| Konu: | 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 5'inci Tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 36 |
| Tarih: | 10.12.2016 |
HDP GRUBU ADINA SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Ankara) - Teşekkür ederim, sağ olun.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Kültür Bakanlığı bütçesi üzerine partimizin görüşlerini belirteceğiz ama Kültür Bakanı firarda sanırım.
Geçen sene, bu "yerli ve millî" vurgunuza, bunun en çok tezahür edeceği yer olan Kültür Bakanlığının resmî web sitesindeki yerli ve millî olmayan kavramlara değinmiştim; şimdi gelmeden bir baktım, acep biri bunu nefis meselesi etmiş de düzeltmiş mi diye, hâlen geçen seneki gibi duruyor. Bizim dilimiz, bütün bu yabancı kavramlara karşılık oluşturacak bir zenginlikte, böyle bir kelime evrenine sahip, yerli ve millîlik kaygısı güden herkesin, bir parça burada da hassasiyet göstermesi ne iyi olurdu.
Öte yandan, AK PARTİ'li arkadaşlara, bu bütçe adına konuşan arkadaşlara üzülüyorum, ironi filan da yapmıyorum. Üzülüyorum, çünkü ellerine Bakanlık bülteni veriliyor, birçok arkadaşımız bunu okumak zahmetine bile katlanmıyor, bu bakanlık bültenini burada kendisine ait hiçbir şey katmadan okuyup gidiyor, işte, dost pazarda görsün misali. Sanırım 3 sayın bakan muazzep olmuşlardır; 317 iktidar milletvekilinin o küsur kısmı kadar vekil, yani 17-20 kişi -öğleden önce 14 kişiydi- bu ülkenin millî savunmasını, kültürünü ve içişlerini merak eden sadece 17 tane, ortalama 15 tane iktidar vekili var. Komisyon ve bakan sırası, bürokrat sırası, merak eden milletvekili sayısından fazla. Bunu da...
KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) - Bence yanılıyorsun.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - Yanılıyorsak matematik var ortada.
KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) - Niye, biliyor musun? Kandil'den veriliyor metinler, oradan okuyorlar.
BAŞKAN - Lütfen karşılıklı konuşmayın.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - Şimdi, arkadaşımız zekâ örneği bir sataşmada bulundu.
KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) - Yok, zekâ değil, bunu kabul etmek zorundasın, kabul etmek. Yani, bu şekilde milleti aşağılayarak kendince bir şeyler yaptığını zannediyorsun.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - Kandil'den veriliyormuş bize bu metinler. Kandil'in de işi gücü yok, Kültür Bakanlığında destinasyon mu yazılıyor, portal mı yazılıyor, onu merak edecek. Onun için, geçin...
ŞAHİN TİN (Denizli) - Bizden sana ne? Seni hiç alakadar etmez.
BAŞKAN - Sayın Önder, siz de milletvekili arkadaşların konuşmalarını ironik bir şekilde eleştirmeyin lütfen.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - Dün bir arkadaşımız ama kendisinden bir şey kattı; bir Sayın Mardin Milletvekili, Adalet Bakanlığının bütçesinde konuşurken Adalet Akademisi yayınlarını sıralıyordu, "Kur'an ve tecrit" dedi. Onun için ben tekrar o üzüntümü geri aldım. Bakanlık bültenlerini bari bihakkın okuyun yeter.
FATMA BENLİ (İstanbul) - Bakanlık bültenlerini şimdi nereden çıkarıyorsunuz? Diğer vekiller hakkında nasıl böyle bir konuşma yapma hakkını kendinizde buluyorsunuz?
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - "Tecvit"le "tecrit"i karıştıran arkadaşlar en azından bu yanlıştan beri kalır.
Şimdi, arkadaşlar, öte yandan, Bakanlığın verdiği bu bültenlerde de kültürle, sanatla aynı terazide tartılamayacak şeyler var. Bir söz var, onu söyleyerek başlamak istiyorum: "Mecaz, ilmin elinden cehlin eline düştüğünde hakikate inkılap eder, hurafata kapı açar."
