GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Sınai Mülkiyet Kanunu Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:44
Tarih:21.12.2016

HDP GRUBU ADINA SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün, daha doğrusu dün, "Çocuklar ölmesin, maça gelsin." diyen Amedspor takımı kaptanımız Sayın Şehmus Özer trafik kazasında yaşamını yitirdi. Amedsporun, bütün Amed halkının ve futbolseverlerin başı sağ olsun diyerek konuşmama başlamak istiyorum.

Ülke bir kaos içinde, yangın yeri ve her gün burada yasaları konuşuyoruz, tartışıyoruz ama gerçekten yasalar ve neler yapılacağı konusunda pratik bir çözüm üzerinden cümle kurulduğunu ne yazık ki göremedik.

Son bir buçuk yılda 32 bombalı saldırı olmuş ve 32 bombalı saldırıda, Meclis olarak ya rahmet okundu ya nefretle kınandı ama arkasından, 3'üncü bir bombalamadan ya da 5'inciden 32'ye kadar gelen bir süreç içerisinde ne yapılacağı, nasıl bir tutum alınacağı veya bunların olmaması için neler yapılacağı konusunda buradan, özellikle iktidar, Hükûmet tarafından bir cümle kurulmadı.

Yine buradan yola çıkarak şunu söylemek istiyorum: Bu ülkenin yüz yıl bir Kürt sorunu var ve bu son kırk yılda, Kürt sorunu üzerinde güvenlik politikaları ısrarında bulunan 6 Cumhurbaşkanı, 14 Başbakan, 15 Meclis Başkanı, 26 İçişleri Bakanı, 11 Genelkurmay Başkanı, bu Kürt sorunu konusunu hep güvenlik sorunuyla, güvenlik politikalarıyla çözeceğini iddia edenler bu kadar fazla sayıda değişti, gitti, geldi. Her gelen, bir süre sakinlik ve çatışmasızlık zemini üzerinden iktidarını güçlendirmeye çalıştı; arkadan, çatışmasızlığın onun iktidarını sarstığını fark ettiği an tekrar şiddet politikalarına yönelerek bugünlere kadar geldik.

Şimdi burada, son bir buçuk yıl içerisinde bizim partimize yapılan siyasi operasyonların sayısına baktığımızda, gerçekten bir başka parti olsa herhâlde esamesi kalmazdı ama Kürt halkı veya demokratik mücadele veren muhalefet kesiminin, sol sosyalist kesiminin, ötekileştirilenlerin hepsinin örgütlenmesinden kaynaklı hâlen dimdik ayakta duruyoruz.

Bakın, 15 Temmuzdan bu yana -sadece bu 2016'yı söylüyorum size- 4.222 kişi gözaltına alındı ve bunların içinden 1.068 kişi tutuklandı. Bunların içinde 3 tane MYK'mız var, 4 PM'miz var ve diğerleri de il ve ilçe örgütlerimizin yöneticileri olmak üzere 1.068 kişi tutuklandı ve yüz binlerce insan görevden alındı. O yetmedi, en son 12 milletvekilimiz gözaltına alındı, tutuklandı ve dosyası olanlar da ara ara gözaltına alınıp bırakılıyor sanki çok doğal, çok normal bir olaymış gibi. Oysaki milyonlarca oyla gelen bir siyasi partinin genel başkanlarının tutuklanmış olmasının inanılmaz düzeyde burada bir tartışma konusu olması gerekir. Biz değil, biz zaten tartışacaktık ama burada muhalefet ve iktidarın da aynı tepkiyi göstermesi gerekirdi, şunu demesi lazımdı: Burada, biz bu Parlamentoda...

