Konu: | CHP Grubu önerisi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 2 |
Birleşim: | 43 |
Tarih: | 20.12.2016 |
HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Tabii, öncelikle dün bir suikasta kurban giden Rusya Federasyonu'nun Büyükelçisi Andrey Karlov'un durumuyla başlamak istiyorum. Hem Rusya Federasyonu halklarına hem de Rusya Federasyonu Hükûmetine başsağlığı dileklerimizi sunuyoruz.
Tabii, olay normalde savaş çıkarabilecek bir olay. Türkiye'nin siyasi tarihini, diplomatik tarihini biraz bilenler herhâlde ilk akıllarına Abdülhamid döneminde öldürülen Rus Konsolos ya da İkinci Dünya Savaşı sırasında öldürülen İsrail Konsolosu, hani birtakım bu örnekler geliyor. Fakat bölgede konjonktürel olarak oluşmuş bir ittifak durumu söz konusu. Rusya Federasyonu, şu an için en azından bu durumu büyütmeyecek görünüyor. Zaten hem Türkiye tarafından hem Rusya tarafından ilk verilen mesajlar bu saldırının normalleşmeye başlayan Rusya-Türkiye ilişkilerine yönelik bir provokasyon olarak değerlendiriyorlar, ilk tepkiler bu yönde. Yalnız bu konuda da dikkatli olmak lazım, şu an için böyle. Bunu şunun için söylüyoruz: Biliyorsunuz, jet krizinden sonra, düşürülen Rus jetinden sonra Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkiler asimetrik bir hâl aldı. Türkiye alttan almak durumunda kaldı, durumu toparlamak için birtakım tavizler verdi. Hem içeride hem Suriye'de birtakım tavizler vererek ilişkileri normalleştirme yoluna gitti. İyi mi yaptı kötü mü yaptı ayrı tartışılır bir konu da, ilişkileri bir şekilde normalleştirdi. Fakat bir polis tarafından bir ülkenin büyükelçisinin burada öldürülmüş olması demek dış politika açısından şu demektir: Türkiye ile Rusya arasındaki asimetrik ilişki derinleşecektir. Niye? Çünkü, Rusya'nın taleplerinin, isteklerinin dışındaki Türkiye'nin tasarrufları konusunda her zaman için bu durumu, bu lekeyi Rusya getirip Türkiye'nin önüne koyacaktır. Yani, Rusya'nın istediği şekilde dış politikamızı daha fazla kurgulamak durumundayız bir ülke olarak. Aksi hâlde, Rus'ları biliyorsunuz yani daha bu yaz bu Hükûmeti IŞİD'e silah satmakla, destek vermekle suçluyor, uluslararası bütün alanlarda bunun propagandasını yapıyordu. Şimdi bir durum oldu, Hükûmetle bir yakınlaşmaları oldu, maşallah, yandaş medyada "Kardeş Putin." şeyleri yazıyor. Arkadaşlar, gerçekten, sadece devletin kurumları değil, basın, diplomasi her alanda o kadar bir omurgasızlık oluşmuş durumda ki, bu, Türkiye'nin resmidir. Bütün kurumlar şu an çökmüş durumda; basınından, bakanlığından, istihbaratından, polisine kadar gerçekten çökmüş durumdayız; bir ülke olarak söylüyorum bunu. Şimdi, niye? Yani şu an elimizde çok fazla veri yok, komplo teorilerine girmek istemiyorum. "Cemaat yaptı, El Kaide yaptı, o yaptı, bu yaptı..." Arkadaşlar, bir sabredelim, bekleyelim, bakalım birtakım verilere ulaşabilecek miyiz? Şu an konuşmak komplo teorisi olur. Türkiye'de bundan çokça yapıyorlar. Zaten, medyaya bakıyoruz, kim olduğunu bilmediğimiz bir sürü stratejist çıkmış, sabahtan akşama kadar orada ahkâm kesiyorlar; manipülasyon yapıyorlar, beyin yıkıyorlar, beyin dağıtıyorlar.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Bir de kendilerinin beyni olsaydı.
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Allah için de, açık söylüyorum, Orta Doğu siyasetine, dış politikaya dair zerre kadar da bir şey bilmiyorlar. Niye bu kadar para alıyorlar, bunları niye bu televizyonlara çıkarıyorlar onu da hayretle izliyoruz. Ortada şöyle bir durum var arkadaşlar: Niye bu Türkiye'nin başına geliyor? Bir konjonktürüne bakalım. Niye Rusya'nın Büyükelçisi Türkiye'de "Halep'i unutturmayacağız!" diye bağıran bir polis memuru tarafından katlediliyor? Bu, Suriye politikasıyla ilgili bir durum. Belli ki bu olayın kendisinin Ankara'da bir büyükelçinin öldürülmesinin hem bölgesel hem de küresel iktidar kavgalarıyla direkt ilişkisi var.
