GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Sınai Mülkiyet Kanunu Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:44
Tarih:21.12.2016

HDP GRUBU ADINA DİRAYET TAŞDEMİR (Ağrı) - Sayın Başkan, birinci bölüm üzerinde partimizin görüşlerini ifade etmek için söz hakkı aldım. Genel Kurulu selamlıyorum.

AKP iktidarı, kamu yararının, halkın bütünlüğünü ilgilendiren hizmetlerin çeşitli ambalaj kavramlar altında sermayeye devrediliş dönemidir. Sermayenin iktidarın bir bileşeni olduğu dönem de iktidarın kendisi hâline geldiği dönemdir.

Bugün konuştuğumuz Sınai Mülkiyet Yasa Tasarısı'nın da halkın kamu yararını ilgilendiren konuları mülk olarak gören, tekelleşmeyi kollayan düzenlemeler içeren bir tasarı olduğunu ifade etmek isterim.

Bir yandan böyle yasalar geçerken öbür yandan da bu düzenlemeler üzerine düşüncelerimizi, fikir üretmemizi giderek zorlaştıran bir toplumsal iklim yaratılıyor. Son iki yıldır yaşadıklarımız bir gerçeği su yüzüne çıkarttı: Biz, ülkeyi tek başına AKP yönetiyor sanıyorduk ama meğerse AKP bir tarikatlar ve cemaatler koalisyonuymuş, koalisyon dönemlerini bitirdik diye övünürken gizli koalisyonlarla ülkeyi yönetmiş. Bugün, Türkiye'deki bütün siyasal sorunların sınırlar içinde ve dışında dini kullanarak, cemaatleri kışkırtarak çözülmeye çalışılmasının yarattığı sorunlarla boğuşuyoruz. Öyle ki Kürt meselesi bile böyle halledilmeye, bu zihniyetle çözülmeye çalışılıyor maalesef.

Biz, sokağa çıkma yasaklarının devam ettiği dönemde Cizre'de, Sur'da duvarlara ırkçı, cinsiyetçi yazılmalar yapıldığını, altına da "esedullah timi" imzasının atıldığını bu kürsüde defalarca ifade ettik, bu konuda onlarca soru önergesi verdik. Hâlâ da bu konuda bu sorularımıza ve soru önergelerimize ilişkin tek bir cevap almış değiliz.

2014'te, Van'da HDP eylemlerine müdahale eden polisin "Yaşasın IŞİD" söylemleri videoyla kaydedildiği hâlde, bu konudaki soru önergelerine bir yanıt verilmedi. Vekili olduğum Ağrı'da "yabancı terörist savaşçılar" adıyla tedavi edilenlerle ilgili somut bir belge ortaya çıkmış olmasına karşı bu konuda da bir açıklama yapılmadı, tam tersine Kürt karşıtlığına dayanan maceracı dış politikayla bu yapılar Orta Doğu'da bir karşı güç olarak konumlandırıldı. Bu ittifak sınırı içinde Kürtlere, bütün muhaliflere karşı bir tehdit oluşturulurken yapılan tehditlerin üzeri örtüldü, hiçbir soruşturma açılmadı. Saldırıların muhaliflere, Kürtlere yönelik olması saldırıları iktidarın gözünde meşrulaştırdı. Bu sessizliği, yaşananları zamanında bütün kanıtlarıyla ortaya koymamıza rağmen, harekete geçilmemiş olmasının tek sebebi bu politik yaklaşımdır.

En son, Diyarbakır bombacısı Orhan Gönder'in normal koşullarda siyasi kriz yaratacak söylemleri basına yansıdı. Gönder devletin kendine sahip çıkacağının vadedildiğini, polisin "Bir yıl yatar, çıkarsın." dediğini ifade etti. Bunu gündeminize aldınız mı? Kim bu polisler, kimden güç alarak böyle bir ilişki kurulabiliyor? Hâlâ bu sorularımızın cevabı da maalesef yok.