Bakın, 32 tane bombalı eylem oldu, binlerce insan yaşamını yitirdi ve herkesin evine ateş düştü; bu hiç tartışılmıyor, tartışılmadığı için şiddet sarmalı daha da büyüyor. Konuşabilme zamanımız ve imkânımız varken gelin konuşalım, başka evlere, başka hayatlara ateşler düşmesin, başka yavrular ölmesin ve bunun yolu, yöntemi de konuşmaktan geçer. Ama biz konuştuğumuzda buradan tepki geldiğinde, oradan konuşulduğunda buradan tepki geldiğinde bu iş bu noktaya kadar gelmiş oluyor. Burada yapmamız gereken şudur: Cesurca, ilkelice oturup bu sorunu tartışabilmektir. Bugün konuşamazsak... Her zaman şurada, şu kürsüde HDP defalarca gelip şunu söylemiştir: "Bakın, arkadaşlar, çözüm ve müzakere sürecinin başlatılması lazım." Bakın, daha önce oldu, iki buçuk yıl boyunca sürdü ve iki buçuk yıl boyunca -bu Hükûmetin yapmış olduğu en iyi şey odur- bir insanın burnu kanamadı. Bu yolun yöntemini ya değiştirelim ya stratejisini belirleyelim, farklı bir strateji üzerinden tekrar konuşabilelim ama konuşabilme konusunda, bu ön yargıların fazlasıyla güçlü olmasından kaynaklı ve bazılarının da iktidarını kaybetmesinden kaynaklı korkuları var, o korkularından dolayı konuşma konusunda ne yazık ki o cesareti gösteremedi. Cesareti gösteremediği gibi de bugün AKP'ye baktığımda, inanılmaz moralsiz, demoralize, motivasyonu bozuk, umutsuzca bakıyor, sanki artık bu sorun çözülmeyecek, sanki artık bizim kontrolümüzden çıkmış, biz konuşamayacağız gibi bir bakış açısına sahip. Bu konuşulmak zorunda, bu konuşulmak zorunda; konuşulmadıkça canlar gidiyor, konuşulmadıkça ölümler artıyor, konuşulmadıkça biz, hepimiz bu acıların vebali altında kalacağız.

Bakın, ben size Sur'u söyleyeyim: Her dakika şurada Sur için "hendek, barikat" vesaire dendi. Bakın, Martın 10'unda İçişleri Bakanı dedi ki: "Operasyonlar bitmiştir." "Tam on aydır Sur'da hâlâ yasak var ve on aydır o Sur'da evler yakılıyor, kalan evler tahrip ediliyor, talan ediliyor ve orada paramiliter güçler var, Nusra ideolojisine sahip güçler var. gözlerimizle tanık olduğumuz, bire bir karşılaştığımız, bire bir şiddetini gördüğümüz paramiliter güçler var." dedik. O güçleri burada ısrarla söylediğimizde bize karşı şu dendi: "Kesinlikle böyle değil, orada bir terör operasyonu var, orada şöyle bir operasyon var." Dene dene, dene dene, bakın, en son, iki gün önce, bu ülkenin emniyetinde görevli olan, aktif, devletin silahını üstünde taşıyan bir polis memuru gidip Rus elçisini sırtından vurdu.

Bu zihniyet Sur'da yaptığında, Cizre'de yaptığında, Silvan'da yaptığında, Şırnak'ta yaptığında ısrarla söylediğimizde bir tanesi de "Ya olabilir mi acaba böyle bir şey? Gerçekten böyle bir durum var mıdır? Durup bir düşünelim, bir durup bunu tartışalım." deme gibi bir cesarete sahip olamadığı gibi, neredeyse korkusuna mahkûm oldu, korkusunun kölesi oldu. Çünkü gerçekten Kürt sorununu tartışmak bir cesaret işidir ve Kürt sorununu tartışabilmek için de Kürt olmak gerekmiyor. Alevi sorununu tartışmak için Alevi olmak gerekmiyor. Tam tersi, bugün Kürt sorunu Türkiye'nin sorunu oldu, Alevi sorunu Sünni'nin sorunu oldu, kadının sorunu erkeğin sorunu oldu, yoksulun sorunu zenginin sorunu oldu. O denli ötekileştirilen, kutuplaştırılan ve birbirine düşman yaratılan ve birbirinden nefret edercesine politika güden bir noktaya geldik.

