GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 7'nci Tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:38
Tarih:12.12.2016

HDP GRUBU ADINA FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Avrupa Birliği Bakanlığı bütçesi üzerine söz almış bulunuyorum.

Avrupa Birliğiyle müzakereler çerçevesinde şimdiye kadar 16 fasıl açıldı; yargı ve temel haklar, adalet, dış politika gibi önemli ve köklü reformları gerektiren fasıllar ise açılmadı ve bu konuda bir ilerleme de kaydedilmedi.

2005'ten beri sürdürülen müzakere sürecinde, henüz, elimizde, tamamlanmış, somut, herhangi bir fasıl bulunmuyor. Son yılların en eleştirel AB ilerleme raporu ise 9 Kasımda yayınlandı. Raporda bazı önemli maddeler şöyle:

"Suçun bireyselliği ancak güçler ayrılığı, yargının tam bağımsızlığı ve avukata etkili erişim hakkı dâhil olmak üzere her bireyin adil yargılanma hakkına tam olarak saygı gösterilmesiyle sağlanır. Mayıs ayında çok sayıda milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılması ve kasım ayında eş başkanlar da dâhil birçok HDP milletvekilinin gözaltına alınması ve tutuklanması derin bir endişe yaratmaktadır. Birçok seçilmiş temsilci ve belediye yöneticileri görevlerinden alınmış veya terörle ilgili suçlamalarla tutuklanmıştır. Bunların bir kısmı OHAL kararnameleri temelinde gerçekleşmiştir.

Kürt sorunu için tek çözüm yolu siyasi bir süreçtir. Yeniden uzlaşı ve yapılanma devlet için dikkate alınması gereken ana konulardır. Sivil toplum etkili olmak için çaba içerisindedir fakat sivil toplum kuruluşları yasa ve politika oluşum süreçlerine ender olarak dâhil olmakta ve baskı görmektedir.

Özellikle bağımsız yargı konusunda son yıllarda gerileme vardır. Yüksek mahkemelerin yapı ve üyeliklerinde yapılan geniş çaplı değişiklikler Avrupa standartlarıyla uyumsuzdur.

15 Temmuz darbe girişimi sonrasında yargıç ve savcıların beşte 1'i görevden alınmış ve mal varlıklarına el konulmuştur. Yargı erki, görevini bağımsız ve tarafsız bir şekilde yapabilmeli, yürütme ve yasama erkleri güçler ayrılığına tam saygı duymalıdır.

OHAL çerçevesinde bazı suçlamalarda gözaltı süresi 30 güne çıkarılmıştır. Bu durum Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadıyla uyumsuzdur." Evet, raporun önemli başlıkları böyle...

Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Muiznieks de 2 Aralıkta sokağa çıkma yasakları ve Kürt illerine yönelik operasyonlara ilişkin yeni bir memorandum yayınladı. Memorandumda bölgede güvenlik güçlerinin işlediği çok sayıda insan hakkı ihlali iddiasının son derece ciddi ve tutarlı olduğuna ve hem güvenlik güçleri tarafından işlenen geçmiş insan hakları ihlali kalıplarının devam ettiğine hem de geçmişte görülen cezasızlık durumunun bugün de sürdüğüne dikkat çekti. Türkiye'de sokağa çıkma yasağının kesintisiz, yirmi dört saat uygulandığını hatırlatan İnsan Hakları Komiseri, bunun eşi benzeri olmayan bir uygulama olduğunu belirtti.

Şimdi, değerli milletvekilleri, Avrupa Birliği her aday ülkeden farklı bir kriter beklemiyor, tüm aday ülkelerden Kopenhag Kriterlerini yerine getirmesini bekliyor. Buna göre ise, siyasi kriterler olarak demokrasiyi, hukuk devletini, insan haklarını güvence altına alan, azınlıklara saygı gösteren istikrarlı kurumlar aday ülkede mevcut olmalı. Ekonomik olarak ise, ekonomik kriterler olarak ise, aday ülke işleyen bir pazar ekonomisine sahip olmalı, AB içindeki rekabete ve piyasa güçlerine karşı koyma kapasitesini bünyesinde bulundurmalı. Oysa, bugün baktığımızda, tüm ülkemizi, tüm yurttaşlarımızı, hepimizi ilgilendiren bir anayasa teklifi dahi siyasi partiler ve halktan kaçırılarak, kapalı kapılar ardında getirildi. Örneğin, Avrupa Konseyinde en ufak bir sözleşme dahi aylarca tartışılarak müzakere ediliyor, bunu Avrupa'da komisyonlarda yer alan milletvekillerinin hepsi gayet iyi biliyorlar. Dün önümüze getirilen, hatta getirilmeyen, bu Parlamentonun üyelerinin de sosyal medyadan öğrendiği anayasa teklifi tamamen bir saltanat, monarşi metnidir. AB kriterleri, Kopenhag Kriterleri bir yana, Türkiye'nin asgari parlamenter demokrasisine dahi uymamaktadır. Ve daha dün henüz onlarca yurttaşımızı yitirdiğimiz saldırının ardından ülkenin yandaş gazeteleri hangi manşetlerle çıktı biliyor musunuz? "Başkanlık hayırlı olsun." diyerek. Aslında bugün partimize, Halkların Demokratik Partisine yapılan operasyonların siyasi nedeni de budur: Başkanlık sistemine ve bu tek adam anayasasına muhalefeti engellemek, bizlerin sesini kısmak; siyasi neden tamamen budur. "Ey Avrupa!" demek için öncelikle ülkemizde demokrasi kurallarını işletmemiz gerekiyor. Avrupa'yı tabii ki eleştirebilirsiniz, çifte standartlar uyguladığını söyleyebilirsiniz. Örneğin, mülteci politikası nedeniyle eleştirebilir, bu politika nedeniyle Cizre'nin, Sur'un yıkımını görmezden geldiğini de pekâlâ söyleyebilirsiniz ancak kendi halklarına uyguladığı demokratik kurallar açısından Avrupa'yı eleştirmek pek de Türkiye'deki iktidarın harcı olmasa gerek. Eş Başkanımız Selahattin Demirtaş'ın Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Jagland ve İnsan Hakları Komiseri Muiznieks'e yazdığı mektupları değerlendirmeye cüret edebilecek bir cezaevi disiplin kuruluyla yönetiliyorsa bu ülke, hangi ifade özgürlüğünden, hangi AB kriterlerini yerine getirmekten söz edebilirsiniz?

