| Konu: | 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 7'nci Tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 38 |
| Tarih: | 12.12.2016 |
MHP GRUBU ADINA KAMİL AYDIN (Erzurum) - Sayın Başkan, çok kıymetli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Ben de Milliyetçi Hareket Partisi adına iki güzide kurumumuz olan TÜBA ve TÜBİTAK hakkında düşüncelerimi ifade edeceğim.
Ona geçmeden önce, önceki gece Beşiktaş'taki hain saldırıdan dolayı, bugün sayısı 38'i polis, 6'sı sivil vatandaş olmak üzere 44'e çıkan bir can kaybımız söz konusu. Yüreğimiz yanıyor, içimiz kanıyor. Allah'tan rahmet diliyoruz. Elimizden fazla bir şey gelmiyor ama vicdanımız rahat değil.
Değerli milletvekilleri, bakın, terör ya da daha şiddetli, daha büyüğü, uluslararasına dönüşmüş hâli savaş; inanın söylem olarak savaş ya da terör ya da saldırı adı altında gelmez. Bunlar, aynen elma şekerine kamufle edilmiş zehirvaridir. Bunlar hep çok naif kelimelerle süslenir. Terör de öyledir savaşlar da öyledir. Barış gibi, demokrasi gibi, insan hakkı gibi, kardeşlik gibi, eşitlik gibi böyle olumlaması yüksek kelimeler içerisine kamufle edilir ve öyle sunulur.
Tipik bir örnek isterseniz, hep beraber tanıklık ettiğimiz için yakın tarihten bir örnek vereyim: Orta Doğu'da son olanları, bırakın yüz yıl öncesini, şu son on yılda yaşadıklarımıza dikkatinizi çekiyorum. Bir domino taşı etkisiyle, bir özgürleştirme projesiydi. O dönemin ABD Başkanının ifadesi: "Biz Irak'ı özgürleştirmeye geldik." Yıl 1991. Özgürleştirmeye geldiler ama kan, gözyaşı, geriye bölünmüş bir ülke. Aynı senaryo devam etti tabii. Aslında eskilerin bildiği, uluslararası ilişkiler uzmanlarının teorik olarak bildiği, literatüre geçen bir kavram vardır Lübnanlaştırma projesidir aslında bu; Yugoslavyalaştırma projesidir. Yani, efendim daha önceleri böl, küçült, parçala, yut idi ama şimdi öyle değil. Şimdi, özellikle inanç ve etnisite bağlamlı, özgürleştirme adı altında küçültüp küçültüp o Lübnan'ı biliyorsunuz, dört başlı bir yönetim şekline dönüştürüp özgürlük adı altında daha önceleri daha müreffeh bir ülke olan şimdi bir terör cennetine dönüşen bir yapıya dönüştürmek. Aynı şey Irak'ta oldu, maalesef Libya'da oldu, Yemen'de oldu ve yavaş yavaş sınırlarımıza geldi, Suriye'de oldu ve Allah korusun, en son Türkiye üzerinde aynı senaryolar denenmektedir yani Lübnanlaştırma projesi.
