakanlığı Bilişim Derneği; şirket de, Sağlık Bakanlığı Bilişim Elektronik Bilgi Sistemleri Turizm ve Sağlık İşletmesi Limited Şirketi. Adres, her ikisinde de Sağlık Bakanlığının odaları. Yani, bildiğiniz, Sağlık Sokak'taki Sağlık Bakanlığının merkez binasının odasını vergi mükellefi gösterip Daire Başkanı şirket kuruyor. Daire Başkanı oradaki çalışanlarla birlikte dernek kuruyor. Hadi buraya kadarki kısmını örgütlenme özgürlüğü, sivil toplum sevdası olarak yorumlayalım, böyle değerlendirelim ama daha vahim olanı, sonra, bu dernek ve bu şirket değerli arkadaşlar, hastanelerdeki hasta takip bilgisayar programlarının yapımı işini alıyor ve Müsteşar 16/6/2000 gün ve 121 sayılı yazıyla hastanelerden bu şirketin banka hesabına 500 dolar havale etmelerini istiyor. Bu dosyada yazı var. Tabii, topladığınızda ortaya farklı rakamlar çıkıyor çünkü bu sürekli bir programın kullanımı falan ama işin daha ilginç tarafı, Sağlık Bakanlığına Avrupa Birliğinden bu tip programların yapılması için, bu tip güncellemeler ve hastanelerin daha modern hizmet sunması için 40 milyon euro hibe veriliyor. Bu 40 milyon euronun nerede kullanıldığı kısmı başka bir muamma yani Meclis bunu öğrenebilecek mi, Meclis, denetim rolünü halk adına bu anlamda görebilecek mi? Bu işin bir tarafı.
Değerli arkadaşlar, ikinci tarafı: Bu şirket -yani Bakanlık personelinin kurduğu bu şirket- Ege Üniversitesinde uzmanlarla anlaşma yapıyor ve çok ciddi miktarda rakamlarla bu programı yazdırıyor, yaptırıyor ve bildiğiniz bir ticari firma gibi, haksız rekabet gerçeğine rağmen bunu hizmet olarak sunuyor.
Değerli arkadaşlar, bir süre sonra bunun hukuken mümkün olmadığı yani Bakanlık personelinin bir şirket kurarak, bir dernek kurarak Sağlık Bakanlığının hizmetlerini hastanelere veremeyeceğiyle ilgili iddialar, bu yolsuzluk iddiası ortaya çıkınca değerli arkadaşlar, çok ilginç biçimde, Daire Başkanı şirketi üçüncü kişilere devrediyor ama ilginç, devir günü, sonuçta bir rakam konuşuluyor ve bir rakam ödeniyor. Bu rakamlar şahıslara alınıyor herhâlde çünkü Sağlık Bakanlığının kasasına girmemiştir herhâlde, şahıs devrettiği şirketin parasını hayrına Bakanlığa falan vermemiştir herhâlde, böyle bir bağış sistemini ben bilmiyorum ama aynı gün, devrettiği şirketin banka hesabındaki paraları değerli arkadaşlar, noter satışından birkaç saat önce boşaltıyorlar. Düşünebiliyor musunuz? Yani bir bürokrat önce şirket kuruyor, sonra, yolsuzluk iddiaları çıkınca şirketi satıyor, sattığı gün de içini boşaltıyor.
Tabii, şirketi alan şahıs bir kamu kurumuyla iş yapan şirket satın aldığını sanıyor ve uğradığı haksızlık üzerine de işi takip etmeye başlıyor. Sürem çok dar... Bir süre sonra Sağlık Bakanlığı diyor ki: "Bizim bu dernekle, şirketle filan bir işimiz olmamıştır -yazılar ortada- bunu, bu programı bize Almanya'daki bir ilaç firması hibe etti."
Şimdi, eğer hasta haklarıyla ilgili bir sorumluluk hassasiyetiniz varsa, vatan, millet diye bir duyarlılığınız varsa, hastalarla ilgili bu kadar ayrıntılı bilgilerin bir Alman ilaç firmasının promosyonu, hibesiyle işletilmiş olmasının sizi ayrıca rahatsız etmesi gerekiyor. Ama çok ilginç, sonra yazışmalar devam ediyor, şirketin sahibi Almanya'ya soruyor, firmaya ulaşıyor, "Bu hibe nasıl gerçekleşir, telif hakları diye bir şey var, benim şirketimde bunlar." diyor filan. Sonra şirket, Almanya'daki büyük ilaç firması -ismini buradan vermek istemiyorum- diyor ki: "Hayır, bu hibe değil -çünkü Sağlık Bakanlığı yönlendiriyor onları böyle cevap vermeye- bu satıştır." Ve çek evraklarını gönderiyor. Sonra bu çekin aslında rüşvet olduğu ortaya çıkıyor.
Değerli arkadaşlar, hikâye uzun, devam ediyor, 1999'da başlamış, devam ediyor. Sağlık Bakanı konuyla ilgili soruşturma yapılmamasına karar vermeyi tercih ediyor, bugünkü Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ. Soruşturma yapılmıyor, sadece uyarı, kınama cezasıyla konu geçiştiriliyor, şirket sahipleriyle ilgili, üçüncü şahıslarla ilgili Bakanlık husumeti dolayısıyla dava açılıyor.
Şimdi, bu konu sizce araştırılmaya, komisyon kurulmaya değer mi değmez mi; sizin vicdanlarınıza, yetim hakkı konusundaki duyarlılığınıza havale ediyor, herkesi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)