Konu: | 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 2'nci Tur görüşmeleri münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 2 |
Birleşim: | 33 |
Tarih: | 07.12.2016 |
HDP GRUBU ADINA NADİR YILDIRIM (Van) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2017 Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı'nda yer alan Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumuyla ilgili partimizin görüşlerini ifade etmek için söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlarım.
2017 bütçe görüşmelerini savaşın, ekonomik krizin, toplumda oluşan sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel kutuplaşmanın gölgesinde görüşmekteyiz.
Doksan üç yıllık cumhuriyetin bütün boyutlarıyla bir sistem krizi yaşadığı günlerin içinden geçiyoruz. Bu krizin sebeplerini salt günümüzde aramak yanlıştır ve yanıltıcıdır. Türkiye'deki çoğulculuğa, çok kimlikliliğe, çok inançlı toplum yapısına uygun bir şekillenme sağlanmamış, tekçi, ulus-devlet anlayışına dayalı bir sistem inşa edilmiştir. Dünya ve ülke gerçeklikleri ve halkların mücadelesinin geldiği aşamada, ulus-devlet anlayışıyla halkların, inançların yok sayılmasıyla derinleşen yüz yıllık sorunlar çözülmek zorundadır. Bu sadece ülkemiz için bir zorunluluk değil, Orta Doğu için de önü alınmaz bir gerçekliktir.
Orta Doğu coğrafyasının esas çizgilerini oluşturan Sykes-Picot'nun 100'üncü yılında Orta Doğu yeni bir şekillenişin eşiğinde bulunmaktadır. 2010 yılı sonlarında Orta Doğu'da açığa çıkan toplumsal hareketlerin 2011 yılında Suriye'ye ulaşmasıyla başlayan ayaklanmalar ve sonrasında yaşanan çatışmalı süreç 6'ncı yılına ulaşmaktadır. Orta Doğu geçmişinin nasıl şekillendiği, geleceğinin nasıl şekilleneceğine dair de izler taşır. Coğrafyamızda, 20'nci yüzyıl başlarında şekillenişini en geç tamamlayan ülke Suriye'dir. Bu yönüyle de Orta Doğu'da şekillenişi sonrasında oluşumunu gerçekleştiren Suriye, Orta Doğu'nun prototip ülkesidir. Ülkelerin Suriye'deki savaşa vekâleten bu düzeyde katılım göstermesi, bu prototip oluşurken kendi renklerini verme çabasıdır. Bu saiklerle yükseltilen savaşın geçmiştekine benzer sonuçlar ortaya koyup koymayacağını hep birlikte göreceğiz. Ancak yaşayan toplum, teorileştirilmiş planlardan farklı sonuçlar da yaratabilir. Geçmişteki tarihî sıralanışla çıkarılan dersler ve öğretiler, güncel gerçeklikler karşısında eski kalmanın yanında kaosu ve çatışmayı yaygınlaştırmaktadır.
Orta Doğu'da bunlar yaşanırken ülkemizde yüzyıldır yaşananlar da, artık kalıcı çözümlerin gelişmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Başta Kürt halkının özgürlük sorununun çözümü olmak üzere, Alevi toplumunun inanç ve ibadet özgürlüğüne kavuşması, farklı halkların, inançların ve kimliklerin eşit bir hukuka kavuşması bir arada yaşam için elzemdir, ertelenemezdir.
Kürt sorununun Türkiye'nin demokratikleştirilmesi üzerinden çözümü adına 2012 sonunda Kürt halk önderi Sayın Abdullah Öcalan ile Hükûmet ve devlet heyetleri arasında başlayan görüşmeler doksan üç yıllık cumhuriyet tarihindeki en önemli gelişmedir. Sorunların kalıcı olarak çözülmesi, çatışmaların sonlandırılmasının yolu ve yöntemi, dünyadaki diğer örneklerde de olduğu gibi müzakeredir. Savaş ne kadar şiddetlenirse şiddetlensin bu savaşı bitirmenin yegâne yolu diyalog ve müzakereden geçmektedir. Bizler parti olarak toplumun beklentisi olan barışın kalıcılaşması çabalarını yok saymadığımızı belirtmek isteriz.
