GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 6'ncı Tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:37
Tarih:11.12.2016

HDP GRUBU ADINA SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Ankara) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; böyle bir günde siyasi polemik sınırları ya da Bakanlık bütçesinin teknik eleştirisini yapmak, bugünün yarattığı bu ağır ve bir an önce çözmemiz gereken havasına pek de uygun düşmeyeceği için sadece içinden geçmekte olduğumuz bu ağır günlere dair birkaç kelam etmek istiyorum.

Öncelikle, Mevlit Kandili'nin barışa ve hayırlara vesile olmasını diliyorum. Hayatını kaybeden, gerek polis gerek sivil bütün yurttaşlarımıza Allah'tan rahmet, yakınlarına sabrıcemil, yaralılara da acil şifa diliyoruz. Nereden gelmiş olursa olsun, hangi el tarafından yapılmış olursa olsun bu saldırıyı kınadığımızı partimizin günün ilk saatlerinde yayınladığı bir bildiriyle belirtmiştik, burada da tekrar ediyorum.

Akif'in bir şiiri gibi her şey. Akif, ilhamla, irticalen şiir yazabilen bir şairimiz değildi, bir denklem kurar gibi şiirini kuranlardandı. Bütün ömrühayatı boyunca irticalen yazdığı bir tek dize vardır. Daha sonra "Hasta" manzumesine onu eklemiştir. Ama, bir arkadaşı, hayatı çilelerle geçen, mücadelelerle geçen bir arkadaşı toprağa verilirken o an o ilhamla söylediği bir dizedir, onu hatırlatarak başlamak istiyorum:

"O kadar sa'y-i beliğin bu felaket mi olacaktı sonu?

Biri evvelce eğer söylemiş olsaydı bunu,

Çılgınlar gibi çalışıp ömrümü heba etmezdim,

Ben bu müstakbele o maziyi feda etmezdim!" diyor.

Mevlevilikte kabristan için "hâmûşân" tanımlaması yapılır; susmuşlar evi ya da susmuşların bir arada olduğu yer anlamındadır. Ölenler birçok şeyin yanında, devridaime inanan insanlar için ölenler öncelikle susuyorlar, artık bu memlekete dair, günlük meşakkatlere dair, geleceğe dair söz söyleme hükümleri kalmıyor ve neresinden bakarsanız bakın, hangi siyasal veçheden bakarsak bakalım bu ölümlerin en ortak özelliği genç ölümleri olması, hep gençlerimiz gidiyor, hep geleceğimiz gidiyor bu anlamda. Onun için, bir an önce buna yeni bir dil, yeni bir üslup, yeni bir içerik katmak lazım. Niye? Ben, 60 yaşına yaklaştım, 50'yi devirdik, kendimi bildim bileli -filmimde de bunun parodisini yaptım- benim de, sizlerin de kulağınızda hep şu çınlayıp durmuştur: Millî birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde... Millî birlik ve beraberliğe duyduğumuz ihtiyaç, bu ülkede benim ilk gençliğimden, akıl baliğ olduktan şu güne kadar bir tek gün geçirmedik millî birlik ve beraberliğe ihtiyaç duymadığımız.

Burada bir sorun olmalı. Bu paradigma bütün bu gelişmeleri karşılamaya yetmiyor. Daha önce değişik vesilelerle vurgulamıştım burada, cumhuriyet bir imkân ve zorunlulukların kesiştiği noktanın adıdır ve bu ülkeye yaklaşık yüz yıllık bir avans kazandırmıştır. Neye karşı? Emperyal güçlere karşı başlangıçta elimizde kalan bakiyede "biz" anlayışıyla yeni bir cumhuriyet inşa etme, var olma, ayakta kalma iradesiydi. Bu duygu, ne zamanki o "biz" kavramı teke irca edildi, bu millî birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyma oranımız o derece yükseldi. Ne kadar tekleştirdik, o kadar millî birlik ve beraberlik söylemi ensemizde bir boza gibi pişirildi. E olmuyor, bunda bir arıza var. Kırk yıl süren bir savaş olmaz, kırk yıl süren bir destabilizasyon olmaz, kırk yılda aynı argümanla karşılanılmaz bu aynı argümanla savunulamayacağı gibi. Onun için -biraz önce Sayın Beştaş buradan, en büyük görevin bize düştüğünü söyledi. Gerçekten, bu memlekette bu meseleye dair ticaret, sanayi odalarından sivil toplum örgütlerine, ordudan devlet kurumlarına, Hükûmetten yabancı elçiliklere ve ülkelere kadar herkes inisiyatif aldı, inisiyatif almayan tek kurum Türkiye Büyük Millet Meclisi oldu. "Çözüm ve müzakere" adı altında bunu bir demokratikleşme mottosu hâline getirdik, reddeden milletvekili sayısı 34'tü arkadaşlar. 34 retle biz bunu Meclis olarak kabul ettik ama ne hikmetse bütçe görüşmeleri itibarıyla baktığımızda bile, neredeyse 134 vekil o gün burada kabul ettiğimiz metne, onun amaçlarına, gerekçesine ve onun uzantıları olarak yapılması gereken veya yapılmış olan işlere toptan reddiyeler içinde bulanan bir dil geliştirdi. Zaman zaman, çok nadir de olsa bu kadar gençlerimizi ve geleceğimizi ilgilendiren meselelerde bir Meclis genel görüşmesi açılmasını, mekanizmasını işletmeye çalıştık. O bile hepimiz açısından yüz ağartacak bir sayıda ve içerikte değil, kendimizi de katarak söylüyorum. Bizim böyle volümlü, böyle oylumlu bir derdimize karşın bunu çözene kadar gerek arama komisyonları, arayış komisyonları gerek tartışmalar gerek bununla ilgili akademinin, sivil toplumun düşüncelerini, önerilerini, katkılarını almalar diye başlayan ve her eleştiriyi ya da her katkı talebini baştan kategorik olarak reddeden anlayış sadece savaşın büyümesine, gelişmesine ve artık hedef gözetmeden günlük hayatı etkileyecek ve bizim "darbe mekaniği" olarak adlandırdığımız bir darbe mekaniğinin, bu ülkede kaosla tetiklenen bir darbe mekaniği anlayışının her gün her gün, birkaç gün mola verip her gün her gün yeniden üretilmesiyle sonuçlanıyor.

