| Konu: | 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 9'uncu Tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 40 |
| Tarih: | 14.12.2016 |
MHP GRUBU ADINA İSMAİL FARUK AKSU (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2017 yılı Bütçe Kanunu Tasarısı'nın Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, Kamu İhale Kurumu, Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu bütçeleri üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım. Genel Kurulu ve ekranları başında bizi izleyen muhterem vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün İstiklal Savaşı'mızın ardından "Askerî zaferler ne kadar büyük olursa olsun iktisadi zaferlerle taçlandırılmazlarsa kazanılan zaferler yaşayamaz." sözü istikbal ve istiklalimiz için ekonominin ne kadar önemli olduğunu ifade etmektedir.
Cumhuriyetimizin ilk yıllarında hâkim olan iktisat politikasının temel hedefi güçlü bir yerli ekonominin kurulması olmuştur. Özel sektörün sermaye birikiminin yok denilecek seviyede olması sebebiyle birçok sanayi tesisi ancak devlet tarafından kurulabilmiş, devlet kalkınmanın ve ekonomik büyümenin motoru işlevini görmüştür. Nitekim, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun ardından geçen kısa zaman zarfında çok sayıda fabrika, banka, kurum ve kuruluşla ülkemizin hızla büyümesi ve sağlam temeller üzerine oturması sağlanmıştır. Devletin ekonomideki ağırlığı neoliberal akımın ve küreselleşmenin etkisini hissettirdiği yakın döneme kadar da devam etmiştir.
1980'li yıllarda Batı ülkelerinde başlayan özelleştirme akımı ülkemizde etkisini 1994 yılı sonrasında göstermiş ve aziz milletimizin alın teriyle inşa edilen kamu işletmelerinin özelleştirmeler yoluyla elden çıkarılması süreci başlamıştır. Özelleştirme uygulamalarında asli amaç kamuya ait kuruluşların sermaye piyasalarında halka arz yoluyla satılması suretiyle sermayenin tabana yayılmasıdır. Oysa Türkiye'de özellikle de 2003 sonrasında yapılan özelleştirmelerde sadece kamu varlıklarının büyük kişi ve şirketlere devredilmesi sonucunu doğuran ve yeni iş alanlarının oluşmasını sağlamayan blok satış yöntemi yoğun bir şekilde kullanılmıştır. Son on dört yıllık özelleştirme sürecinde blok satışların toplam satışlar içerisindeki payı yüzde 52,4; tesis ve varlık satışlarının oranı yüzde 29,5 olmuştur. Halka arz yoluyla yapılan satışlar ise toplam satışlar içerisinde yüzde 14,3'lük paya ulaşabilmiş, borsada yapılan satışlar da sadece yüzde 1,9 seviyesinde kalmıştır. Bu durum özelleştirmeler yoluyla kamu kaynaklarının tabana yayılmadığı, aksine millî birikimin büyük ölçekli özel sermaye gruplarına aktarıldığı anlamına gelmektedir. Bu tablo özelleştirmelerin esas hedefinden saptırıldığını da açıkça ortaya koymaktadır. Sermayenin tabana yayılmasını sağlamayan özelleştirmeler rekabetçi bir serbest piyasanın oluşmasına mani olmanın yanı sıra büyük sermayeye sahip küresel çapta faaliyet gösteren çok uluslu yabancı şirketlerin tekel oluşturmasına da yol açmaktadır.
Değerli milletvekilleri, rekabetçi özel sektörün kamu sektöründen daha iyi işleyeceği felsefesine dayanan özelleştirmelerden beklenen en önemli fayda üretimin ve istihdamın artarak devam etmesiyle beraber söz konusu kuruluşların daha verimli çalışacak hâle getirilmesidir.