Yaklaşık üç yıl boyunca devam eden görüşmeler sürecince çatışmaların durması ve bu süre içerisinde kimsenin yaşamını yitirmemesi barış isteyen herkesin kazanımıydı. Bu görüşmeler sonrasında ortaya çıkan Dolmabahçe mutabakatı ve belirtilen esaslar, sorunların çözüm ilkelerinin ortaya konulması açısından oldukça önemlidir ve hâlen önemini korumaktadır. 5 Nisan 2015'ten bu yana Sayın Öcalan'a uygulanan ağırlaştırılmış tecrit hâlen hukuksuzca devam ettirilmektedir. Bugünlere gelirken darbe mekaniğinin devreye girdiğinin en somut göstergesi tecridin başlamasıdır. 7 Haziran seçimlerine doğru gidilirken bu mutabakatın ve görüşmelerin yok hükmünde sayılması ise çok değil yakın zamanda tarihî bir hata olarak anılacaktır.
Kürt sorunu, bir çatışma sorunu değildir; sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel altyapısı olan ve inşa edilen devlet sisteminde Kürt halkı yok sayıldığı için ortaya çıkan bir sorundur. Çözümü de ancak ret, inkâr ve asimilasyon olarak ifade ettiğimiz politikalardan vazgeçilmesiyle mümkündür. Şimdiye kadar özgürlük mücadelesi yürüten bizler, Kürt sorununun çözümünü asla Türkiye'nin demokratikleştirilmesi sürecinden ayrı düşünmemekteyiz. Sorunun çözüm yolları, başta Alevi toplumu olmak üzere, toplumdaki bütün sorunların kalıcı şekilde çözümünü de kendisiyle getirecektir. Ancak, bu değil çatışma tercih edilmiştir. Basına yansıyan ve henüz daha inkâr edilmeyen, hatta neredeyse bütün aşamaları hayata geçirilen çöktürme planının Ekim 2014 MGK toplantısında karar altına alındığı anlaşılıyor. Henüz diyalog süreci devam ederken alınan bu karar, barışta değil savaşta ısrar edileceğinin de en net göstergesi durumundadır.
7 Haziran seçimlerine doğru giderken yükseltilen linç dalgası nedeniyle birçok il, ilçe binamıza saldırı oldu; Adana ve Mersin il binalarımız bombalandı. 5 Haziranda Diyarbakır'da gerçekleştireceğimiz mitinge bombalı saldırı gerçekleştirildi. Ancak, tüm bu saldırılara rağmen, yüzde 13,1 oy ve 80 milletvekiliyle Parlamentoya geldik. Ancak 7 Haziran Meclisinin iradesi yok sayıldı ve 1 Kasım seçim kararı alındı. 1 Kasım seçimleri öncesinde, Temmuz 2015'te gerçekleşen Suruç katliamında 33 genç sosyalist yoldaşımızı yitirdik. Hemen akabinde Ceylânpınar'da 2 polisin katledilmesiyle de çatışmalı süreç maalesef ki yeniden başladı.
1 Kasım seçim kararı alınmasının hemen akabinde partimize yönelik bir linç kampanyası gerçekleşti. Bir gecede yüzlerce il, ilçe binamız yakıldı, yıkıldı, taşlandı. Genel merkezimize organize şekilde linç örgütlendi ve ateşe verildi. Ancak, bizleri seçim dışında tutmak isteyenlere karşı demokratik siyasette ısrar ettik. Emek, barış ve demokrasi güçlerinin birlikte organize ettiği ve demokratik siyasetin, hakların ve özgürlüklerin öne çıkarılacağı mitinge canlı bomba saldırısı gerçekleşti ve 101 arkadaşımızı yitirdik. 10 Ekim katliamının gerçekleşmesi toplumun yükselen umuduna karşı yapılan en büyük katliamdır ve tarihe böyle geçecektir. Bizler her türlü riske ve seçim çalışmalarımızın engellenmesine rağmen 1 Kasım seçimlerine girdik ve 59 milletvekiliyle Parlamentonun üçüncü büyük grubunu oluşturduk.
