Konu: | 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 7'nci Tur görüşmeleri münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 2 |
Birleşim: | 38 |
Tarih: | 12.12.2016 |
HDP GRUBU ADINA SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı üzerinde Sağlık Bakanlığı bütçesiyle ilgili görüşlerimizi belirtmek üzere Halkların Demokratik Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım.
Geçen sene, Sağlık Bakanlığı bütçesiyle ilgili grubumuz adına bu kürsüde Eş Grup Başkan Vekilimiz Sayın İdris Baluken konuşmuştu. Sayın Baluken'in şu anda bu kürsüde ve bu sıralarda oturması gerekirken maalesef kendisi cezaevinde rehin olarak tutulmaktadır. Eş başkanlarımızın ve milletvekillerimizin hâlâ rehin tutulduğunu hatırlatır ve bunu kınadığımı tekrar altını çizerek söylemek isterim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sağlık Bakanlığı bütçesiyle ilgili grubumuzun bazı görüşlerini ifade edeceğim. Hükûmetiniz iktidara geldiğinde sağlık hizmetleriyle ilgili "SGK kuyruklarında beklenmeyecek.", "Hastanelerde rehin kalmaya son." vaatlerini arka arkaya sıralamıştı. Evet, söylendiği gibi, hastanede rehin kalınmıyor çünkü parası olmayan hastaneye gidemiyor. Yine, söylendiği gibi, kuyrukta beklenmiyor çünkü evde günlerce, haftalarca, aylarca sıra bekleniyor.
Sağlık Bakanlığına 2016 yılında 25,5 milyar TL'lik bir ödenek ayrılmıştı, bu meblağın yaklaşık yüzde 60'ı yani yaklaşık 15 milyar TL'si personel giderleri için. Türkiye İstatistik Kurumunun kasım ayında açıkladığı 2015 yılı sağlık harcamaları istatistiklerine bakarsak toplam sağlık harcamalarının yalnızca yüzde 7'si yatırım için harcanmış. 2017 yılında ise ayrılan bütçe 32 milyar, yine bunun yüzde 53'ü yani 17 milyar TL'si personel gideri. Bu da bize gösteriyor ki ayrılan bütçe aynen geçen senelerdeki gibi sadece mecburi harcamalar düşünülerek hazırlanmış; yatırım yok, koruyucu hizmetler yok, kadın ve çocuk odaklı bütçe yok.
Devlet genel cari sağlık harcamalarına baktığımız zaman ise görüyoruz ki Sağlık Bakanının eli halkın cebinde. 2015 yılında sağlık hizmetlerine harcanan her bin TL'nin 730 TL'sini, fazlasını yurttaş kendi cebinden harcamış. Bu harcamalar tam 16 ayrı kalemden oluşuyor. Bu harcamaların bir kısmı hastaneler tarafından, bir kısmı da Maliye Bakanlığının vergi toplama yerlerine dönüştürülen eczaneler tarafından maalesef tahsil ediliyor.
Sağlık Bakanlığının bütçesinden en büyük payı alan ise Kamu Hastaneleri Kurumu. Kamu-özel ortaklığıyla başlatılan bu modelde devlet hastanenin hem kiracısı hem de hizmet satın alanı durumunda. Hastane yapmak için alınan uluslararası kredilere tam hazine garantisi sağlanıyor. Koruyucu sağlık hizmetleri sağlayacağınıza, bunun yerine, otelcilik hizmeti verir gibi hastanelerin yüzde 70 doluluk oranıyla çalışacağını garanti ediyorsunuz.
Sormak isterim ki bir hastaneye doluluk garantisini nasıl verebiliyorsunuz? Sağlık Bakanlığı olarak önceliğin koruyucu sağlık hizmetlerinin olması gerekmez mi Sayın Bakan? Bunu, tekrar altını çizerek sormak isterim.