Şimdi, yüce Meclisin bilmesinde bir mahzur yok, biz 4 siyasal partiden arkadaşlar, bu gelişmeye karşı bir ortak bildiri hazırlama hazırlığı içerisindeyiz, bunun arayışı içerisindeyiz. Buradan başlayabiliriz diye düşünüyorum. Şu: Herkes, herkesin bir siyasal perspektifi var, son derece de doğal böyle olması ve herkesin olayları bir yorumlayış biçimi var ama reddedebileceğimiz insan canına dönük ve bu ülkedeki bu darbe mekaniğini sürdürmeye, bunun dinamosu olmaya yönelik mekanikler karşısında hep bir araya geleceğimizi, kutuplaştırıcı, düşmanlaştırıcı, ayrımcı bir dil kullanmayacağımızı söylemekle başlayabiliriz. Henüz çok büyük bir mesafe katedemedik ama herkes bir parti bildirisi anlayışıyla yaklaştığında bu 4 partinin ya da Meclisin tümünün bir araya gelebilmiş olması hakikatini geriye itelemiş oluyoruz.

ABDULLAH BAŞCI (İstanbul) - Oluk oluk kan akıyor, hâlâ sen bildiriden, şundan bundan bahsediyorsun ya! Bir sürü can gitmiş ya!

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - Bir de böyle bir yaklaşım var.

ABDULLAH BAŞCI (İstanbul) - Böyle bir yaklaşım var mı?

BAŞKAN - Müdahale etmeyelim sayın milletvekilleri. Lütfen...

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - Şu ana kadar söylediklerimin özeti.

Bu da bir düşünce biçimi. Böyle düşünme, öyle çok da mahkûm edilecek bir anlayış değil.

ABDULLAH BAŞÇI (İstanbul) - Çaktırmadan konuşmaya çalışıyorsun, bir şeyler anlatmaya çalışıyorsun.

BAŞKAN - Lütfen sayın milletvekilleri, lütfen...

Sayın Önder, siz Genel Kurula hitap edin.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - Bizim bu ülkenin kaybolan, yitip giden her canı bizim toplam varlığımızın bir noksanıdır. Kalp ve vicdan taşıma bahsinde hiçbirimiz hiçbirimizden bir adım geride değiliz. Sayın Vekil, kastetmeye çalıştığımız bunun başka bir mekaniği ve başka bir çözüm yolunun olması, olması gerektiği. Bunun için fazla kanıta da gerek yok, sadece kırk yıldır baş edememiş olduğumuz gerçekliği bunun açık ve kâfi delili. Bu düşüncelerinizi söyleyebilirsiniz, bir miktar ruhunuza iyi gelebilir, biz de söyleyebiliriz, bizimkine de iyi gelebilir ama görünen o ki bunun üstünde, bunun fevkinde bir yaklaşım ihtiyacı var. Bunu, bu yaptığınız yaklaşım sadece bu arayışların önüne geçer, varsa böyle bir imkân. Fakat, en kötü barış hâli -savaş "iyi" diye nitelendirilemez ama- adı ve biçimi ne olursa olsun savaştan mutlaka daha iyidir. Giden, canlarımız. Onun için, buradan başlayabiliriz, bu Meclis inisiyatif geliştirebilir, vaktinde kendi imzasını taşıyan iradelere sahip çıkabilir. Ardından, bir tek kanun, tüzük, yönetmelikle beslenmemiş, akim kalmış şeyleri ihya edebiliriz. Bizi kuvvetlendirecek olan bu saldırılara karşı, dünya tarihinin ta kadim tarihten bu yana, bu müktesebatıyla bulup bulabildiği -şu ana kadar, hâlihazırda- en korunaklı zırh, demokratik zırhtır. Demokratik alanın genişlemesi, ülkenin-başta söyledim, "hâmûşân" diye- bir hâmûşân kabristanına dönmemesi, konuşandan korkmamamız, sesini dile getirenden, bunun için örgütlenenden korkmamamız gerektiği... Yoksa, işte hâmûşân ile kabristan bakın, neredeyse eş anlamlı. Susmak ölmek demektir. Buna alan açmamız... Özgürlükler bütünleştirir ve büyütür, yasaklar böler. Bunları her seferinde yeniden tecrübe etme lüksümüz yok; ne bu kaynaklara sahibiz ne de bu zamana sahibiz. Yeniden üretilmesi, taklidinin, sahtesinin yapılabilmesi mümkün olmayan tek şey vardır, zaman ve elimizden kayıp gidiyor. Onun için, bir Anadolu deyimidir, karpuz kesmekle yürek soğumaz. Biz, en azından, bunun üzerinde ve bunun ötesinde bir şeyler yapabilmekle, yapmakla mükellefiz. Vurgulamak istediğim bu. Umarım, bir karşılık bulur. Bu şekil gelişecek her şeye katkı sunmaktan büyük bir onur duyacağımızı, bizim varlık sebebimiz olduğunu tekrar hatırlatıyorum.

Bütün Meclisi saygıyla selamlarken, yitirdiğimiz bütün canlarımıza tekrar rahmet ve inşallah telafi edecek bir barış vaad ediyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.