Değerli milletvekilleri, çatışmaların başlamasıyla birlikte siyasal çözümün başlamasını zorlamak adına öz yönetim ilanları gerçekleşti. Halkın bu siyasal talebine tutuklama, baskıyla karşılık verilmesi üzerine de şehirlerde çatışmalar başladı. Birçok sivil yurttaş bu çatışmalarda yaşamını yitirdi, onlarcası yaralandı, yüz binlerce insan yerinden göç etmek zorunda bırakıldı. Cizre'de onlarca sivil "vahşet bodrumları" olarak adlandırdığımız bodrumlarda benzin dökülerek diri diri yakıldı.
Çatışmaların başladığı ilk günden itibaren bu çatışmaların diyalogla çözülebilmesi için Hükûmete yaptığımız tüm çağrılar sonuçsuz kaldı. Oysa bunun örneğini diyaloğun devam ettiği süreçte görmüştük. Artan gözaltılara ve polislerin sürekli olarak sokaklarda panzerlerle halkı taciz etmesi üzerine Cizre'de bazı mahallelerde hendek kazılmıştı. Sorunun çözümü adına HDP İmralı heyeti Kürt halk önderinin mesajını o dönem hendek kazan gençlere iletmişti ve bunun üzerine hendekler kapatılmıştı. Heyetimiz Cizre'den çıkar çıkmaz da sokakta oynayan Nihat Kazanhan polis kurşunuyla öldürüldü. O dönem gerçekleşen görüşmelerde, Hükûmetle gerçekleşen görüşmelerde çözüm sürecinden rahatsız olan güçlerin bu cinayeti işleyebileceği hususu konuşulmuştu. Ancak bu sürecin diyalogla çözülmesi konusunda yaptığımız tüm çağrılar ve girişimler sonuçsuz bırakıldı. Diyalogla çözüme dair elimizde örnekler varken savaşta ve çatışmada ısrar eden bir yolun tercih edilmesinin, barıştan vazgeçilmesiyle doğrudan ilişkisi olduğu aşikârdır.
MGK'da alınan kararlarla, siyaset devre dışı bırakıldı ve çatışmalar yükseltildi. Çatışma bölgelerinde dönemin İçişleri Bakanının talimatlarına uymayan, ona rağmen evlerinden çıkarılamayan siviller ve hastalar olduğuna şahitlik ettik. Bakan ve yereldeki güçler arasında bir koordinasyon sonucu böyle de davranılmış olabilir. Ancak böyle bile olsa, bizler seçilmiş halk vekilleri olarak bu durumları da yaşadık. Bunları Hükûmetle gerçekleştirdiğimiz görüşmelerde de ifade ettik. O dönemin İçişleri Bakanı Efkan Ala'nın bize söylediklerini burada söylemeyelim. Bu çatışmaların hangi güç veya güçlerle yürütüldüğünü kendisi elbette ki bir gün açıklayacaktır.
Ancak, 15 Temmuz darbe girişiminin yaşanmasının en büyük nedeni, çatışmalarla tekrar sokağa inen ordunun darbe yapma kabiliyetine yeniden kavuşmasıdır ve bunun sorumlusu en doğrudan Hükûmettir. Bu darbe zemininin siyasi ayağı da Meclise getirilen ve bizlerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını öngören tasarıdır. Halka rağmen siyaset yapmanın bedeli ağırdır. Dokunulmazlıkların kaldırılmasına "evet" diyenler, bugün o bedelin ağır sonuçlarıyla karşı karşıyadır.