Ancak biliyoruz ki birçok kuruluş, özelleştikten sonra kapatılmış, üretimin devamı sağlanmamış, çalışma alanının dışında, farklı maksatla kullanılmış, kuruluşun mal varlıkları, arazi ve diğer gayrimenkulleri satılmıştır. Özelleştirilen birçok tesisin kapatılması, kamu kaynaklarının elden çıkarılmasının yanı sıra işsizlik ve büyük kentlere göçü artıran temel unsur olmuştur. Yanlış özelleştirme politikası sonucu ortaya çıkan işsizlik sorununun çözümüne yönelik kalıcı tedbirler alınmamıştır. Pek çok piyasada çarpık bir düzen meydana gelmiş, piyasalar ya devlet eliyle özel tekellere terk edilmiş ya da dışa bağımlı hâle gelmiştir. Kritik sektörlerdeki özelleştirmelerde millî, stratejik tercih ve öncelikler göz önünde bulundurulmamıştır. Tekel konumundaki KİT'lerin özelleştirilmesinde rekabetin tesis edilmesi ve tüketicinin korunmasına yönelik herhangi bir tedbir alınmamıştır.
Özellikle, tarımsal özelleştirmelerde kırsal kalkınma göz ardı edilmiş ve çiftçilerimizin durumu dikkate alınmamıştır. Nitekim, Sayın Başbakanın açıkladığı, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi Cazibe Merkezleri Programı, tarım alanındaki özelleştirmelerin yanlışlığını açıkça ortaya koymuş; yıllardır dile getirdiğimiz eleştirilerimizde haklı olduğumuz teyit edilmiştir. 20 Eylül 2016 tarihinde Sayın Genel Başkanımız Devlet Bahçeli'nin açıkladığı Milliyetçi Hareket Partisinin "Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ni Kalkındırma Programı" ise, tarım-sanayi entegrasyonu ile kırsal kalkınmayı sağlamak üzere oluşturulan ve yıllardır partimizin kırsal kalkınma politikasının önemli bir unsuru olan "Tarım Kentleri" ve "Merkez Köyler" projelerinin günümüze uyarlanmış hâlidir. Program, bölgede yaşayan vatandaşlarımız tarafından devletin müşfik ve güçlü elinin hissedileceği, PKK'nın tasallutuna son verileceği, kamu hizmetlerine erişimin tam olarak sağlanacağı, sonuçta ekonomik büyümenin, sosyal gelişmenin, toplumsal uzlaşmanın ve millî birlik ve bütünleşmenin temin edileceği bir programdır.
Değerli milletvekilleri, özelleştirmelerde ve diğer kamu ihalelerinde temel kıstas, millî kaynaklarımızın korunması, yetim hakkının ve kamu yararının gözetilmesidir. Bu sebeple, söz konusu işlemlerin mutlaka yolsuzluklarla mücadele anlayışı içinde değerlendirilmesi gerekmektedir.
AKP dönemindeki özelleştirme uygulamaları ve kamu ihaleleri, maalesef kamudaki çürümüşlüğün, siyasetçi-iş adamı-bürokrat üçgeninde gelişen yolsuzluk ve usulsüzlüklerin kendini gösterdiği önemli bir alan olmuştur. Özelleştirmeler, millî menfaatleri esas alan, milletimizin alın terini aziz bilen, devlet yönetimini kayıt dışına taşımayan ve özel ilişkilere indirgemeyen bir yaklaşımla anlamlı olabilecektir. Ne var ki, son yıllarda gerçekleştirilen bazı uygulamalar, özelleştirme adına atılan adımların arkasında özel ilişkilerle oluşturulmuş bir altyapının olduğunu ortaya koymaktadır.
2005 yılında 3,2 milyar kâr edip 1 milyar liradan fazla kurumlar vergisi ödemiş olan TÜRK TELEKOM'un yüzde 55'i blok olarak iki yıllık kârına 6,5 milyar dolara satılmış, 6 milyar dolar değerindeki Avea da satışın yanında hediye edilmiştir. Dahası, kurumlar vergisi oranı 10 puan düşürülerek TÜRK TELEKOM'a yaklaşık 4 milyar dolarlık vergi avantajı sağlanırken kamunun vergi hasılatı da bir o kadar zarara uğratılmıştır.
TMSF portföyünde bulunan bazı kuruluşların satışında kamu bankaları kullanılmıştır. TÜPRAŞ'ın yaklaşık yüzde 15 hissesi el altından bir gecede satılmış, idare mahkemesi satışı iptal etmiş olsa da bu satıştan dolayı alıcı birkaç ay içinde yaklaşık 500 milyon dolar kazanç sağlamıştır.