Şimdi, Kültür Bakanlığı bütçesi adına konuşan arkadaşlarımızın kendi kullandıkları kavram "hafifmeşrep", "eşek" bu metafor, mecaz kullanma bahsinde... Bir de bir söz var, çok cinsiyetçi, onu burada ben de tekrarlayıp o ayıbı çoğaltmak istemiyorum, kadını aşağılayan bir söz. E, Kültür Bakanlığı adına konuşandan biraz nezahet beklemek herkesin hakkı. Umarım, Sayın Nabi Avcı geldiğinde ona bunları aktarırlar. Bu konularda hassas diye bilir idik biz kendilerini.
ŞAHİN TİN (Denizli) - Sen konuş da dinleyelim o zaman, nasıl konuşuluyorsa?
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - Şimdi, zekâ... Bana laf atarken ikinci lafınız da cebinizde olacak, ona göre; öyle boş heybeden atmayın.
Şimdi, memleketin büyük dertleri var, bunlara dair bir şeyler söylemek zorundayız.
GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) - Ego zehirlenmesi, ego...
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - Şakirtlerin sesi çok çıkıyor. Bak, onun için, akıllı olun, şurada bütçeyle konuşalım, bütçeyle gidelim.
GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) - Siz ego zehirlenmesi olmuşsunuz, ego zehirlenmesi. Zehirlenmiş. Yazık, yazık, gerçekten yazık!
BAŞKAN - Sayın Önder, milletvekillerine hakaret ediyorsunuz, lütfen.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - Ya, burada kadın aşağılanıyor Sayın Başkan, siz onları nezahete davet etmiyorsunuz, bana "Hakaret ediyorsunuz..." diyorsunuz.
GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) - Hayır Sayın Başkan, ego zehirlenmesi olmuş.
BAŞKAN - Ama siz alay ediyorsunuz milletvekilleriyle.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - Ben niye hakaret edeyim?
BAŞKAN - Evet.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - Ben niye hakaret edeyim?
BAŞKAN - Hakaret ediyorsunuz demedim, alay ediyorsunuz; lütfen...
GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) - Hayır, ironi yapıyor. Düzgün konuş.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - Düne kadar kemerbesteyi-ubudiyetle el bağlayanları hepimiz biliyoruz.
BAŞKAN - Eleştirin ama alay etmeyin lütfen.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - Eleştiriyorum, alay etmem, ben alayı...
KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) - Espri yapacağım diye kendini paralıyor.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - Yok, yok, espri nere, siz nere; geçin onu.
Şimdi, değerli arkadaşlar... (HDP ve CHP sıralarından gülüşmeler)
KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) - Hazır kitleyi bulmuş, gülüyorlar.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, dinliyoruz.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - ...biraz önce iktidar vekili -oturuma ara verildiği için cevap hakkımızı kullanamadık- sürekli devlete neler yapmamız gerektiğini, nasıl biat etmemiz gerektiğini, hendek, barikat, Rojava meselelerinde bizim bu tutumu almadığımıza dair beyanlarda bulundu. Sorulacak soru şu: Hangi devlet? Ben, şimdi, bütçeyle ilgili ilk konuşmamda "'Neydi bu işlerin aslı?' faslından her konuşmada bir şey paylaşacağım." demiştim. Şimdi de Rojava'da bu devlet ne yaptı ya da ne yapmadı, bunu hepinizin dikkatine biraz sunmak istiyorum.
Şahitlerinin hepsi sağ, şahitlerinin hepsi hayatta ve siz "Devlette devamlılık esastır." düsturuna inanıyorsunuz, sizin Binali Bey'den önceki Sayın Başbakanınız, sanırım onu devlet olarak kabul edebiliriz yani bunda bir beis yok değil mi?