Daha dört gün önce Kuzey Avrupa ülkelerinden milletvekilleriyle birlikte eş başkanımızı ziyaret amacıyla Edirne'ye gittik ve ziyaretimiz engellendi. Danimarka, Finlandiya, İsveç ve Norveç'ten gelen o insanlar cezaevi önünde açıklama yaptılar, dediler ki: "Parlamenterlerin yeri Parlamentodur. Hepsinin özgürlüklerine kavuşması için elimizden geleni yapacağız." Bu vekiller "Biz onların görüşlerini alkışlıyoruz, HDP'yi çok beğeniyoruz." demediler; sadece ve sadece demokrasiyi ve olması gerekeni ifade ettiler, bunu savundular.

Evet, buradan Parlamentodaki bütün parti milletvekillerine seslenmek istiyorum: O insanların demokrasi için katettikleri onca yolun bir adımını dahi atamaz mıydı bu Parlamentodaki vekiller? Onların taşıdıkları endişenin bir nebzesini taşıyamaz mıydınız? Ortada korkunç bir demokrasi ayıbı varken hangi AB kriterlerini yerine getirmekten söz edebilirsiniz?

Evet, bütün bedeller eşitlik, özgürlük ve adalet için ödeniyor bu ülkede. Nazımların, Orhan Kemallerin, Cigerxunlerin, Suat Dervişlerin soyundan geliyoruz. Bu ülkede muhalif olan, düşüncesini ifade eden herkes, yazarıyla, çizeriyle, vekiliyle hep bedeller ödedi.

Fransa'nın Cezayir'i işgal altında tuttuğu yıllarda Sartre Paris'in sokaklarında bildiri dağıtıyordu ve Cumhurbaşkanı De Gaulle'e kendisiyle tamamen görüşleri zıt olan Sartre'ın kulağını çekmesini söylediler. De Gaulle ise "Sartre'a dokundurtmam çünkü Sartre Fransa'nın ta kendisidir." dedi. Bugün bizler neredeyse adını ananın bile ihbar edildiği Cumhurbaşkanına hakaretten binlerce davanın görüldüğü bir ülkede yaşıyoruz. Fransa Sartre'ı, Simone de Beauvoir'ı hapsetmedi ama biz Yaşar Kemal'i, Nazım'ı, Aslı Erdoğan'ı, Ahmet Altan'ı hapsettik. Sabahattin Ali gibi olağanüstü bir yazarı öldürttü bu ülkenin derinleri ve artık bunlar olmasın istiyoruz, biraz izan, biraz geçmişten ders çıkarma diyoruz. Yoksa ki bunlar özgür olduğunda merak etmeyin, hep birlikte deriz ki: "Ey Avrupa, ben özgür bir ülkeyim; benim demokrasim senin demokrasini yener, hiç merak etme."

Ben, Sabahattin Ali gibi, her dönem hapishanelerde bedel ödemiş olan herkes için ve özellikle eş başkanlarımız, 10 vekilimiz ve belediye başkanlarımız için onun sözleriyle seslenmek istiyorum:

"Başın öne eğilmesin,

Aldırma gönül aldırma.

Ağladığın duyulmasın,

Aldırma gönül aldırma.

Görmesen bile denizi,

Yukarıya çevir yüzü,

Deniz dibidir gökyüzü,

Aldırma gönül aldırma.

Dertlerin kalkınca şaha,

Bir sitem yolla Allah'a,

Görecek günler var daha,

Aldırma gönül aldırma."

Bu ülkenin bütün yurttaşları, hepimizin göreceği daha çok güzel günler var, asla umudunuzu yitirmeyin. Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)