GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 5'inci Tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:36
Tarih:10.12.2016

MHP GRUBU ADINA KAMİL AYDIN (Erzurum) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Kültür ve Turizm Bakanlığı bütçesi üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına konuşmak üzere huzurlarınızdayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, daha önceleri 2 farklı bakanlık adı altında, yetkili kurumlarıyla hizmet veren Kültür ve Turizm Bakanlıkları 1 Ocak 1982'de yürürlüğe konulan bir kararla birleştirilmiştir. 24 Kasım 1989 tarih 354 ve 355 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerle Kültür ve Turizm Bakanlıkları adıyla yeniden ayrılmış fakat 29 Nisan 2003 tarih ve 25093 sayılı Resmî Gazete yayımıyla belirtildiği üzere bu 2 bakanlık tekrar bir araya getirilmiştir.

Bu vesileyle, öncelikle 5 Aralık 2014'te kaybettiğimiz, Türk kültür hayatına büyük katkıları bulunan ve ilk Kültür Bakanlığımızı yapan Talat Sait Halman Hocamı rahmetle, minnetle anıyorum çünkü gerçekten, Türk kültürünü Batı'ya, Batı kültürünü de Türkiye'ye taşıyan çok özgün, çok güzel eserleri vardır. Bunlardan bir iki tanesini söylemek gerekirse; özellikle Yunus Emre ve Mevlâna şiirlerini, rubailerini Batı'ya çok güzel taşımış -kendi özgün yapıtlarının dışında- oradan da Shakespeare başta olmak üzere bir sürü Batılı klasikten bizim Türk edebiyatımıza, kültürümüze katkılarda bulunmuştur. Ruhu şad olsun.

Aslında, farklı bakanlıklar adı altında daha iyi faaliyet gösterebileceği gerçeğinden hareketle ama maalesef, bugünkü hâliyle kültür ve turizmin birleştirilmesiyle yine de birbirleriyle ilintili birtakım alanlarda geçişlerinin kolay olduğunu düşünmekteyiz. Bunu nasıl söyleyebiliriz? Çünkü, turizmin bugün artık tanımlandığı şekliyle, özellikle türlerini vurguladığımızda, gerçekten kültür turizminin de çok önemli bir yer aldığını, bir yer kapsadığını görmekteyiz. Bu açıdan, iyi bir eklemleme yapılırsa gerçekten, farklı ve amacına uygun bir Kültür ve Turizm Bakanlığı etkinliğinden söz edebiliriz.

Sayın milletvekilleri, insan yaratılışı gereği maddi ve manevi bir varlıktır yani insan, hem zihniyle düşünüp tasarlayıp muhakeme gücünü ortaya koyar ve bununla bilim ve teknolojiye katkıda bulunur hem de içsel özelliğiyle yani duygu ve hisleriyle de çok ölümsüz eserler üretir, kalp ile beyin arasında mutlaka bir bağlantı olur. Bu dengeyi iyi kurduğunuz zaman, gerçekten o zaman mükemmel bir varlık ve ürettiği şeylerin de çok yerinde olduğunu görürüz. Bunu niye söylüyorum? Sanatı, edebiyatı, kültürü sadece somut bilim ve teknolojiden ve bu teknolojinin ürünü olan birtakım yapılardan uzaklaştırmamak gerekir. İnsanın bütüncül yapısından hareketle üretimini de öyle görmek lazım. Dolayısıyla, bunu böyle düşündüğümüzde bir de bakıyoruz ki işte, Mustafa Kemal'in o veciz sözü anlam kazanıyor, yani "Sanatı olmayan milletlerin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.", insanı eksik söylemiş oluruz. Bunu özellikle belirtmek istiyorum.

Dolayısıyla, gerçekten bizim de kadim bir coğrafyada, iki bin yıllık devlet geleneğimiz içerisinde kuşaktan kuşağa aktardığımız kültürel bir dokumuz var. Yerelden alın ulusala, ulusaldan evrensele kadar götürün, en kalıcı olan, milletleri ayakta tutan birlik, beraberlik harcını sağlamlaştıran, hatta diğer uluslarla ilişkisini kuran en önemli ayak kültür ayağıdır. Dolayısıyla, kültürel zenginliklerimiz olan eserlerin değerlendirilip korunarak kuşaktan kuşağa aktarılması nesiller arası kültürel dokunun korunmasına katkıda bulunacağı gibi, aynı zamanda turizm sektörünün de en kalıcı cazibe merkezi olmasına neden olur.