Sağlık Bakanlığının, bugüne kadar bu minvalde yaptığı ihalelerle önümüzdeki yirmi beş yıl için 50 milyar TL'nin üzerinde bir kamu borcu olduğu iddiası var. Sayın Bakan, bu iddialar için ne diyeceksiniz? Bu hastaneler için yapılan yatırımın 8 katı kadar sadece kira ödenmesi doğru mudur? Üstelik, bu şirketlere sadece kira bedeli değil, yapılacak tetkiklerden tutun, güvenliğe kadar aklınıza gelen bütün hizmetlere "hizmet bedeli" adı altında ödeme yapılmaktadır. Kamu hastanelerinin bir yatırım değil, sağlığın ticarileşmesi ve sermayeye para kazandırmak amaçlı olduğunu söylemek yanlış olmasa gerek.
Kamu hastaneleri, daha önce İngiltere ve Kanada'da da yıllarca kullanılmış, yarattığı kamu zararı nedeniyle ciddi eleştirilere neden olmuş, pek çok hastaneyi iflasa sürüklemiş bir yönetim biçimidir. Bunu da size tekrar hatırlatmış olalım.
Bu hastanelerden bir örnek: Erzurum'da klasik ihale yöntemiyle yaptırılan 1.200 yataklı hastane 193 milyon TL'ye mal olmuştur. Şehir hastanesi olarak kamu-özel ortaklığı modeliyle yaptırılan Kayseri'deki 1.500 yataklı hastane için 3 milyar 443 milyon lira kira ödenecektir. Bu hastanenin sabit yatırım tutarı ise 420 milyon TL'dir. Sabit yatırımın 8 katı, benzer yatak kapasitesindeki bir hastaneye ödenenin 17 katı para ödenecektir. Neden, bunu açıklayabilir misiniz? Neden 1 TL'ye alacağımız hizmeti 17 TL'ye alıyoruz? Buna cevap vereyim: Çünkü, 16 TL halkın cebinden çıkacak.
Neden hastaneleri Sağlık Bakanlığı İnşaat Onarım Daire Başkanlığı yapmıyor? Sosyal devlet olma sorumluluğu özel sektörlere uzun vadeli sözleşmeler yapmak ve piyasalaştırılan hizmetler vermek değildir. Burada yandaşlara ve özel sektöre rant sağlanıyor. Uzun yıllara dayalı sözleşmelerle sizden sonra gelecek hükûmetlerin hem sağlık alanındaki politika tercihlerini ipotek altına alıyorsunuz hem de siyasi sorumluluğunu bundan sonraki hükûmetlere vermiş oluyorsunuz.
Sağlık Bakanı il sağlık yöneticileri değerlendirme toplantısında aynen şunu demiştir: "Sağlık göstergelerimiz iyileşti, bebek ölüm hızları binde 30'lardan binde 7'lere, binde 7,5'lara geldi." Bakanlığınız ve TÜİK verileri beyanınızı, birbirinizi desteklemiyor. Ülkemizde canlı doğan bin bebeğin yaklaşık 10'u 1 yaşını doldurmadan ölüyor. Sayın Bakan istatistikleri açıklarken bir yıldız işaretiyle 2013 yılında 3.887, 2014 yılında ise 4.966 ve 2015 yılında ise 3.813 bebeğin ölümünü yok saymış oluyor. Doğduğunda 28 haftalıktan küçük olması ya da ağırlığının bin gramın altında olması bu gerçeği değiştirmez. Türkiye'de bebek ölüm hızı binde 7 değil, binde 10,7'dir.
