Konu: | 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 4'üncü Tur görüşmeleri münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 2 |
Birleşim: | 35 |
Tarih: | 09.12.2016 |
HDP GRUBU ADINA BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri ve ekranları başında bizleri izleyen değerli halkımız; Adalet Bakanlığının 2017 yılı bütçesini tartışıyoruz. Halkımızın emeğiyle, emanet ettiği yetkisiyle, yine halk adına yapılan bütçenin sadece bir gelir-gider tablosu olmadığını, bir ahlak belgesi ve sözü olduğunu, bütçenin de bu ahlaka uygun yapılması gerektiğini belirterek başlamak istiyorum. Hepinize saygılar sunuyorum.
Bir yılı aşkın bir süredir iktidarın elinde tuttuğu yetkileri kullanış biçimi ve özü bakımından izlediği yanlış politika sebebiyle gelinen aşama tam bir kriz ve yönetemezlik hâlidir. 7 Haziran gecesinde tek başına iktidar olmayı kaybeden AKP Hükûmeti ülkeyi kaosla tehdit etti ve o günden beri bizzat AKP iktidarının tercih ettiği yöntem olan kaos hâli yaşatılıyor. Bu sebeple, iktidarınızın demokratik değerler adına savunabileceğiniz hiçbir tarafı kalmamıştır.
Üzerinde tartıştığımız bütçe tasarı belgesi koca bir eksiklik yaşıyor. HDP'ye oy verenler, vekillerini Meclise gönderenler, HDP bileşeni olan DBP'yi destekleyenler, belediyecilik anlayışını ve politikasını tercih edenler bu belgede yoktur. İlk günden beri "Ama ifadeye gitmediniz, devlete kafa tuttunuz. Ama şunu dediniz, bunu yaptınız." gibi hasmane söylemlerle bir bellek yaratma gayreti içerisindesiniz. Bize karşı bir düşmanlık yaratmaya çalıştınız, hedef gösterdiniz. Oysa esas meseleyi çok iyi biliyorsunuz; planlı, en tepeden onaylı bir süreci işlettiniz ve işletiyorsunuz.
HDP, Türkiye'nin gerçeğini ortaya çıkardı, tartıştı, tartıştırdı. Bu koca ülkenin bütün renkleriyle, farklılıkları ve çoğulcu yapısıyla, yönetime etkin, şeffaf katılımıyla, kendine özgü kimlikleriyle katılımının en doğru yol olacağını, Kürt sorununun da böylece çözülebileceğini söyledi HDP, tek kelimeyle "Barış." dedi. İşte, bu söylemin içinde kendisini bulanlar tercih etti bizleri, sözlerimi söyleyelim diye Meclise gönderdi.
HDP'nin sözünü kestiğiniz, engellediğiniz ölçüde kriz var bu ülkede. Tamamen siyasi saiklerle hâlâ dokunulmazlığı olan 10 parlamenteri, Meclisin üçüncü büyük partisinin liderlerini rehin almanız karşısında bu iradenin esas sahibi olan milyonlara verebilecek cevabınız yoktur. Bu hâliyle yasama organının büyük bir eksiği var ve bu eksik tamamlanmadığı sürece de yönetimde tercih ettiğiniz model, iktidarınız, anlayışınız hep tartışmalı olacak, hep kabul edilemez olacak, hep gerilim olacak ve hep size karşı güvensizlik olacak.