Sayın milletvekilleri, bugün Türkiye'nin kültür ve turizm bağlamında genel bir resmini ortaya koyduğumuzda maalesef, her iki anlamda da hak ettiği yerde olmadığını çok açık bir şekilde görmekteyiz. Bugün, sayısız medeniyete ev sahipliği yapmış ve son bin yıldır Türk-İslam medeniyetinin mührünü taşıyan ülkemizin tarihî ve kültürel değerleri büyük bir ilgisizlik ve ihmalkârlığa muhataptır. Ama, şunu unutmamak gerekir ki bir milletin varlığının somut belgeleri sadece tapu, sicil defterleri, nüfus kayıtları değil, aynı zamanda tarihî eserleridir, özellikle buradaki anıt mezarları ön plana çıkarmak gerekir. İşte, kültürel tapu senetlerimiz olan tarihî dokumuz "kazan kazan" sloganıyla oldukça pragmatist ve gayriinsani bir yaklaşıma heba edilmektedir. Bunun en önemli kanıtları arasında imar rantına kurban edilen İstanbul'un o tarihî, güzel silüetini gösterebiliriz. Ne oldu? Bugün itibarıyla baktığımızda, Allah korusun, çok kazanma merkezli bir imar anlayışına kurban edilen İstanbul maalesef, o tarihî mirasını tehlikeye atmaktadır. Bunu yetkili ağızlar da defalarca söylüyorlar. Bunu sadece silüet olarak algılamamak lazım, Allah korusun, aşırı gürültü ve görüntü kirliliğinden dolayı belki bu eserleri de yıpratıp bir sonraki kuşaklara aktarmakta zorluk çekebileceğiz.

Şimdi, efendim, bunun çok tipik diğer bir örneğini de vekili olduğum ilimden vermek istiyorum: Erzurum, gerçekten, tarihte bir kavşaktır; Doğu Roma yani Bizans'tan elimize geçtiği süreçte İlhanlı, Selçuklu, Osmanlı ve sonunda da Cumhuriyet'e tanıklık etmiş, tarihî belgeleri yüksek, tarihî anıtları yüksek bir kenttir ama maalesef, Erzurum'umuzun bugüne kadar o üç boyutlu, hem Selçuklu hem Osmanlı hem Cumhuriyet tarihine tanıklık eden yapısını maalesef korumakta zorlanıyoruz. Niye? Basit bir örnek vereyim: Bakın, tarihçiler çok iyi bilir "tabya" kavramı vardır; tabyalar, Erzurum'un özellikle 19'uncu yüzyılda çok kullanılan bir savunma mekanizmasıdır savaşlarda, tabya mantığıdır, yığma toprakla bir siper oluşturulur, Erzurum'da 21 tane vardır. Çünkü, Erzurum tarihi itibarıyla gözyaşına, işgale uğramış bir kenttir; özellikle, atalarımızın "93 Harbi" dediği, 1876-1877 Osmanlı-Rus Harbi sırasında büyük işgaller, büyük trajediler yaşamıştır. Onun savunması için 21'in üzerinde tabya yapılmıştır ama maalesef, biz, efendim, bir sportif etkinlik için, hiç unutmuyorum, 2009'da aldığımız 2011 Dünya Üniversitelerarası Kış Oyunları için atlama kulelerini getirdik, şehrin merkezinde, şehrin tarihî kimliğini simgeleyen bir "Kiremitlik Tabyası" dediğimiz tabyayı yok ederek oraya atlama kulesi inşasına başladı.

Şimdi, tabya doğası gereği, yığma toprak olduğu için o milyonlarca ton betonu taşıyamadı ve inanın, milyon dolarlarla yapılan bu atlama kuleleri birkaç yıl sonra yıkıldı. Yeniden ihale edildi, ısrarla "Orada yapacağız." dediler. Şimdi, o gün bu yetkiyi kullananların, gerçekten vicdanları rahat mı, merak ediyorum. Tekrar ısrarla oraya yaptılar, şehrin de ana kavşağı. Yani, atlama şeyi biraz anormal olsa şehrin ortasına düşecek, araç trafiğine karışacak bir yerde. Israrla biz bunu söyledik: "Bakın, burası bir tabya, burasının tarihi, yüzyıllık, iki yüzyıllık bir geçmişi var; buraya değil başka yerlere yapalım, burayı da yeşertelim, ışıklandıralım, evlatlarımıza kuşaktan kuşağa aktaracağımız tarihî bir miras olsun." Ama, maalesef, bunu yapamadık. Bu içlerimizi acıtan çok önemli bir hikâyedir.