Şu oldu arkadaşlar: Rojava'da müzakere süreci bir sıkıntıya girmişti. Herkes yanlış yerinden tartışıyor. Duymuşsunuzdur, Horasan'da halı dokunur, enine mi boyuna mı, kimsenin bildiği yok. Şu, Dolmabahçe deklarasyonunun fotoğrafı. Şu an tutsak alınan Sayın İdris Baluken Vekilimiz en başta oturuyor ve Hükûmetin 2 sayın bakanı ile sizin grup başkan vekiliniz, böyle hizalanmışız, bir tarihî deklarasyon açıklamışız. Neydi bu? Silahsızlanma kongresine bir çağrı yapılacaktı. Herhangi biri, buradaki 2 sayın bakan ve bir grup başkan vekili sadece şunu söylesin, ispat istemiyorum, "Sırrı doğruları söylemedi." desin, ben özür dileceğim, bu kadar net. Yani, sadece desin ki "Gerçek onun anlattığı gibi değildi." Herhangi bir kanıt istemiyorum, buraya gelecek, gözümüzün içine bakarak "Hayır, senin anlattığın doğru değil." desin kâfi, hemen özür dileyeceğim.
Şimdi, devlet heyeti ve Hükûmet heyeti Sayın Öcalan'a çok ısrarla ricacı oldular, dediler ki: "Bu deklarasyondan önce siz bu silahsızlanma kongresi için bir tarih verin." Nitekim, Sayın Cumhurbaşkanı o zaman bir Latin Amerika gezisindeydi, ona sordular bu Dolmabahçe deklarasyonuyla ilgili, ilk verdiği demeçte -daha sonra "Ben tanımıyorum, o fotoğrafı da doğru bulmuyorum." dedi ya, ondan önce- olumlayan şeyler söyledi, "Biz biraz daha fazlasını bekliyorduk." dedi, "Arkadaşlar çalışıyorlar." mealinde bir şeyler söyledi. Bu söylediğim, bu kısmı mealen yani kelime olarak daha farklı cümlelerle ifade etmiş olabilir.
Sayın Öcalan da devlet ve Hükûmet heyetine...
MUHAMMET BALTA (Trabzon) - Terörist Öcalan, "Sayın Öcalan" değil.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - Sayın Öcalan da devlet ve Hükûmet heyetine...
MUHAMMET BALTA (Trabzon) - Terörist...
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - Oradaki heyet de "Sayın Öcalan" diyordu. Onun için hiç şeye gerek yok...
MUHAMMET BALTA (Trabzon) - Hain Öcalan.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - ...işte öyle diyordu.
Devlet derken hangi devlet, hükûmet derken...
BAŞKAN - Lütfen karşılıklı konuşmayalım.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - ...hangi hükûmet meselesine böyle bakalım.
Şimdi, dedi ki: "İzleme kurulu gelsin." Biz bu Dolmabahçe deklarasyonunu okuduktan sonra Hükûmetle vardığımız mutabakat buydu. İzleme kurulu adaya gelsin. İmralı'nın üstüne bir kat yapıldı, demir parmaklığı yoktu. 25-30 kişilik toplantı masası yapıldı, bir konferans sistemi oluşturuldu. Bu izleme heyetinin huzurunda "Ben bu silah bırakma kongresi için tarihli çağrı yapacağım." dedi. Bu tarih de devlet, Hükûmet heyetiyle mutabakata varılmış bir tarihti. Nisan, mayıs ayları, hatta "Nevroz"a yetiştirmeye çalışıyorduk.
Şimdi, bu sözüm baki. 2 sayın bakan ve grup başkan vekili "Şurasında bir eksiklik var." dediğinde, "Yanlış var." dediğinde özür dileyeceğim.
Ondan sonra, izleme heyeti, hangi devlet...
