GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı Maddeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:41
Tarih:15.12.2016

HDP GRUBU ADINA BERDAN ÖZTÜRK (Ağrı) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Şimdi, olağan dışılığın olağanlaştırılmaya çalışıldığı, kuralsızlığın kural olarak gösterilmeye çalışıldığı, keyfîliğin hüküm sürdüğü bir ortamda kalkıp Bütçe Kanunu Tasarısı'nın 11'inci maddesi üzerinde görüş belirtmem aslında bu olağan dışılığa katkı sunmuş olur, olağanlaştırmış olur. Dolayısıyla, ben, genel fikirlerimi bu vesileyle sizlerle paylaşacağım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; egemen siyaset biçimleri tarihsel ve toplumsal olarak erkek egemenliğine dayanan güç ve istismar siyasetine bağlanırlar. Kuşkusuz bunlar iç içe ve birbirlerini tamamlayan tarzda yürütülürler. Biri, boyunduruk altına alıp bağımlı kılmaya yönelik baskı, tehdit, şantaj, korku, zorbalık ve benzeri yollarla yürütülen zor siyasetidir; fetih ve talan siyaseti olarak da açımlanabilir, faydacılık ve çıkarcılığın kaynakları burada aranabilir. İkincisine "yumuşak güç siyaseti" de denilebilmektedir yani istismar siyasetine "yumuşak güç siyaseti" de denilebilmektedir. Amiyane bir ifadeyle havuç-sopa politikasının havuçla avlama yönünü ifade etmektedir. Bu yöntem işlemediğinde ise sıklıkla sopayla haddini bildirme, uslandırma yöntemleri devreye girmekte, bunlar birbirlerini takip eden süreçlerle ve genellikle iç içe yürütülmektedir. Bitmek tükenmek bilmeyen krizler, savaşlar ve giderek kaos yönetimine dayanan çözümsüzlük siyasetleri bunlarla bağlantılıdır ve nihayetinde bunların hepsi siyasetin inkârıyla maluldürler.

Alman hukukçu ve siyaset felsefecisi Carl Schmitt'in, politikanın dostlar ve düşmanlar, biz ve onlarla ilgili olduğu yolundaki tanımlaması bu yönleriyle dikkat çekicidir. Kaldı ki çok daha öncesinde kapitalist modernitenin siyaset felsefesinin Hegel'de en sistemli hâline ulaştığını söyleyebiliriz. Hâlen sisteme damgasını vuran, esas olarak Hegelci yapısal zihniyetin kalıplarıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; iktidarcı zihniyet tarafından askerî bir deha olarak görülüp lanse edilen Prusyalı General Clausewitz'e göre savaş, siyasetin farklı araçlarla yürütülmesidir. Burada savaş, çelişkilerin asli çözüm platformu olarak görülüp ele alınır çünkü siyaset, yalana ve devletli diplomasiye indirgenmiştir. Hakikat, anlam savaşından ziyade askerî savaşta aranır.

Foucault'ya göre ise bunun tersi doğrudur. Siyaset, savaşın farklı araçlarla sürdürülmesidir, yürütülmesidir ve toplumu bu bakımdan savunmak gerekir. Foucault görüşlerini "Doğa gereklerine ya da düzenin işlevsel ihtiyaçlarına inanmamamıza yol açan unutuşların, hayallerin ve yalanların altında savaşı bulmak gerekir çünkü savaş, barışın şifresidir. Tüm toplumsal varlığı da sürekli olarak bölüp durur, her birimizi bir kampa ya da başka bir kampa yerleştirir." şeklinde temellendirir.

Genel olarak savaşın kendisi iktidar amaçlı olup, çelişkileri çözerek aşmaya değil, daha da yozlaştırmaya ve siyasetin tasfiyesine hizmet eder, böyle bir rol üstlenir. Bu yaklaşımın temelinde çelişkiye zemin olan ikilem ve taraflardan birinin tümüyle boyunduruk yani tahakküm altına alınarak bu yolla çelişkinin ortadan kaldırılması veya kaldırılabileceği kavrayışı bulunmaktadır ki, gerek tarihsel deneyimler gerekse bilimsel gerçeklik bu bakışı doğrulamamaktadır. Çünkü çelişkiye taraf olan ikilemler zor yoluyla ortadan kaldırılamaz, ancak zamanla işlevsizleştirilerek aşılabilirler.