Bugün "terörist" olarak ifade ettiğiniz cemaatçi yapılanmaların yöntem ve politikalarını bize karşı kullanmaya devam ediyorsunuz. KCK davaları bunun en somut örneğidir. İddianameleri hazırlayan savcılar, hâkimler cezaevinde olmasına karşın yargılamalar hiçbir şey olmamış gibi devam ediyor. Binlerce kişi terörist olduğu iddia edilen yapılanmalara üye hâkimlerin verdiği kararlarla suçlu ilan edildi, onlarca yıl ceza verildi. Bunda bile bir sorun görülmüyor, aynı propaganda devam ediyor. Öyle ki eş başkanlarımız başta olmak üzere 12 milletvekilimiz, arkadaşlarımız bu hâkim ve savcıların birçoğunun düzenlediği fezlekeler gerekçe gösterilerek tutuklandı, yargılanmaları su anda devam ediyor. Tabii, yolsuzlukları açığa çıkmış bir iktidarın bütçeyi dağıtmasında bir gariplik görülmezse suçlu olduğu iddia edilen hâkimlerin verdiği adalet kararlarının da üzeri böyle örtülmeye çalışılır. Gerçekten bir hesaplaşma yapılacaksa, gerçekten bu infazcı yapılara bir son verilecekse bu hesaplaşmanın Cizre'deki, Sur'daki yazılamaları yapan esedullah timinden, Orhan Gönder'in tetikçiliğini yaptığı yapılanmalardan, partimize yönelik linç girişimlerini organize edenlerden başlaması lazım. Buradan başlanmadığı müddetçe sürekli iktidara ortak olma talebiyle ortaya çıkan ve birbirinin yerine geçen paralel yapılar oluşacak, siyasetin bir yüzü hep ikili bir organizasyonla gizlenecek. Hep birileri devleti ele geçirme çabası içinde olacak, iktidar yaratma sürecinde birbirini baypas etmeye çalışan yapıların 15 Temmuzlarıyla boğuşup duracağız.

İktidar, siyasetteki krizi demokratikleştirerek değil, yasama, yürütme, yargıyı tek elde toplayarak, bütün kamu kurumlarını kadrolaşarak yönetmeye çalışıyor; adaleti kendi çıkarlarına göre yorumlaya yorumlaya halkta kamusal adalet duygusunun, hukukun meşruiyetinin çökmesine yol açtı. İnsanlar, intikamı adaletin yerine koyarak bireysel hesaplarını devreye sokuyor.

Seferberlik ilanlarıyla, linç çağrılarıyla kışkırtılan şiddet halkta intikamcı duyguları harekete geçiriyor. Linç, bir kriz yöntemi, aracı olarak bu dönem kullanılıyor. Zor yaratmak, güçten meşruiyet almak, panik siyaseti örmek iktidarın genel dönem siyasetinin temel unsurları. İktidar hukuku ihlal etmiyor, işine yaramadığında ortadan çıkarıyor. Bugün yaşadıklarımız, iktidarın on dört yıldır bu ülkeyi nasıl yönetemediğinin, nasıl güvensiz bir ülke hâline getirdiğinin göstergesidir. Anladık ki OHAL sadece bize karşı ilan edilmiş. Bizim eylem, açıklama bile yapmadığımız koşullarda cihatçılar düğünlerde katliam yapabildiğine, kamu görevlisi olan birisi en üst düzeydeki Rus Dışişleri mensubunu öldürebildiğine göre OHAL'in tek muhatabı biziz.

İtalya'da, faşist parti nasıl her düzeydeki muhalif bağımsız kurumsal otoritenin karşısına bir parti organı olarak yerleştirildiyse iktidar da elemanı hâline getirdiği kamu görevlilerini bağımsız yapıların tepesine küçük reisler olarak dikti. 46 belediyemize kayyum atandı, 64 belediye eş başkanımız veya vekilimiz tutuklandı. 15 Temmuzdan sonra 5 bin civarında HDP'li, BDP'li parti çalışanımız ve seçmenimiz tutuklandı. Parti binalarımız polis gözetiminde, belediyelere ait itfaiye araçları ve personeline başka bir siyasi partinin bayrağı asılıyor. Yalova il binamıza düzenlenen saldırıda 7 yaşındaki bir çocuk ve yöneticilerimiz güçlükle tahliye edildi. Esenyurt ilçe binamıza silahlı saldırı gerçekleştirildi, içeride 100'e yakın mermi kovanı bulundu. İlçe binalarımıza ses bombaları atıldı, 2 ilçe binamız kundaklandı. Konya ile Denizli il ve ilçe yöneticilerimizin bazılarının isim ve fotoğrafları sosyal medya üzerinden servis edilerek evleri tespit edilip "Linç edelim." çağrıları yapıldı. Her gün sosyal medya hesaplarından Cumhurbaşkanına hakaretten kaynaklı onlarca kişi gözaltına alınırken bu ve bizim partimize yönelik bu tür uygulamaları yapanlara ilişkin de herhangi bir girişimin olmadığını, en azından bu tür yaklaşımların göz ardı edildiğini de söyleyebiliriz.