Veriler çok önemli değerli milletvekilleri. Açıklanan veriler kadar açıklanmayan, açıklanamayan veriler de çok önemli. Mesela, kanser, AIDS, hepatit, verem gibi hastalıkların verileri nelerdir, bağımlılık oranı nedir bilemiyoruz. Bir de açıklanmayınca yok olacağı sanılan, açıklanmasına rağmen kıymetiharbiyesi olmayan veriler var. Bebek ölüm oranı, bulaşıcı hastalık oranı, aşılama sayısı, hastane sayısı gibi verilerin bölgeler arası farklılıkları çok yüksek. Bu verileri hesaplattığınıza göre belki bu farklılıkları kapatmak için bir politikanız vardır. Çünkü, cumhuriyetin en temel ilkesi her alanda eşitlik, eşit yurttaşlıktır. Çünkü, sosyal devlet olmanın gereği, sağlık hizmetleri ülkede yaşayan her bir yurttaşa eşit, ücretsiz, ulaşılabilir ve aynı zamanda ana dilde olmalıdır. Bu bir lütuf değil, temel bir hakkın teslimidir.
Değinmek istediğim bir başka sorun ise, sizin "fıtrat", bazen "kader" dediğiniz ama aslında iş cinayeti olarak tanımladığımız meslek hastalıklarıdır. Giderek artan ama tanı konulmayan, tarama kayıt sisteminde olmayan kaç tane hastalık olduğu konusunda henüz bir bilgiye sahip değiliz. Bu konuda Bakanlığın yapmış olduğu bir çalışma var mıdır, varsa yeterli midir?
Can yakıcı bir başka sorun daha var. "Cezaevinde kalamaz." raporları olmasına rağmen, hasta tutsakların tahliye edilmemeleri ve ölümlerinin izlenmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yine bir başka sorun, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası kamuda yaşanan açığa alma ve ihraçlardır. OHAL'in uygulanmasının başlandığı tarihten itibaren, Sağlık Bakanlığında 5.544, üniversitelerden akademik personel olarak 3.850 kişi olmak üzere, kamudan toplam 79 bin üzerinde kişi ihraç edildi. İhraçlar bu kişilerin aileleri, çocukları, eşleri ve yakınlarını da bu özlük haklarından mahrum etti. Bu aynı zamanda hem onları yoksulluğa mahkûm etti ve onlarla birlikte bütün aile cezalandırılmış oldu.
Sağlık Bakanlığı bünyesinde 4/A, 4/B, 4/C gibi aile hekimi sözleşmesi, Kamu Hastaneleri Birliğinin kendi içindeki sözleşmeleri, taşeron personel gibi farklı mali ve sosyal haklara sahip istihdam modelleri var. Taşeronlaşmanın en fazla olduğu bakanlık Sağlık Bakanlığıdır. Bu farklı istihdam modelleri nedeniyle çalışanlar arasında idari, mali, sosyal haklar yönünden birçok farklılıkların bulunmasının, Anayasa'daki -yine söylüyorum- eşitlik ve adalet ilkelerine aykırı olduğu gibi, çalışma barışını da bozduğunu hatırlatırım. Sağlık emekçilerinin sorunlarıyla ilgili 2017'de planlarınız var mı, yoksa bunu yine seçim vaadi olarak sonradan açıklayacak mısınız?
Tüm bunların üzerine, şu an yaşanan ciddi bir ekonomik kriz de var. Bu krizle birlikte, sağlıkta yaşanan sorunların daha çok ciddileşeceğini söylemek mümkün. Bakanlıkça alınması planlanan tıbbi cihaz ve sarfların alım sözleşmelerinin döviz kuru üzerinden yapıldığı konusunda iddialar var. Bunu açıklayabilecek misiniz Sayın Bakan? Eğer, "kamu-özel iş birliği" adı altında sunduğunuz ticarileşen sistemin de dövizle yapılacağı isteği var ise bunun krizdeki payını tekrar hatırlatmak isteriz.