Değerli milletvekilleri, ülkede açık bir yönetim krizi vardır. Kimin yasama faaliyeti yürüttüğü, kimin Hükûmete başkanlık ettiği belli değil. Bu Hükûmet, bu gerçeğin üzerini kapatamayacak hâle gelmiştir. Bu krizden dolayı ekonomik kriz ayyuka çıktı. Yine, bu krizden dolayı Türk lirası dolar karşısında değer kaybediyor. Dolar yükselmiyor, Türk lirası değer kaybediyor. Bulduğunuz çözüm ise, yastıkaltı birikimlerin bozdurulması gibi suni, ekonomi biliminin temel argümanlarından uzak salt bir algı yönetimine hizmet eden söylemler. Oysa, çok yönlü ve çok katmanlı bir krizden çıkmanın formülü bellidir ve aslında çok basittir. Söylenebilecek tek söz ve tek çözüm var aslında: Barış, sadece barış. Devlet, kendi vatandaşıyla barışı konuşabilmeli, bunun kanallarını ve imkânlarını yaratabilmelidir. Politik saiklerle 4 Kasımdan bu yana esir tutulan milletvekili arkadaşlarımızın, belediye başkanlarımızın özgürce siyaset yapabilmelerinin önündeki engeller kaldırılmalıdır. Gasbedilen belediyeler yine halka teslim edilmelidir ve bütün Türkiye halklarının görmek istediği şey aslında bu adımların samimiyetle atıldığını görmektir.
Geçmişte, çözüm süreci görüşmeleri bu umudu doğurmuştu. Çatışmasızlık sürecinde neredeyse hiç ölüm yoktu. Çözüm sürecini buzdolabına kaldırdığınızdan beri her gün bu ülkede 20 ya da 30 genç insan hayatını kaybediyor. Oysa, ölümleri durduracak bir yol da var. Sayın Öcalan, son gönderdiği mesajında "Samimi olunursa altı ay içinde çözüm mümkün." dedi. Bu mesajı örneğin, Hükûmet duymadı, devlet duymadı. Bunu şuradan çıkarıyoruz, aynı gün, seçilmiş halk belediyelerine eş zamanlı kayyum ataması yapılarak karşı bir mesaj vermişti Hükûmet. Halk da bizler de Hükûmetin mesajını böyle anladık. Ama bu mesajla öncelikle ilgilenen milyonlarca asker, polis, gerilla ailesi var. Devlet, böyle bir çözüm imkânı ya da ihtimali bile varsa en azından neden bunu öncelemiyor? Sayın Öcalan'ın mesajıyla Türkiye halkları, dış dünya ve demokratik değerleri savunan aslında herkes ilgilendi; sadece siz ilgilenmediniz. Ve iktidar olarak siz, barışa giden tek bir samimi adım atın, bakalım hep birlikte, izleyelim; ülkede toplumsal, siyasal, ekonomik gerilim düşüyor mu düşmüyor mu?
Uzun süredir cezaevleri yönetiminiz de insan odaklı değil. Herkesin üzerinde ortak akılla uzlaştığı, insan onurunu koruyan, ceza adaletini sağlayan bir programınız bulunmamaktadır. Aksine, her idarenin kendi cumhuriyetini ilan ettiği cezaevleri, artık tüm dünyanın lanetlediği işkence uygulamalarıyla yönetilir hâle geldi.
Sayın milletvekilleri, eş başkanlarımızın, milletvekillerimizin tecrit altında tutulması meşru görülemez. Kime uygulanırsa uygulansın, tecrit bir insanlık suçudur. Hâlihazırda cezaevlerinin kapasitesi 183 bin iken, şu an içeride tam 198 bin insan tutuklu veya hükümlü olarak tutuluyor. Doluluk oranının kapasitenin üzerinde olmasının zaten kendisi işkencedir.
Bu tabloda yıllara göre değişen doluluk oranları görülüyor. 2002'de doluluk oranı şu iken, 2016 yılında bu seviyeye gelmiştir. Aslında, bu tablo bile izlediğiniz tutuklama politikasının ne olduğunu çok iyi anlatır durumdadır; bu başarı AKP'nindir!