Tapu Kanunu'nda ve Sermaye Piyasası Kanunu'nda yapılan değişikliklerle, herhangi bir şarta bağlı olmaksızın mütekabiliyeti de esas almayan bir yaklaşımla yabancılara mülk satışına imkân verilmiş, ülkemizin millî güvenliği ve stratejik öncelikleri göz ardı edilmiştir.
Gerçekleştirilen özelleştirmelerde, içerik bakımından sağlam bir hukuki zemine dayanan ve suistimalleri ortadan kaldıran bir yapı oluşturulamamış, hukuki boşluklar, özel yasal düzenlemeler ve idari yetki aşımı suretiyle şahsi ilişkilere dayalı bir yapı tercih edilmiştir. Devletin sahip olduğu imtiyazlar ve varlıklar yabancıların lehine el değiştirmiş, satışlarda şeffaflık, kamusal fayda ve adalet gibi özelleştirme ilkeleri yeterince dikkate alınmamıştır.
Türkiye, 1985-2016 döneminde toplam 67,5 milyar dolar tutarında özelleştirme yapmıştır. Bunun 59,4 milyar doları yani yüzde 88'i AKP döneminde gerçekleştirilmiştir. Cumhuriyetimizin kazanımları, Türk milletinin kıt kanaat tasarrufuyla yapılan yatırımlar bir bir elden çıkartılarak yapılan yaklaşık 60 milyar dolarlık özelleştirmeye rağmen, 2002'de 129,5 milyar dolar olan dış borcumuz, 2016'nın ikinci çeyreği itibarıyla 421,4 milyar dolara çıkmıştır.
Değerli milletvekilleri, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı büyük bir kurumsal yapı ve aynı zamanda önemli yetişmiş insan kaynağına sahip olmasına rağmen, uygulamada kurumun asli görevini danışmanlık firmaları aracılığıyla yaptırdığı görülmektedir. Eğer işler danışmanlık şirketleriyle yapılabiliyorsa bu denli büyük bir kurumsal yapıya ihtiyaç yoktur.
Bu danışmanlık meselesi Sayıştayın da dikkatini çekmiştir. Sayıştay, 4046 Sayılı Kanun Kapsamında Danışmanlık Hizmetleri İhalelerinde Uygulanacak Esas ve Usullere İlişkin Yönetmelik'te yer alan "İdare'den Kaynaklanan Sebepler; işin sözleşme süresi içinde bitirilmesinin mümkün olmaması hâlinde, taraflarca mutabakata varılarak sözleşmenin uzatılabileceği" şeklindeki hükmün mevzuata aykırı olarak devam eden sözleşmelere de uygulandığını tespit etmiştir. Yine Sayıştay, raporunda, Özelleştirme Yüksek Kurulu kararıyla, kamu yararına kullanılması kaydıyla kamu idarelerine devredilen bazı taşınmazların amacı dışında kullanıldığı ve bu varlıkların kullanım şeklinin idare tarafından denetlenmediğini belirtmiştir. Kuşkusuz ki bu tespitler kamunun zarara uğratıldığının ispatı niteliğindedir ve sorumluları derhâl tespit edilmelidir.
Denetimin bir amacı da idarenin geliştirilmesine katkı sağlamaktır. Bu sebeple, denetim sonuçları Hükûmet tarafından mutlaka ciddiye alınmalıdır. Bize göre, özelleştirmeyle, ekonomide rekabet ortamının tesis edilmesi, kamu maliyesi üzerindeki yükün hafifletilerek kaynakların etkin kullanılması, üretim ve istihdam artışı sağlanması, teknoloji transferi ve ihracat kapasitesinin geliştirilmesi amaçlanmalıdır. Öncelikli olarak, halka arz yoluyla özelleştirme yöntemi uygulanmalı, sermayenin tabana yayılması sağlanmalı, uluslararası rekabet şartlarında üretim devam etmelidir. Devlet tekellerinin yerini özel sektör tekellerinin alması önlenmeli ve rekabetçi piyasaların oluşması temin edilmelidir. İşlemlerde şeffaflık ilkesi tam anlamıyla uygulanmalı, kamu vicdanını rahatsız edecek hiçbir uygulamaya izin verilmemelidir.
