| Konu: | Sınai Mülkiyet Kanunu Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 44 |
| Tarih: | 21.12.2016 |
MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) - Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; esasen burada arkadaşlarımız hem yasaya ilişkin hem de Türkiye'nin genel meselelerine ilişkin değerlendirmelerde bulunuyorlar. Bunların hepsine söylenecek cevaplarımız var ama bu cevaplar verildiğinde sürekli karşılıklı bir polemik durumu ortaya çıkıyor, ki Meclis sadece konuşulan yer değil aynı zamanda iş yapılması gereken yer ve bugün de aşağı yukarı bütün partiler ittifakla bir yasayı çıkartmaya çalışıyoruz. Esasen bu bahsedilen konulara ilişkin cevaplar geçmiş metinlerde de, zabıtlarda da mevcut ama bazen herhâlde üzerine gitmek gerekiyor. Mesela, en kıymetli hususun barış oluğunu bilmeyen hiç kimse yok. Bu ülkede biz AK PARTİ olarak, iktidar olarak bu memlekette barış ve selamet olsun istemez miyiz? İsteriz. Hiç kimsenin burnu kanamasın, herkes huzur ve sükûn içinde olsun, insanların yüzü gülsün, hiç kimse hayatını yitirmesin. Bunu istemeyecek bir insan var mı? Aklını yitirmiş olmalı.
Peki, niçin bu işler olur? Eğer birileri elinde silahla adını "barış ve uzlaşma" koydukları bir siyaseti size dayatmaya kalkar, "Benim barışım olacak." derlerse siz o barışı kabul etmezsiniz çünkü onun adı barış değildir. Türkiye 1984'ten bu yana bir terör örgütünün meydan okumasıyla karşı karşıya. İniyor, çıkıyor, yavaşlıyor, hızlanıyor ama 1984'ten beri etnik kimlikçi bir siyaset üzerinden Türkiye'de silah marifetiyle bir durum yaratmak isteyen, bütün stratejisini bunun üzerine kuran bir terör örgütü var. Yapmaya çalıştığı şu: Kan aksın, insanlar ölsün çünkü onların kanlı bedenlerinden bir devrimci durum, bir siyaset çıkacak. Beklentisi bu. Kürt çocukları ölsün ki o Kürt çocuklarının ölümü üzerinden insanlar bizim bayrağımız altında toplansınlar. Bu ülkede Türk kökenliler, karşı taraftakiler hayatlarını yitirsin, onlar da ölsünler ki bir milliyetçi öfke Kürtlerin üzerine gelsin ve literatürdeki ifadesiyle Kürtler kendisi için kendiliğinden Kürt olsunlar. Bunu yapmaya bizim gücümüz yetmez. O yüzden, bir öfkeli, bir kızgın, bir saldırgan milliyetçilik, akan kanla tahrik edilmiş bir milliyetçilik böylelikle bize hayat versin. Bizim ulaşamadığımız Kürtleri de bizim bayrağımız altında toplasın. Şiddetin stratejisi bu, amacı bu.
Peki, devlet ne yapmış? Bütün bu süre içerisinde, aslında 1984'ten bu yana, bunun on dört yılında da AK PARTİ bu ülkede barış ve selamet sağlansın diye işin sosyolojik tarafına bakmış, işin politik tarafına bakmış, işin barış ve selametle halledilebilecek yol ve yöntemleri varsa bunlara bakmış ama maalesef, bunlarla netice alınamamış ve -devlet, nihai olarak, bir toplumun birliğini ve devamını sağlamak için gerekirse meşru kuvveti kullanan organizasyondur- bu çerçevede de bu insanların selameti için elbette terör örgütüne karşı mücadele etmiş.
Tabii, terör örgütünün varlığı esasen sadece gayrimeşru güçlere ilişkin bir problem doğurmaz. Aynı sosyopolitik zemindeki meşru zeminlerde bulunan, en azından öyle akleden, meselelere bu şeklide bakan çevreler üzerinde de kendi hayaletini gezdirir, onların da ayarlarını bozar, onlar üzerinde de bir tahakküm ve vesayet oluşturur. En hafifinden, dağdaki insan elindeki silahla şiddet kültürü üzerinden kendisini yüceltirken, meşru zeminlerde bulunup siyaset marifetiyle yol almaya çalışanları aşağılar, hakaret eder, tahrik eder ve onlar üzerinde hem şiddete dayalı hem moral unsuruna dayalı bir tahakküm kurar.
Türkiye, demokrasiyle elbette bunları aşacak. Hepimiz demokrasiyi güçlendirmeliyiz. Barış bu ülkeye gelecekse devlet görevini yapacak, demokratik zeminleri güçlendirerek yapacağız, bunda da el birliği etmemiz gerekir.
Saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)