Bu farklılıklar, bu sabotajlar nereden kaynaklandı, süreci kim bitirdi meselesinin anahtarları buradadır, bu anlattıklarımdadır ve politika yapmıyorum ve gizli bir şeyi ifşa etmiyorum; bunlar birçok yerde yazıldı, söylendi, konuşuldu.
İzleme heyetinin büyük çoğunluğunu Hükûmet cenahı önermişti. Aklımda kalan Ahmet Taşgetiren'den Hilal Kaplan'a varana değin izleme heyeti için sunulan isimler vardı. Bir iki isim tartışıldı ama son tahlilde "Tutanağa geçirilecek burada konuşmalar, kayıt altına alınacak." dendiği için isimleri tartışmayı da bıraktık.
Sonra o isimler medyaya düştü, Hükûmet cenahı bizi itham etti, "Siz bu isimleri medyaya verdiniz." diye. Birlikte RTÜK'ten bunun ilk çıkış mecrasını bulduk. Ortaya çıktı ki Hükûmete çok yakın bir haber kanalı saat 18.34'te ilk o alt yazı olarak geçmiş, haberin ilk çıkış membası orası. Sonra, bunu bir sabotaj olarak değerlendirdiler ve Hükûmet cenahı bize dedi ki: "Tamam, sizinle bir ilgisi yokmuş, bizden sızmış." "Hangi devlet?" sorusunun cevabı, bu sızdıranlar mı, muhataplarımız mı, barışı kurmaya çalışanlar mı, barışı sabote etmeye çalışanlar mı bahsinde bir perspektif sunmaya çalışıyorum. Ondan sonra, bu bizim İmralı'da yaptığımız son görüşme oldu. Sayın Öcalan taahhüt etti, Dolmabahçe deklarasyonunda da var: "Ben bunu bir niyet beyanı olarak söylüyorum. PKK'ye silah bırakma kongresi için çağrı yapacağım izleme heyeti buraya geldiğinde." dedi. Hükûmet de bu niyeti onaylayan bir yaklaşımda bulundu ve biz bu Dolmabahçe fotoğrafını bu şekilde verdik.
Bu, tarihin en onurlu girişimi olarak tarihteki yerini alacaktır. Oradaki 9 madde, bu ülkede demokratikleşme manifestosu olarak bugün olmazsa yarın, yarın olmazsa öbür gün bu ülkenin birliğine, bütünlüğüne, dirliğine, bölünmezliğine bir hassasiyeti olan herkes tarafından hiçbir yerinden eleştirilmeyecek; insanlığın ortak değerlerine, ortak iyilik kavramlarına dair en ufak bir engelleyiciliği olmadığı gibi geliştiriciliği olan şeyde en büyük emek sahibi arkadaşımızı bugün örgüt üyesi olarak bu devlet içeri aldı, Sayın İdris Baluken'i. Örgüt üyeliğine karine olarak propagandadan açılan suçların yoğunluğunu delil gösteriyor gerekçede, "O kadar çok propaganda yapmış ki olsa olsa örgüt üyesidir." diye. Sayın İdris Baluken ile ben PKK'nin, KCK'nin, devletin bildiği bilmediği bütün yöneticileriyle 117 kez toplantı yaptık arkadaşlar. Bu 117 toplantının hiçbirisi şahsımızın ya da HDP'nin, BDP'nin gündemi değildi; hepsi barışa varan yolda pürüzleri aşmak, engelleri bertaraf etmek, ortak bir dil yakalamak, hiçbir şey yapamazsak çatışmasızlığın devamını sağlamak, kanın akmasının önüne geçmek...