Değerli milletvekilleri, yakın tarihimizde gerçekleştirilen yapısal reformlardan biri de kamu ihale alanındadır. 57'nci Hükûmet döneminde bankacılık, mali disiplin, sosyal güvenlik reformları gibi bu alanda da çok önemli bir adım atılmıştır. Türkiye'nin kamu ihale sisteminde yolsuzluklarla mücadelenin önemli bir parçası olan Kamu İhale Kanunu ve Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu düzenlemeleriyle yolsuzluklara zemin hazırlayan unsurların ortadan kaldırılması amaçlanmıştır. Ancak, AKP hükûmetlerince önce ihale mevzuatında, sonra da imar mevzuatında değişiklikler yapılarak istismara açık alanlar oluşturulmuştur.
2003 yılında açık ihale usulüyle yapılan kamu alımlarının oranı yüzde 82 ve pazarlık usulüyle yapılan kamu alımlarının oranı yüzde 17 olarak gerçekleşmişken, 2015 yılında açık ihale usulüyle yapılan alımların oranı yüzde 73'e düşmüş, pazarlık usulüyle yapılan alımların oranı ise yüzde 26'ya çıkmıştır. Bu dönemde doğrudan temin yoluyla yapılan alımlar da 8 kat artmıştır.
Kamu alımlarının genel ihale usulleri yerine doğrudan temin suretiyle yapılması ve bazı kurum ve kuruluşların kanundan istisna tutulması yolsuzluk ve usulsüzlüklere açık bir ortam oluşturmakta, yolsuzluk iddialarını da beraberinde getirmektedir. Yolsuzlukla etkin mücadele için buna zemin hazırlayan hukuki, idari ve kurumsal eksikliklerin giderilmesi, caydırıcı müeyyidelerin getirilmesi, etkin bir denetim mekanizmasının oluşturulması ve insan gücü kalitesinin geliştirilmesi gerekir. Kontrolsüz istisna uygulamalarına derhâl son verilmeli, yatırımcı kuruluşların tamamı kanun kapsamına alınmalıdır. Oysa, hizmetlerin doğru ve eksiksiz yürütülmesinde denetim vazgeçilmez bir yere sahiptir.
Kamu İhale Kurumu verilerine göre, 2015 yılında ihalelerin sadece yüzde 2,2'si denetlenmiştir. Denetimin yapılmadığı ihalelerde nelerin eksik ya da yanlış olduğu bilinmeyecek, ihale sürecinin iyileştirilmesi mümkün olmayacaktır. Kamu İhale Kurumu, ihale sistemine yönelik olumsuz müdahaleleri önleme ve sistemi geliştirmede etkin değildir. Kurum, icra bağımsızlığı içinde hareket edememekte, kuruluş gayesine hizmet eden bir yönetim sergileyememektedir.
Değerli milletvekilleri, finansal piyasalardaki derinlik ve ekonomik yapılardaki karmaşıklık güvenilir bilginin önemini artırmış, mali bilgilerin uluslararası seviyede karşılanabilir olmasını zorunlu hâle getirmiştir. Spekülasyonlara açık finansal piyasalarda özellikle küçük yatırımcının hakkının korunması ve güvenliğinin sağlanması, bu alandaki kurumlar aracılığıyla gerekli tedbirlerin alınmasını zorunlu kılmaktadır.
Bu bakımdan, Kamu Gözetimi Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumunun, finansal bilgilerin ölçülmesinde bağımsız bir güvence olması sağlanmalıdır. Kurumun, görevlerini yerine getirirken sektörün ilgilileriyle istişare etmesi katılımcılığı artıracak ve kamuoyunun bu konudaki kaygılarını da giderecektir.
Bu düşüncelerle konuşmamı bitirirken kurumların 2017 yılı bütçelerinin hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)