Sağlık Bakanlığı bütçesi, kâr için üretim anlayışı, erkek egemen iktidar ilişkileri ve doğayı yok eden, sağlıksızlığı yaratan, hayatı yaşanmaz kılan tüm toplumsal sorunları görmezden gelerek hazırlanmıştır. Özellikle şu anda kürdistanda bir yılı aşkındır süren ablukalar, sokağa çıkma yasakları, şehirlerin boşaltılmış olması, göçe, yoksulluğa, yoksunluğa ve daha sayamayacağımız onlarca hasta edici etkene maruz bırakılmış iken sağlık sisteminden nasıl bahsedeceğiz? Sağlık Bakanına hatırlatmak isterim ki göreviniz halkın sağlığının bozulmasını önlemek ve koruyucu sağlık hizmetleri vermektir. Geldiğimiz nokta da niteliksiz, parası olana hizmet veren, hastayı müşteri olarak gören, ranta dayalı sistemdir. Biz, HDP olarak kamusal, parasız, ana dilde sağlık hizmeti istiyoruz.
Değerli milletvekilleri, "sağlıkta dönüşüm" politikaları adı altında sağlıksızlık politikalarının bütçeyle ilgili sorunlu kısımlarından bahsettim. İktidarın her gün ekranlarda kullandığı mezhepçi, cinsiyetçi, militarist, öfke ve nefret dilinin Türkiye halklarında kaygı ve her geçen gün endişeyi artırdığını söylemek ve bunu hissetmek mümkün. Toplumda oluşan bu endişe ve kaygı bireylerin ruh sağlığını bozuyor. Bakınız, Türkiye'de antidepresan tüketimi 2003 yılında 14 milyon kutu iken -devam edeceğim ama zamanım kısıtlı olduğu için çok hızlı geçmek zorundayım- 2008 yılında 31 milyon kutu olmuş, yüzde 120 oranında artmıştır ve yine 2012'de 36 milyon kutuyla bu oran 2003 yılına oranla yüzde 160 oranında artmıştır. Ayrıca, antipsikotiklerde ise tüketim 7 milyon kutudan 12 milyon kutuya çıkmıştır. Bu rakamlardan anlaşılacağı üzere, AKP Hükûmeti uyguladığı savaş konseptiyle birlikte travmatik bir toplum yaratmıştır. Maalesef ki yaratığı travmatik toplumun iyileştirilmesi için de herhangi bir girişimi olmadığı gibi nefret suçu işlemeye devam etmektedir.
Taybet İnan'ı hatırlar mısınız? Cenazesi tam yedi gün sokakta bekletilmişti. Taybet İnan'ın ailesinin yaşadıklarını düşünün, empati kurun. Taybet ana, bu ülkede yaşanan bir buçuk yıllık kaosun en büyük simgesidir. "Ya başkanlık ya kaos." denmişti. Şu anda hem başkanlık hem kaos aynı anda, eş zamanlı gidiyor. Savaş ve yıkım politikalarınızla gerçekleşen ölümler ve sonrası gelişen travmalarda ülkeyi yöneten AKP iktidarı sorumludur. Ülkenin bir tarafında sokağa çıkma yasakları uygulayarak insanları sokağa çıkartmazken diğer tarafta da patlayan bombalarla insanların sokağa çıkma konusundaki kaygıları maalesef çok yüksek artmıştır. İki ayrı güvenlik... Fırat'ın batısı ve doğusunda yapılan uygulamanın da, güvenlik politikalarının da fikir babası aynı zihniyettir. Çocukların geleceğini ve bundan sonra olacak nesillerin geleceğini barış içinde ve huzur içinde sağlamak gibi hepimizin bir sorumluluğu vardır.
Bakın, dün geceden beri il ve ilçe örgütlerimizde, eş başkanlarımız da dâhil olmak üzere, 235 kişi gözaltına alınmıştır ve orada yine bir nefret suçu işlenmiştir. Bir buçuk yıl önce ağustos ayında Silvan'da sokağa çıkma yasaklarında yazılan bu nefret suçunu yazan Emniyet, kolluk kuvvetleri, aynı zihniyet ve aynı politikalarla ne yazık ki dün bizim gibi siyasi, legal, meşru, 6,5 milyon oy almış bir siyasi partinin il binasına aynı ırkçı zihniyet, hastalıklı zihniyetiyle devam eden bir yaklaşımla sürdürmeye devam etmektedir.