Saygıdeğer milletvekilleri, bakın, dikkatli olmak zorundayız. Söylemler hep naiftir, hep barış ağırlıklıdır, kardeşlik ağırlıklıdır ama yaşadıklarımıza bakıyoruz, gerçekten büyük bedeller ödüyoruz, bir terörle mücadele noktasında büyük bedeller ödüyoruz. Peki, o zaman, Türkiye, geldi, biraz tıkandı, bedeli ağır ama biraz tıkandı. Çok da ümitsiz değiliz Allah'a şükür. Niye tıkandı biliyor musunuz? Türkiye Cumhuriyeti devleti, gerçekten, Allah'a şükür, güçlü bir millet olma kabiliyetini göstermiş ve bunu da sistematik bir devlet yapısına dönüştürerek Türkiye Cumhuriyeti devletini kurmuş ve bu ortak payda olmuş bütün simgeleriyle. Tek tek saymama gerek yok, hepiniz biliyorsunuz ezbere. Nedir bu? İşte, dün organize edilen yürüyüşlerde, daha önce 15 Temmuzda yaşadıklarımızın akabinde, milletin her türlü bireysel mülahazalarını, ideolojisini, etnik kökenini, mezhep aidiyetini bir tarafa bırakıp bir araya gelme kabiliyeti ortaya kondu. Bu, millet olma şuurudur; bu, bir milletin, devletleştikten sonra buna sahip çıkma, demokrasisine sahip çıkma şuurudur ama bizlerin de çıkarması gereken dersler var. Elbette ki bu birlik çok güzel ama bu birliği zaafa uğratacak söylemlerden uzak duralım. Bakın, iki gündür bu Mecliste hakikaten yastayız ama hâlâ daha bazı arkadaşlarımız, buradan acaba nasıl bir siyasi ön alma pozisyonunu elde ederim... Türkiye Cumhuriyeti devletinin işte 80 küsur yıllık geçmişiyle mukayese edici birtakım aktivitelerden bahsediyor. Allah aşkına, burada, artık, ülkemizin bir beka sorunu sıkıntısıyla karşı karşıya olduğu bir dönemde bunları söylemenin bir anlamı yok. Hatırlarsanız çok güzel bir kıssadan hisse vardır: "En masumunuz ilk taşı atsın." Kim en masumumuz? Taşı en son atacaklar en başta konuşmayacaklar, onlar en son atacaklar. Ne? Biraz önce Sayın Bakan bir cümle söyledi, söylenilmesini istedi ama ben hatırlıyorum, hafızam çok taze, şu koltuklarda oturup da elinde avucunda 40 bin insanımızın kanı olan bir bebek katili hakkında hangi övgülerin, hangi dizgelerin yazıldığını, söylendiğini hatırlıyorum. Dolayısıyla, iki düşünüp bir konuşmak lazım, en son taşı atacaklar buna riayet etsin lütfen.
Evet, kötümser değiliz Allah'ın izniyle. Birlik, beraberliğimiz olduğu sürece bu kardeşlik hukukumuz inadına... Bakın, bu tür eylemler bizde iki şeyin tezahür etmesine neden oldu: Bir, milletçe bir araya geldik; iki, terörle mücadelede kararlılığımız arttı Allah'a şükür. Bunu korumak zorundayız; terörle mücadelede artık, ama, fakat, şu, bu, şartla martla değil, artık müzakere, terörle müzakere olmaz, yılanla torbaya girilmez, buna büyük bedeller ödedik.
Bakın, güvenliğimizi sağlayacak ana güvenlik arterlerimiz saldırı altında. Hep cumhuriyetle mukayese ettik. Allah aşkına, 12 Eylülü yaşayan kuşaktanım ben. O en kötü günlerde bile bir bomba saldırısında 40 polisimizi kaybettiğimizi ben hatırlamıyorum, 100 vatandaşımızı kaybettiğimizi hatırlamıyorum; olay bu kadar vahim. Dolayısıyla, bizim, birlik, beraberlik içerisinde teröre karşı mücadelede en ufak bir akamete uğramamamız lazım.
Saygıdeğer milletvekilleri, Türkiye Bilimler Akademisinin -Değerli Bakan burada- vizyonuna baktım, hakikaten, biz hep öyle yazarız, teoride çok güzel, böyle üstün idealler ifade ederiz ama uygulamada birtakım sıkıntıları görüyoruz. İnşallah, ben Bilim ve Sanayi Bakanımızdan çok umutluyum -kendisini tanıma imkânım olduğu için, aynı komisyonda çalıştım- bu vizyonda yazılanları, bugüne kadar akamete uğratılan, yapılmayan şeyleri gerçekleştirme imkânı bulur.