Bir gecede legal bir siyasi partinin, 6 milyon oy almış bir partinin 40 tane il ve ilçe örgütü talan edildi, yakıldı, tahrip edildi. Ya, bir defa şuradan bir "Geçmiş olsun. Ne yapabiliriz?" denmedi. Sadece "Kabul etmiyoruz." dendi. Oysa demokratik, ilkesel bakış açısıyla bile baktığınızda, inanılmaz derecede utandırıcı bir şeydir bu. Sevmeyebilirsiniz, politikalarına muhalefet edebilirsiniz, farklı yerden bakabilirsiniz -zaten demokrasi de farklılıkların bir araya gelmesi demek değil midir- ama bu farklılıkları görmenize rağmen, bir gecede kırk tane il ve ilçe örgütümüz burada yakılıp yıkılırken bir arkadaşımız buradan çıkıp da, AKP'den bir milletvekili hariç, iktidar partisinden çıkıp da "Bunlar yanlıştır, yapmayın, böyle bir şey olamaz, biz kabul etmiyoruz." demedi ve bu da yetmedi, orada partimize saldırı yapanlar -o kadar cesaretleri, özgüvenleri yüksek ki- kameralarla, videolarla sosyal medyada bunu çok rahat paylaştılar ve o güruh çok rahat bir şekilde çağrıda bulundu. İsimleri, kimlikleri, adresleri belli olmasına rağmen bir kişi gözaltına alınmadı. Ama ne hikmetse, o gece, bizim HDP il ve ilçe örgütlerimizin hepsine yine siyasi operasyon oldu ve hepsi tutuklandı. Bu kadar akıl dışı bir yöntemle, bu kadar akıl dışı bir saldırgan politikayla bu ülkenin yönetilebildiğini mi sanıyorsunuz?

Bu ülke yönetilemiyor. Bu ülke yönetilemediği için, bakın, uluslararası düzeyde hiçbir prestiji kalmadı. Kendi içinde, bir gün kükreyen, iki gün sonra af dileyen bir yerden bakıyor. Üç gün önce başka kahramanlık düzüyor, üç gün sonra "vatan haini" diye tutukluyor. Toplumları bu kadar yozlaştırmanın, herkesi birbirine kutuplaştırmanın, kendi içinde bu kadar istikrarsızlığa gitmenin sebebi nedir? Yani, bununla bu ülke yönetilir mi, bununla bu şekilde ölümler durdurulabilir mi? 32 tane bombalama diyorum ya, 32 tane bombalama ne demektir? 32 tane bombalamada yüzlerce, binlerce insanın hayatı gitmiş demektir yani.

Bir türlü burada, şurada, şu insanlar gelip de bir gün gerçekten güler yüzüyle, şu yüreğinin sesiyle "Ben bu savaşı istemiyorum. Evet, farklılıklarınızı ben kabul ediyorum. Ortak saygı çerçevesinde, gelin, konuşalım, bu işi çözelim; sizin de canınız yanmasın, bizim de canımız yanmasın. Giden canlar ortaktır." diyebilirdik. Demediğimiz için, bakın, binlerce insan yaşamını yitirdi. Eğer bugün yine demeyeceksek, krizin bu kadar derin olduğu, kaosun derin olduğu bir yerde şimdi diyemeyeceksek... İnanın ki ben bir yıl önce burada Cizre için konuştuğumda "Arkadaşlar, bakın, orada insanlar yanacak, ölecek, çocuklar ölüyor." dediğimde, bu masada, şu şıradakilerin hepsi saldırdılar bana ve o insanlar göz göre göre benzin dökülerek yakıldı. Bugün de eğer biz yine aynı şeyi, aynı tutumu, aynı rehaveti göstereceksek veya görmezden gelip korkularımıza teslim olacaksak ve bunun arkasına da sığınıp "Bizim işimiz değil." diyebileceksek, inanın ki -hiç kimse kusura bakmasın- itiraz edenler bu konuda sorumlu olmayacaktır ama ülkeyi yöneten, bu ülkede sorumluluğa sahip olan iktidarın da bundan yüzde 100 sorumlu olacağını tekrar hatırlatmak istiyorum.

Şunu tekrar söylüyorum: Yol yakınken gelin, çözüm ve müzakere sürecini tekrar başlatalım. Muhatap Sayın Öcalan'dır. Tekrar başlasın. Her şeyi göze alalım, yeter ki bu kanı durduralım diyorum.

Herkesi selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)