Öte yandan, cezaevlerinden sürekli şüpheli ölüm, şüpheli intihar haberleri geliyor. Adalet Bakanlığı bu hususa ilişkin 2016 yılına kadar veri sunabilirken artık veri sunamaz hâle gelmiştir fakat biliyoruz ki, 2016'da en az 367 mahpus yaşamını yitirdi. Özellikle darbe girişimi sonrasında cezaevleri işkencehanelere dönüştü, bunu herkes biliyor. İşkenceye sıfır tolerans politikasından işkenceyi kabul eden, itiraf eden üst düzey bürokratların olduğu günlere geldik. Bunun yanı sıra, OHAL süreciyle beraber, kimsenin sağlıklı haber alamadığı birer kapalı kutu hâline geldiler. Şeffaflıktan uzak, işkence had safhada, sivil kurumların denetim yapmalarına dahi izin verilmiyor. Her gün ölüm haberleri artıyor. Hatta, bırakın sivil denetime izin verilmesini, bunu dillendiren kişi ya tutuklanıyor ya gözaltına alınıyor, dernekler kapatılıyor. Hatta, bizzat Bakanlığa bağlı Cezaevleri Denetim Kurulunu dahi gece yarısı kanun hükmünde kararnameyle kapattınız. Kendi güdümünüzdeki, kendi memurlarınızdan oluşan denetime bile tahammülünüz yok. HDP'li milletvekillerinin yasama faaliyeti kapsamında gerçekleştirmek istediği cezaevi ziyaretleri ise bizzat Adalet Bakanının keyfî uygulaması sebebiyle engelleniyor.
Değerli milletvekilleri, tüm bunlar olurken Adalet Bakanı ısrarla "Cezaevlerinde işkence yoktur." diyor. Çıplak arama, tecrit, hasta tutsakların hücrelerde tutulması, haberleşmeyi engelleme, savunma hakkının engellenmesi, avukat görüşünü kayda alma gibi birçok yöntem sayabiliriz, daha da çoğaltabiliriz. Bunlar işkence değil de nedir? Adalet Bakanı, devletin resmî haber ajansının işkence görüntülerini servis etmesine rağmen, onca tanıklıklara, delillere rağmen ısrarla "İşkence yok." diyorsa, savcılıklarda bekleyen suç duyurularına rağmen bunu söylüyorsa ve açıkça gerçeğe aykırı beyanda bulunmak pahasına bunu söylüyorsa aklımıza tek bir ihtimal geliyor, işkence onaylanıyor, rıza gösteriliyor ve bu ülkenin Adalet Bakanı da açıkça işkencecileri cesaretlendiriyor, hatta önünü açıyor anlamına gelir.
Türkiye cezaevleri 330'u ağır, binden fazla hasta tutsağın bulunduğu alanlar hâline gelmiştir. Çok insani ve vicdani olan bu konuda bile devlet üzerine düşeni yapmıyor ve ağır hasta mahpusların aileleriyle belki de son günlerini geçirmelerine dahi izin verilmiyor. Oysa, bu meseleye devletin yaklaşımı insanlık onurunu da korumakla doğrudan ilgilidir. Bu aileler, her gün cezaevlerinden çıkan tabutların bir gün kendi adreslerine geleceği endişesiyle yaşamamalıdır.
Sayın milletvekilleri, dünya, tutukluluk hâlini bir infaz rejimi olmaktan çıkarmayı tartışırken, biz hâlâ çocukların tutuklu olmasını konuşuyoruz. Bu konu, herkes için can yakıcı olmalıdır çünkü Pozantı'da çocuk mahpuslar tecavüze uğrarken, Sincan'da çocuklar kamera önünde işkence görürken bu iktidar adaletten de, çocuk haklarından da bahsedemez. Çocukları ve gençleri cezalandırmak yerine onları koruyacak bir adalet sistemi inşası elzemdir. Çocukların tutuklanması ve cezalandırılmasına alternatif kurumların yeterli düzeyde ve tüm illeri kapsayacak şekilde oluşturulması için yeterli kaynak ayrılmalıdır. Örneğin, bu sene 64 yeni cezaevi yapmak yerine beğenmediğiniz herkesi tutuklamaktan vazgeçerek çocuklar için kaynak ayırın. İktidar, cezaevlerindeki yüz binlerce insanın hâlâ bu ülkenin yurttaşı olduğunun farkına varmalı ve o insanların da insan onuruna yaraşır beden ve ruh sağlığına uygun yaşamalarını sağlayacak politikalar geliştirmelidir. Kaldı ki bu, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerden de doğan bir yükümlülüğüdür diyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Ertan.