Öte yandan, gerçekten Kültür ve Turizm Bakanlığı uhdesinde olan birtakım kurumlarla ilgili birkaç eksiği de ifade etmek istiyorum.

Bunlara baktığımızda en dikkat çekicisi, efendim, gezici kütüphanelerimiz çoğalıyor. Evet, teşekkür ediyoruz, gerçekten güzel bir etkinlik çünkü okuyan nesli yakalamadığımız sürece bu ülkenin kalkınmasına katkıda bulunamayız. Okumalıyız, Avrupa ortalamalarına... İşte, PISA sonuçlarından bahsetti bir arkadaşımız, gerçekten, bu sonuçları, eğri oturup doğru konuşacağız, şapkayı çıkarıp çok düşüneceğiz ve ciddi kararlar alacağız.

Bu gezici kütüphaneler çok iyi bir proje ama Sayın Bakanım, bize gelen bilgiler bu kütüphanelerle ilgili filo sayısı artmış ama şoför başta olmak üzere uzman eksikliğinden dolayı bazı illerde birtakım aksaklıklar olduğu haberleri geliyor.

Diğer bir sıkıntımız, yok olmaya yüz tutmuş eserlerin yanı sıra, kültürel kalibrasyonu yüksek yapıtların israfa kaçmadan, sade bir biçimde yeniden basımını istiyoruz. Gerçekten, bazen böyle, ifrat tefrit noktasında yönümüzü belirleyemiyoruz.

Şimdi, geçmişte, bizim çocukluğumuz, gençliğimizde çok güzel klasik, hem Batı eserleri hem de bizim kendi eserlerimiz "1000 Temel Eser", "101 Temel Eser", "Klasikler" diye çok güzel yayımlanır, biz de harçlıklarımızla gider o kitapları alırdık. Sadeydi ama büyük kitaplardı. Yani geçen bahsettiğim gibi, Ali Emîrî'nin elindeki o dağınık kitap gibi ama anlamı, manası, değeri çok büyük. Süslü müslü değil, ifrat tefrite kaçmayalım, israf etmeyelim. Ne yapıyoruz biz? Kültür Bakanlığı bünyesinde bir tane -bir divan ya da bir klasik- kitap basıyoruz, öyle bir basım ki altın yaldızlı, ağır, taşıması bile zor yani insan içini açıp bakmaya bile fırsat bulamıyor, kapağından çıkaramıyoruz ki öyle şaşaalı bir şekilde basılmış. Ne olur, burada sade olalım, amacına uygun yapalım. Amaç burada sadece ne? Ne kadar çok kitleye, ne kadar çok insana, ne kadar çok değerli kitabı, kültürel değerlerimizi aktarabiliriz? Bence hedef bu olmalı. Bunun yapılmasında yarar var, yapılıyorsa da çoğaltılmasında yarar var diye düşünüyorum.

Efendim, diğer önemli bir sıkıntı, yine Bakanlık bünyesinde bazı klasiklerin çevirileri yapılıyor, hatta bazı kurumların tanıtıcı broşürlerinde de aynı hataları görüyoruz. Çeviriler çok bozuk, çok hatalı. Biz bir taraftan kendimizi ifade etmeye, tanıtmaya, çalışırken, kültürümüzü, değerlerimizi bir yerlere taşımaya çalışırken bunu yanlış ifade ediyoruz. İnanın, somut bir örnek istiyorsanız, Yunus Emre Vakfımız var; hiç unutmuyorum, bir yurt dışı seyahatim sırasında Türkçe-İngilizce bir kataloğunu açtım, içler acısıydı. Türkçesi ile İngilizcesi birbirinden o kadar uzaktı ki buna da üzüldüm. Dolayısıyla, bunun da işin ehline verilerek uzmanlar tarafından yapılmasında yarar var kanısındayım.