Vaktim az kaldı, aslında birçok şeyi ifade etmek isterdim ama seçim bölgem Ağrı'yla ilgili bir sıkıntı var -aslında yoğunca telefon aldım ben bugün- onu ifade etmek istiyorum.

Aslında Ağrı, biliyorsunuz, kış koşullarının en sık, en soğuk yaşandığı, en sert geçtiği illerden biri ama maalesef, sanki Ağrı'da kış koşulları ilk defa yaşanıyormuş gibi Hükûmetin bir yaklaşımıyla karşı karşıyayız. Son dönemlerde özellikle su, elektrik ve yol gibi sorunlarda kamu kurumlarını aradığımızda hep gerekçe aynı oluyor. Ne söyleniyor bize: "Hava, kış şartları ağır, yollar kapalı, biz herhangi bir şey yapamıyoruz."

Bakın, bugün, Tutak ve Patnos'ta neredeyse bir haftaya yakındır yani yaklaşık beş gündür elektrikler kesik birçok köyde ve mahallede. Özellikle Patnos'un Suluca köyünde -200 hanelik bir köy- beş gündür karanlıkta insanlar, suları donmuş. Elektriğin kesinti nedeni ise trafo patlaması. Beş gündür bir trafo değiştirilemiyor. Aslında bize iletilen gerekçe şu: "Faturalar ödenmedi diye, aslında insanları cezalandırmak niyetiyle, biz trafoyu acele bir şekilde değiştirmiyoruz."

Şimdi, bir kez daha burada iktidara seslenmek istiyoruz: Ne zaman biz burada Ağrı'nın sorunlarını ifade etsek, iktidar yöneticileri ya da Ağrı vekilleri bu kürsüde ne kadar yol yaptıklarını, ne kadar hizmet verdiklerini anlatır dururlar ama şunu ifade etmek isterim ki yaptığınız yol altı ay boyunca kullanılmıyor. Dolayısıyla, insanları bu şekilde cezalandırmak yerine, bir kez de buraya pozitif bir ayrımcılık uygulayın, bu elektrik ve su meselelerine yapısal çözümler getirin.

Yani daha öncede burada ifade ettim, Ağrı'da kar ilk defa yağmıyor yani bu, ilk defa sizin döneminizde, AKP iktidarı döneminde yaşanan bir durum değil. Ağrı Ağrı olalı aslında kış koşulları böyledir. Yani dünyanın her yerinde benzer iklim koşullarına sahip iller, ilçeler ve ülkeler var. Dolayısıyla, insanlar buralarda günlerce karanlıkta kalmıyor, elektriksiz kalmıyor, kadınlar, çocuklar, hastalar bir şekilde bu hizmetlerden mahrum kalmıyor. Ama, Ağrı neden bu anlamda cezalandırılıyor ya da bir şekilde bu hizmetlerden faydalanamıyor?

Yani yaptığınız yollarda da -bunu da ifade etmek isterim- yani o çokça övünülen "Kilometrelerce yol yaptık." denilen noktada da Ağrı'da, örneğin Tutak-Ağrı arasında geçen hafta onlarca trafik kazası yaşandı, 3 kişi yaşamını yitirdi. Yani, bütün hizmetini "yol yaptım" üzerinden kurgulayan bir iktidarın bir kez de aslında, Ağrı'nın en temel yapısal sorunlarına eğilmesini ve en azından çok insani bir ihtiyaç olan elektriğin on gün ya da bir haftaya varan kesintilerinin önlenmesi için bir girişimde bulunmasını ve bu sorunun bir an önce çözülmesini Ağrılılar adına, Ağrı halkı adına, Tutak, Patnos halkı adına bir kez daha burada ifade etmek isterim.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)