Buradaki sıkıntı şu, değerli arkadaşlar: Bir çatışma bitirileceği zaman dünyada çatışma sonrası çözüm süreçlerinin ortaya çıkmış genel kuralları var. Bütün bunlar da en çok İçişleri Bakanlığının arşivinde var, o çalışmayı onlar yaptırdı. Bu şudur: Silahsızlanma ya da silah bıraktırtma, işte bu yol haritası olarak adlandırdığımız süreç aşıldıktan sonraki bir aşamaya tekabül eder. Çatışma sonrası çözüm süreçlerinin yüzde 30 küsuru başarıyla finalize olmuş bütün dünyada, bunun yüzde 94'ünde silahsızlanma -siz de izliyorsunuz Kolombiya süreçlerini, diğer süreçleri- en son aşama olarak...
Şimdi, müzakere sürekli böyle bir kriminalize edilmeye çalışılıyor. "Bunca silahlı çatışma varken..." Arkadaşlar, zaten müzakere bunun için var. Silahlı çatışma olmasa biz niye bu gündemle bu kadar efor sarf edelim. Onun için, silahlı çatışmayı müzakerenin önünde bir engel olarak değil, bizatihi müzakerenin yapılması için en büyük gerekçe saymamız lazım, buradan başlamamız lazım. Buradan başlamazsak kat edeceğimiz hiçbir mesafe yok, dünyanın hiçbir yerinde böyle olmamış çünkü. Birçok bozulma sebebi var. Bizim, bunun tarafı olanların, Hükûmetin, hepimizin mutlaka eksiği, yanlışı, fazlası olmuştur ama Türkiye'nin repertuarında ilk defa yapılan bir işi yapmaya niyet etmiştik. Emeği geçen, omuz veren herkese buradan defalarca şükranlarımı son nefesime kadar ifade etmeye de devam edeceğim. İlk defa yapılan bir şey, biz kendi içtihadımızı kendimiz oluşturarak gidiyorduk. Önümüzde, daha önce, Türkiye'nin yakın dönem, orta dönem, uzak dönem siyasi tarihinde böyle bir müzakere geleneği ya da böyle bir müzakere tecrübesi yoktu. Deneyerek, yanılarak, kafasını gözünü kırarak, hata yaparak, farkına vardığımızda toparlamaya çalışarak bir yol almaya çalıştık, engellendi. Engellendi ve faturasını bugün ağır bir şekilde ödüyoruz.
Rojava'yı yarınki konuşmama bırakayım ama yarınki konuşmamın ipucunu kısa bir şekilde vereyim: Sayın Davutoğlu İmralı heyetiyle bir görüşme yaptı. Bana sordu, dedi ki: "Sayın Önder, biz bu sürece başladığımızda..." Bu başta söylediğim, Sayın Davutoğlu için de geçerlidir; çıkıp derse ki "Sırrı eksik söylüyor -yanlış da değil- eksik ya da fazla söylüyor" çıkıp özür dileceğim, bu kadar açık. Dedi ki: "Başlangıçta bu Rojava bizim çözüm sürecinin gündemi değildi. Allah aşkına, ne oldu da biz şimdi Rojava'yı tartışmaya başladık ve bir adım ileri gidemiyoruz?" Ben de ona şöyle aktardım, kendisiyle Başbakan olmadan önce de görüşmüştük: Rojava çözüm sürecinin kilidi değil, tam tersine, açılacak bir kapısı olma imkânını barındırıyor.