Efendim, diğer önemli bir sorun, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı teşkilat kanunu altı yıl önce çıkarılmış ama 3 bölge müdürlüğü tahsis edilmiş: İstanbul, Konya ve Ankara. Şimdi, web sayfasına giriyorum Bakanlığın, Konya'daki yerin Konya adresi var, İstanbul'daki şube müdürlüğünün, bölge müdürlüğünün adresi -İstanbul- var, hatta 2 adresli, ama Ankara Bölge Müdürlüğünün adresi yok. Sonradan bir baktık ki Ankara'daki bölge müdürlüğü henüz faaliyete geçmemiş, adresi de yok, geçici olarak İstanbul'a yönlendirilmiş. Bunun bir an önce halledilmesi lazım. Gerçekten, bu büyük bir eksiklik.

Bunlarla beraber, müzelerdeki yazma eserler de evet, bu, sanıyorum programa alınmış ama hızlandırılsın, bir an önce Başkanlık çatısı altında toplansın bu yazma eserler. Yoksa, bu konuda birçok insanın çok acil, günün dahi çok önemli olduğu bir çalışmasını engelleyecek durumda.

Efendim, diğer önemli bir sıkıntı, ilginç bir şey: Bu Meclis bombalandı, bir sürü sıkıntılar yaşadık ama hâlâ, Allah'a şükür faaliyetteyiz. Yani, bir yanımız toz duman, bir yanımız yine faaliyette bir şekilde. Şu koridoru geçerken gerçekten, bazen zannediyorum ki buzullardan geçiyorum, bazen de Ekvator'dan geçtiğimi zannediyorum yani böyle şartlarda biz çalışıyoruz ama Yazma Eserler portalına bakıyorum internet üzerinden, kapalı ve şöyle bir not var: "Size daha iyi hizmet vermek için bir süreliğine hizmet dışıyız." Bu sabah tekrar kontrol ettim ki mahcup olmayayım sizlere. Ya, böyle bir şey olabilir mi Allah aşkına? Yani, biraz önce rakamlar söylendi. Bir belediyenin dahi web sayfasına 500 binli, milyonlu rakamlar tahsis edilirken bu kadar ciddi bir Bakanlığın portalının bir an önce, bir gecede dahi halledilip bilim insanlarının hizmetine sunulması gerekir diye düşünüyorum.

Efendim, öte yandan, tabii, bunları söylüyoruz, bunları bekliyoruz ama bir de Kültür ve Turizm Bakanlığının bütçesine bakıyorum ki heyhat; biz uçmuşuz, büyük bir devletiz, paramız çok, eğitime en büyük katkıyı ayırmışız ama Kültür ve Turizm Bakanlığının bütçesi genel bütçenin yüzde 1'i değil, yüzde 0,55'i yani yarım bir bütçesi var ve 2 büyük bakanlığın birleşmesiyle çok büyük hizmet ağı -vizyonuna, misyonuna bakıyorum- çok önemli bir hizmet misyonu olan bir Bakanlığın bütçesi devede kulak. Bu bütçenin de inanın, cari bütçesi yüzde 75, yatırımlar sadece yüzde 25 civarında. Allah yardımcınız olsun. Yani, yüzde 25'lik yatırım bütçesiyle ne yapacaksınız, neleri yapacağız? Yani, Bozüyük kazılarıyla ortaya çıkan 5 bin yıllık bir varlığımızın ispatı, tespiti noktasında hangi kültürel etkinliğe ne çare olacağız ben de merak ediyorum.

Sayın milletvekilleri, yerelden başlayan ve millî bir kültüre, oradan da uluslararası bir boyuta taşınan zengin kültürümüze sahip çıkmamız lazım fakat tabii, bunu turizm ayağıyla da çok iyi yapmak zorundayız. Evet, turizm ayağı da çok önemli. Nasıl yapacağız? Bu değerlere sahip çıkarak yapacağız. İnanın, plajlarımız, otellerimiz, lüks taşımacılığımız falan bunlar zamanla belki turizmin nedeni olmaktan çıkacak ama bir şey kalıcı olacak, kültürel mirasımız, kültürel değerlerimiz her zaman insanlar için cazibe merkezi olup sürekli turizmi geçerli kılacak varlıklarımızdır.