İşte, FETÖ'yle mücadele sürecinde bu kurumlarda 1.297 FETÖ'cü çıkmış. Şimdi, düşünebiliyor musunuz? Bilimin öncelendiği bir kurumdan bahsediyoruz. Nedir bu, bunun öncelediği faaliyetler? Bilim politikalarına yön vermeye, bilim temelli danışmanlık hizmeti sunmaya yönelik çalışmalar yapmak, bilim adamlarını özendirmek, kurumlar arası ilişkiyi kurmak, artı, üniversiteler başta olmak üzere, bilgi, bilim üreten kurumları teknolojiye aktarırken ara bulucu olmak yani bir nevi köprü vazifesi görmek. Bilgi, bilim, burada da teknoloji; köprüyü kim kuracak? Bu tür kurumlarımız kuracak.
Peki, bunu kuracağız da Sayın Millî Eğitim Bakanı ısrarla üzerinde duruyor; bu proje okulları. Ya arkadaşlar, proje okullarından... Gerçekten bunlar köklü, yerleşik bir yapı, çok başarılı liseler. Yani, biz bekleriz ki bu tür görevi olan kurumlar bunlara müdahale etsin. "İlle de değiştireceğiz." Niye, sebep ne? On dört yıl, on beş yıl, yirmi yıl bir hoca orada olmazmış.
Şimdi, bir taraftan siyasi iktidarımızı yirmi, otuz, kırk, ellili yıllara taşımaya çalışıyoruz, burada "istikrar" diyoruz ama eğitimde bunu yapan kurumlara diyoruz ki "Olmaz, bir kurumda on beş yıldan fazla bir öğretici varsa burada artık kalite yoktur, o zaman dağıtalım." Bu çelişkiye müdahale edilmesi gerekir diye düşünüyorum.
Efendim, bakın, ülkemizde 2003 yılında yüzde 5,7 olan yüksek teknoloji ürünlerinin sanayi üretimindeki payı 2015'te maalesef 4,2'ye düşmüş. Hani biz yüksek bilgi üreten, teknoloji üreten bir yapıydık? Niye böyle bir düşüş söz konusu? Yine, bakıyorsunuz, AR-GE kaynakları, evet, göreceli olarak bir artış göstermiş ama OECD ülkeleriyle kıyasladığımız zaman, AB ülkeleriyle ya da gelişmiş ülkelerle ya da gelişmekte olan ülkelerle kıyasladığımız zaman, inanın birçok ülke çiftli rakamlara gelmesine rağmen biz hâlâ tekli rakamlardayız, bu da ayrı bir sıkıntı. Ya da ülkemizde alınan patentlere baktığımızda, 100 tane patent alımının 85'i yabancı.
Şimdi, bunları tabii ki inşallah bir an önce deruhte edip, düzenleyip, gerçek amacına, vizyonuna uygun bir kurum hâline getirirsek ben başarılacağına inanıyorum. Niye? Çünkü önümüzde bir Güney Kore örneği var. Türkiye, Güney Kore'den daha büyük sıçrama yapma kabiliyetine sahip.
Biliyorsunuz, Güney Kore, efendim, 20'nci yüzyılın başlarında bir Japon sömürgesiydi, 1945'te bağımsızlık aldı, 1950'de ikiye bölündü ve savaş çıktı. Daha sonra ne oldu? İkiye bölündükten sonra...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KAMİL AYDIN (Devamla) - ...bizim de bir tugay gönderdiğimiz olayda bir sıçrama yaptı, inanın, birçok öz kaynağı olmamasına rağmen kişi başına düşen millî gelirini 36 bin dolarlara kadar çıkardı. Demek ki imkânsızı başarmak da mümkün, yeter ki biz bilgiyi, bilimi, bilen insanı önceleyelim diyorum.
Bütçenin hayırlara vesile olmasını dileyerek hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)