Nasıl ki doğada karşıtların birbirlerine yüklenerek dönüşmesi söz konusuysa, toplumsal ikilemlerde de bunun bire bir aynısı olmamakla birlikte, karşıtların mücadelesini, zıtların birbirlerini yok etmesi temelinde kavramak yanlıştır. Bu durum demokrasi ile devlet arasındaki ilkesel farklılıkları gözden kaçırmamız anlamına gelmez. Karşıt sistemi yok etmek değil, ilkeli mücadele yoluyla aşmak gerekir. Bu da devletin demokrasiyle aşılması mücadelesidir. Buna bağlı olarak, demokrasi ile devlet arasında, demokrasinin iktidar ve devletleşmeyi hedeflemediği, devletin ise demokrasiyi bastırıp kendi içinde eritmesine müsaade edilmediği ilkeli bir ilişki ve çelişki dâhilinde, ne inkâr ve yok etmek ne de birbirinin içinde erimek şeklinde özetlenebilir. Bu durumda her ne kadar uzun süreli bir arada yaşamaları söz konusu olsa da demokrasinin meziyetleri ve de sorunları çözüm gücü karşısında devletin gerileyeceği tarihsel öngörüsüne bağlı olarak devletli siyasetin de tarihsel süreçte etkinliğini giderek yitireceğini de söyleyebiliriz. Burada Engels'in devletin sönümlenmesi perspektifi geçerliliğini korumaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sermaye ve iktidar tekeli siyasetin en temel, başta gelen toplumsal sorunsalıdır. Bu kategoriler dışında siyaseti yeniden inşa etmek toplumsal sorunların ertelenemez çözüm yoludur. Tahakkümü süreklileştiren iktidar tuzaklarına düşmeden, devlete karşı direnişin ahlaki ölçülerini yaratan, netleştiren bir toplumsallık olarak siyaseti yeni bir yol olarak düşünmemiz gerekiyor. Demokratik değişimin doğasını, özgür gelişimin diyalektiğini, değişik yöntemleri, çeşitli biçimleri, farklı sorumluluk ve katılım düzeylerini kendinde birleştiren bir toplumsal doğanın varoluş temeli olarak siyaseti yeniden anlamlandırmak bu ihtiyacın sonucudur. İktidar ve devlet eleştirisi temelinde, ahlaki ve politik toplum ışığında yeni bir alternatif siyaset icra etmek görev ve sorumluluğuyla yükümlüyüz. Dolayısıyla yeni bir siyasi ilişkinin kurulması gerektiğine ve bu yeni ilişkinin biricik kaynağının ahlaki toplum doğası olacağına inanıyoruz. Bu ilişki sadece yeni bir siyaset değil, yeni bir sistemi inşa ederek toplumsal özgürleşmenin ufku olarak yaşam bulmaktadır.

İşlev, anlam ve yapısallık bağlamlarında baktığımızda, demokrasi tarafında ahlakı esas alan ilişkiler, sözleşmeler, ortakçılık, çoğulluk bulunmaktadır. Burada paylaşım ve kullanım değerine dayalı demokratik, katılımcı, topluluk ekonomisi, ekolojik yaşam, özgür kadın duruşu ve ideolojisi, toplum ve halk için bilim, vicdan, din ve inanç özgürlüğü, halkın örgütlenmesi, demokratik otorite ve özgür yurttaşlık ile demokratik tarzda işleyen komün, Meclis, kongre, akademi, üretim ve tüketim birlikleri örgütlenmeleri başlıca ilke ve kurumlaşmalar oluyor. Devlet açısından bakıldığında ise bunların yerine kâr ve iktidar tekelini, tekçi, inkârcı, baskıcı, ayrıcalıklı ve istismarcı anlayışlar olarak cinsiyetçilik, dincilik, milliyetçilik, pozitif bilimcilik gibi zihniyet köleliklerini, zorunlu vatandaşlık, zorunlu askerlik, zorunlu eğitim gibi yasal ve hukuksal kılıflara büründürülmüş tahakkümcülüğü, zora dayalı otorite ile toplum aleyhine ur gibi büyüyen, toplumu giderek nefessiz bırakan bürokrasi ve orduyu, polisi ve benzeri militarist kurumları görmekteyiz.

Şimdi demokratik siyasetle, özgür bir dünyanın var olduğunu yaşayarak ve yaşatarak haykırmanın vaktidir. Ben de bu vasıtayla, bu kürsüden sonuna kadar demokratik siyasette ısrar edeceğimizi haykırmak istiyorum. Gasbedilen halklarımızın iradesini temsil eden, başta eş genel başkanlarımız, milletvekillerimiz, belediye eş başkanlarımız ve tüm seçilmiş arkadaşlarımızla birlikte sonuna kadar direneceğiz ve daha özgür, daha demokratik ve barış dolu bir ülke için mücadele edeceğiz. Umudumuz tamdır, mutlaka kazanacağız.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.