Mavi Marmara olayıyla birlikte -kaba bir tabir, özür diliyorum bundan ama- Filistin için bir pazar kuruldu ve satışa getirildi; biz bunu gördük, komisyonda da tartıştık, burada da tartıştık. Filistinlilerden sonra sıra Halep'e geldi. Türkiye, Halep'e sunduğu, Halep'te savaşanlara sunduğu askerî, diplomatik desteğini çekerek şu an -tırnak içinde söylüyorum- insani birtakım kaygılarla onları oradan çıkarmaya çalışıyor. Muhtemelen de Halep'ten çıkardıkları militanları dönüp, getirip Fırat Kalkanı bağlamında orada kullanacaklar; öyle görünüyor, ar etmemişler çünkü.
Arkadaşlar, bütün bu felaketlerin sebebi nedir biliyor musunuz: Suriye'de yanlış yaptığınız politikada ısrar etmektir. Rusya'yla bu yakınlaşmanın sebebi nedir? Nasıl böyle canım cicim oldu? Ne oldu? Kürtler orada statü elde edecekler değil mi? Halep'i vereceğiz, Bab'ı alacağız. Hikâye bu mu? Bu. Ben bu Genel Kurulda şu açıklamayı yapmıştım, aynen şu kürsüde konuşmuştum, demiştim ki: Öyle arı gibi çiçekten çiçeğe konamazsınız dış politikada. Bir çiçekten kalkar diğerine gitmeye çalışırsınız, diğer çiçek size küser, solar, sıkıntı yaşarsınız. Görüyoruz, çok net bir şekilde bu resmi görüyoruz burada.
Şimdi, işin doğrusu, bu Hükûmetin, bu devletin, bu Parlamentonun bu yanlıştan döneceğine dair ben umudumu yitirmiş durumdayım. Şu an Suriye politikasının tek bir amacı var -şimdi haberler gelmeye başladı, Esad yani rejim değişikliği olmadan Suriye'de bir siyasal çözüm konusunda İran, Rusya ve Türkiye anlaşmış diye haberler geçiyor, ne kadar doğru bilmiyorum ama Reuters böyle haberler geçmeye başladı İngilizce- Türkiye'nin Suriye politikasında şu an tek bir belirleyen var, tek bir tane: Kürtler o iki kantonu birleştirmesin. Aha, bu kadar. Yani, Kandil'den -Sayın vekilim, az önce söylediniz- Afrin'e kadar Kürtlerle bir ittifak yapıp, bir istikrar adası oluşturup, Türkiye'de iç barışı sağlayıp harikulade bir siyasi ortam yaratabilecekken -kastımız 1.000 kilometreden fazla, 1.300, 1.500 kilometre- Türkiye Cumhuriyeti devleti bu Hükûmetin yanlış politikalarıyla kendisini 90 kilometreye sıkıştırmıştır, Kobani'den Afrin'e kadar olan o bölgeye sıkıştırmıştır. Vizyonsuzluk budur. "Kürtlerle barış yapmayacağım..." O 90 kilometreye kim girecek? "Kürtleri oraya birleştirecek birleştirmeyecek, bunun için IŞİD'e, El Nusra'ya, hangi örgüt varsa, Kürtlerle kavgalı olan hangi örgüt varsa ya göz yumarım ya destek veririm ya ticaret yaparım..." Bunları şu an cezaevinde olan İdris Baluken açıklamıştı burada, IŞİD kapıları aldıktan sonra bu Hükûmetin yaptığı ticaret var. PYD'ye geçince ticaret kesiliyor. Öyle az önce hangisi söyledi, hangi arkadaşımız söyledi? Sayın Bakan, eski Bakanımız "PYD olsa, IŞİD olsa fark etmez." diyor. Hayır, fark ediyor. IŞİD'le ticaret yapıyorsunuz bakın, PYD'yle ticaret yapmıyorsunuz mesela. Demek bir fark varmış orada. Şu an öğreniyoruz ki Türkiye son iki üç yıl içerisinde çok inanılmaz miktarlarda potasyum nitrat satmış Suriye'ye. Mesela 2014, 2015 yılında 10 bin tonlara varan potasyum nitrat satışı var Türkiye'den -delilli, belgeli- daha önce 2003 ve 2008 yıllarında kısmi potasyum nitrat satılmış. Şu an çarşaf çarşaf çıkmış bunlar. İnanılmaz miktarlarda orada patlayıcı madde kullanmak için 13 tane de şirketin ismi var, bir tanesi de -o polemiğe girmek istemiyorum ama- çok büyük bir siyasetçinin yakın arkadaşının şirketi, böyle tuhaf tuhaf ilişkiler var.
Çok fazla uzatmayayım, zamanım az kaldı arkadaşlar. İçişleri Bakanı derhâl istifa etsin. Son iki ay içerisinde yaptıklarıyla HDP'ye saldır, bir hafta içerisinde 1.000 HDP'liyi götür içeri at, geçen hafta bununla meşguldü. İki yıl önce işe alınmış cemaatle mücadele bağlamında yeni boşalan kadrolara atamış. O bizimle uğraşırken bizim ilçe binalarımız yakılırken telefonlarımıza çıkmayıp bizimle uğraşan İçişleri Bakanı -işte, bakın güvenlik zafiyeti- gitsin, bu teröristlerle uğraşsın işte, eğer uğraşıyorsa. Derhâl istifa etmesi lazım. Ölenin haddi hesabı yok ama hâlâ bir kinle, hâlâ bir gururla hâlâ intikam nidalarıyla ve son derece maço bir şekilde...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Özsoy.