Bunları söylerken tabii turizme de bir iki şeyle değinmek istiyorum. Gerçekten, geçen yıl turizm adına karanlık bir yıldı, bunu hepiniz biliyorsunuz çünkü turizmi etkileyen sadece yatırım ayakları, teşvikler, otellerin kalitesi, mekânların güzelliği, ulaşım değil, aynı zamanda turizmin, aynen 2016'da bizim yaşadığımız gibi, en çok etkilendiği, ilintilendiği olaylardan bir tanesi de ülkenin iç huzuru. Turist öncelikle gittiği ülkede bir güvenlik sorunu olmamasına dikkat eder. Maalesef, biz, biliyorsunuz, birkaç ay içerisinde patlayan sadece 3 bombayla Ankara'da 200'ün üzerinde insanımızı kaybettik. Şimdi, böyle bir süreçte turist beklemenin çok da fazla ehemmiyeti yok. Yani, iç güvenliğin çok iyi olması lazım, şu terör belasının bir an önce halledilmesi lazım. Önce kendi güvenliğimiz, sonra bizim ev sahipliği yapacağımız yabancı konuklarımızın güvenliği.

Artı, ikinci bir önemli etken; biz elbette ki dünyadaki ülkelerden biriyiz. Bakın, çok fazla böyle haddimizi aşarak efelenmelere, böyle hakaretlere götürecek dış politika girişimlerinde bulunmamalıyız çünkü bu ne oluyor biliyor musunuz? Bireysel olarak dostluk kuruyorsunuz ama bu, ülke politikaları arasındaki karşılıklı çatışmaya dönüşünce bireyleri de dolaylı olarak etkiliyor. Bunun en somut delili ne? Güney illerimiz çok iyi bilir, turizm illerimiz ağırlıklı olarak Alman ve Rus turistlere ev sahipliği yapmaktadır ama 2016'daki rakamlara baktığımızda yüzde 80'lerin üzerinde bir kaybımız var. Yazıktır, günahtır, millî servet yani bu çok önemli bir ayağımız. Üstelik, bu arada dövize de çok ihtiyacımız var ya, bugünlerde çok güncel bir mesele. Zaten dövizin doğrudan geldiği en önemli ayak da turizm ama biz ayağımıza sıkmayacağız bu konuda. Onun için, iç ve dış siyasette dengeleri koruyarak adımlarımızı sağlıklı bir şekilde atalım ki bu sektör de çok fazla etkilenmesin, elimizde kalan sağlam birkaç sektörden bir tanesi. Efendim, çünkü bu sektör tek başına turistin gelip, sadece yiyip, içip, dinlenip para bıraktığı bir sektör değil; çok boyutlu, birbirleriyle ilintili birçok sektörü var. Turistik bölgemizde tarım da bundan etkileniyor, hayvancılık da bundan etkileniyor, inanın esnaf da bundan etkileniyor, sanayici de bundan etkileniyor. Dolayısıyla, böyle çok çarpanları olan bir sektörü çok dikkatli bir şekilde korumalıyız.

Efendim, öte yandan bakın ne yapmalıyız? Çok şikâyet ettik burada. Sayın Başkanımıza yapılan o saygısız muameleyi arkadaşlar gibi ben de buradan telin ediyorum. Alman yetkililerinin davranışı kabul edilebilir bir davranış değil.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

KAMİL AYDIN (Devamla) - Ama, bu ilk değil.

Bakın, kendimizi iyi anlatmalıyız. Tanıtım bütçelerini iyi ayarlayıp sağlıklı yapmalıyız. Bir oryantalistin çok güzel bir ifadesi var, diyor ki: "Kütüphanelerce, ciltlerce, dolu kitabınız olacağına bir tane adam akıllı filminiz olsun, bir belgeseliniz olsun ondan daha büyük etkiyi yaratırsınız." Maalesef, biz bu konuda çok eksiğiz.

Bakın, "Pearl Harbor" diye bir film çevrildi Amerika'da, bir askerî film, aslında yenilgiyi ifade eden bir film ama yenilgiden bir kahramanlık öyküsü çıkardılar ve 6'ncı filonun üzerinde de tanıtım kokteylini yaptılar, 300 bin dolar maliyetli. Hangisini sayayım? Biz hiçbir zaman mitolojik figürlerimizi bilmeyiz. "Bir Türk kadın kahraman karakteri var mı?" diye sorsak çocuklarımıza, hiç kimse tanımıyor ama Zeyna'yı çok iyi tanıyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KAMİL AYDIN (Devamla) - Ergenekon'u bilmiyor ama maalesef, Örümcek Adam'dan süper adama, karınca adama, böcek adama, hepsini biliyor diyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)