HÜSNÜYE ERDOĞAN (Konya) - O resmi tam göstersenize, o resmi tam gösterin, teröristbaşı var öbür köşede, o resimde.
SİBEL YİĞİTALP (Devamla) - Şimdi, burada amacımız ve bizim muradımız şudur: Bizler şunu iyi bilmeliyiz ki hepimiz, özellikle de Hükûmet ülkeyi yönettiği için bu toplumun bu kaosundan ve bu savaş ikliminden sorumludur. Bunun başka bir açıklaması da yoktur. Burada günlerdir hepimize her türlü nefret suçu işliyorsunuz ama yapılan bunca ağır insan hakları ihlallerinin de sorumlusu olduğunuzu tekrar hatırlatmakta fayda görüyorum. İşte, bu nefret dili düşmanlık yaratmaktan başka hiçbir işe yaramıyor. Toplum, Türkiye halkları bir bütün olarak kaygılı, huzursuz ve gelecekle ilgili ciddi endişeleri var. Bu endişeleri gidermek, toplum için toplumları bir arada, Fırat'ın batısı ve doğusu arasında barış köprüsü kurmak, çözüm ve müzakere sürecini başlatmak bu Parlamentonun görevidir.
Şunu da hatırlatmakta fayda görüyorum: Bu Parlamento, bu ırkçı ve nefret suçunu işlemeye devam ederse -ki, ediyor ne yazık ki maalesef- inanın, sokakta yaşanan en küçük linçten, illerde il binalarımız da dâhil olmak üzere hepsinden sorumludur.
HÜSNÜYE ERDOĞAN (Konya) - Nefretimiz teröristlere, sade vatandaşa nefretimiz olamaz.
SİBEL YİĞİTALP (Devamla) - Eğer bugün, insanlar yüreğini açıp gerçekten objektif ve aklınca, eğer aklını kullanıp dinlemeyi becerirse, var olan zekâsını buna harcarsa bu süreci hepimiz gerçekten yüzümüzün akıyla geçiririz.
HÜSNÜYE ERDOĞAN (Konya) - Allah'tan korkanlarla bizim işimiz yok, bizim işimiz Allah'tan korkmayanlarla, insanlardan utanmayanlarla.
SİBEL YİĞİTALP (Devamla) - Ancak böyle oturduğunuz sırada, sadece öfke dili ve nefret diliyle götürürseniz maalesef bu gemi batıyor, en başta da siz bu gemide batacaksınız ve bu, sadece sizin geminiz değil, bu ülke sadece sizin ülkeniz değil, bu ülke hepimizin ülkesidir. Biz, bu ülkede binlerce yıldır yaşayan bir halkız ve halk olmanın getirdiği taleplerimiz vardır. Bu talepleri de bu Parlamentoda aklıselim, sağduyulu ve gerçekten birbirini anlamaya niyet ederek, o muradı ederek oturup çözebiliriz. Ancak ısrarınız savaş ve nefret dili...
HÜSNÜYE ERDOĞAN (Konya) - Biz kardeşlerimizi çok seviyoruz.
SİBEL YİĞİTALP (Devamla) - ... nefret suçu işlemek gibi bir derdiniz varsa da tarih sizi buna mahkûm edecektir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SİBEL YİĞİTALP (Devamla) - Ölen her çocuğun, ölen her gencin, yaşamını yitiren her insanın da bu konuda sorumluluğunuzda olduğunu tekrar hatırlatmak isterim.
HÜSNÜYE ERDOĞAN (Konya) - Aklıselimle davrananları çok seviyoruz.
SİBEL YİĞİTALP (Devamla) - Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)