Bugün Millî Savunma Bakanlığı burada, bürokratları da burada. Hani, "Gübren kadar bostan ekeceksin." diye bir Anadolu deyimi vardır, biz burada haddimizi çok aşmışız. "Bu hangi devlet?" sorusu "Hangi ordu?" olarak da sorulabilir. Askerî ataşelerinin, dışarıda bu orduyu temsil eden, devleti temsil edenlerin yarısından fazlası devlet hainiymiş; siz kalkıyorsunuz Meclis sırasında hain arıyorsunuz. Bu ordunun general, subay kadrosunun yarısından fazlası devlet haini, içeride hesap veriyor; siz kalkıyorsunuz Meclis sırasında halkın oylarıyla, en az sizin aldığınız kadar aziz oylarıyla gelmiş vekillerin içinde devlet haini arıyorsunuz; her şeyi ayna gibi, şeffaf, ayan beyan olandan. İşte, söyledim, İdris Baluken'in örgüt üyeliğine ne müstenit yapılıyor söyledim. Değilse iki dakika sonra beni tekzip edebilirsiniz, "Öyle değilmiş, örgütle şunu yapmış, bunu yapmış." diye, tevatürüne bile razıyız. Yok. Onun için, ben de ona söyledim, dedim ki: Böyle, böyle; bizim askerî bir güç olarak Orta Doğu'ya müdahil olmamızın bir kıymetiharbiyesi yoktur. Bizim Orta Doğu'da bir güç olabilmemizin anahtarı, bölge halklarına demokratik bir teklif sunabilme imkân ve kabiliyetimizle alakalıdır. Bu "Misakımillî" diyorsunuz, gevşetilmiş sınırlarla Orta Doğu bir halklar evine dönüşebilir. Bizim tek avantajımız ve bu, Amerika, Rusya ve diğer emperyal güçlerin içinde bölge halklarının, mazlumlarının dikkatini çekecek tek yaklaşımımız demokratik bir teklif olacaktır, bu da reddediliyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - İki dakika zaman verebiliyor musunuz sayın grup.
ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) - Başkan, Ayşe Acar Başaran'ın iki dakikalık hakkını...
BAŞKAN - Peki, tamam.
Ayşe Acar Başaran'ın süresinden iki dakika size tanıyorum.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - Ayşe Vekilimizden özür diliyorum.
Geri kalanını, "Arkası yarın." derler ya, arkası yarın, geri kalanını yarın anlatacağım. Biz asker bürokrasisiyle, güvenlik bürokrasisiyle neler yaşadık? Rojava bir imkâna dönüşecekken nasıl bir engele dönüştü? Eşme, Süleyman Şah Türbesi nasıl taşındı? Bugün suçlu diye hakkında bülten çıkardıkları Salih Müslim nasıl altın yaldızlı davetiyeyle davet edildi? Kendisi, Salih Müslim, ben ve sonradan Dışişleri Bakanlığı yapacak şahıs Süleyman Şah Türbesi'ni YPG'yle, PYD'yle ortaklaşarak nasıl taşıdık? Bu kısımlarını yarın anlatacağım, biraz belki sıralar daha kalabalık olabilir.
Ama Sayın Davutoğlu'nun söylediği sözü bugün söyleyeyim, belki yarına kadar tekzip etme ihtiyacı duyarsa kolaylık olsun. Dedi ki: "Sayın Önder, lütfen, gidin, onlara söyleyin, bu, devlet ve güvenlik bürokrasisi için Rojava kırmızı çizgi. Bunu en üst düzeyde ve her kademede beyan ediyorlar. Artık ben geldim, git onlara söyle, Rojava, PYD bizim kırmızı çizgimiz değildir." Arkası yarın.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - Özür dilerim. Daha vaktim varmış, Ahmet Ağabey'e bir şey söylemeden gidersem benim üzerimdeki emeklerine yazık olur.
Arkadaşlar, bu, Mardin Belediyesinin bir fotoğrafı. AK PARTİ'li Belediye Başkanı varken makam koltuğu haczedilmişti. Hükûmet sizde, belediye sizde, uluslararası fonlardan o tarihî, kültürel dokuyu yenilemek için bir sürü fonlar gitmişti. O kadar çok yolsuzluk iddiaları ayyuka çıktı ki...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - Mardin Belediye Başkanının şahsi makam koltuğu haczedilmişti. Ahmet Bey "Yel kayadan ne alır?" misali, hiçbir rüzgârın oradan...
BAŞKAN - Sayın Önder...
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - ...bir toz koparamayacağı bir şahsiyettir. Onu en kısa zamanda hak ettiği, ait olduğu özgürlüğüne ve halkının arasına göndermek bizim boynumuzun borcu olsun.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)