Hükûmetin bilgisi dâhilinde olup olmamasına bakılmaksızın, 15 Temmuz bir darbe girişimidir. Bu darbe girişiminden Hükûmetin bilgisi olup olmadığına, MİT'in bilgisi olup olmadığına, Genelkurmay Başkanlığında görüşmelerin yapılıp yapılmadığına bakılmaksızın, önlenmeyen bir kalkışma olduğu görülmektedir.
Bu meselenin bütün boyutlarıyla aydınlatılması gerekliliği üzerine kurulan Darbe Komisyonu şimdiden meselenin üstünü örten bir yaklaşımla böylesi bir girişimi bütün yönleriyle açığa çıkarmaktan uzaklaşmış durumdadır.
Darbe girişiminin hemen ardından ilan edilen OHAL ve çıkarılan KHK'lerle, Hükûmet tarafından bir cadı avına dönüştürüldüğü gerçeği net bir şekilde ortadadır. Şimdiye kadar 5 haber ajansı, 16 televizyon, 24 radyo, 62 gazete, 19 dergi ve 29 yayınevi kapatıldı. Yazarlar ve gazeteciler tutuklandı. 15 üniversite, 96 vakıf, 1.325 dernek, 19 sendika ve konfederasyon, 989 özel eğitim kurumu ve kuruluşu ile 34 sağlık kurum ve kuruluşu kapatıldı. 60 bine yakın kişi açığa alındı, 90 bine yakın kişi kamudan ihraç edildi ve 50 bine yakın kişi tutuklandı. Kamudan ihraç edilenlerin yaklaşık 23 bini asker ve polislerden oluşuyor. Bu, toplam ihracın dörtte 1'i demektir. Geri kalan ihraçlar ise sivil bürokrasiden yapılan ihraçlardır. Böylesi bir tablo karşısında darbe girişiminin sivil ayağının daha büyük bir paydaya sahip olduğu görülmektedir. Buna rağmen henüz siyasi ayağı ortaya çıkarılmış değildir; Hükûmet içinden darbeyi destekleyen bakanlar, milletvekilleri, parti örgütleri, belediyelere ilişkin de henüz kapsamlı bir açıklama yapılmış değildir. 50 bine yaklaşan tutukluların yargılamalarının nasıl yapılacağı konusunda kamuoyunda bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak hem darbenin siyasi ayağının ortaya çıkarılmaması hem de yargılamaların nasıl yapılacağının netleşmemesi, Hükûmet ile Gülen Cemaati arasında bir pazarlığa oturulabileceğine dair emareler de ortaya çıkarmaktadır. Bir uzlaşı sağlanıp sağlanmayacağını da önümüzdeki günlerde hep beraber yaşayarak göreceğiz.
15 Temmuzdan sonrasında devlette boşalan kadrolara yapılan atamaları ve yerleştirmeleri de yakinen takip etmekteyiz. Gördüğümüz tablo şöyledir: Bir cemaatten boşaltılan kadrolar başka cemaatlere tahsis edilmektedir. Paralel yapıyla mücadele ettiğini belirtenler, bu fotoğrafta yeni paralel yapılar yarattıklarını bilmeliler. Devleti cemaat yapılarıyla donatmak, paralelin paralelini yaratmaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tüm bu uygulamaların ülkemizi siyasi krize sürüklediği açıktır. Bu siyasi kriz, mutlak iktidar arayışından, başkanlık talebinden kaynaklanıyor. Bu siyasi kriz, belediyelere kayyum atanması, belediye eş başkanlarımızın tutuklanması ile eş genel başkanlarımızın ve milletvekillerimizin tutuklanmasıyla daha da derinleşmiş ve ekonomik krizi de kendisiyle birlikte getirmiştir.
Eş genel başkanlarımızın ve milletvekillerimizin tutuklanması halk iradesine darbedir. 4 Kasım 2016 tarihinde gerçekleşen bu siyasi darbe Türkiye siyasi tarihine bir utanç olarak şimdiden geçmiş durumdadır. Seçilmiş halk temsilcileri kendilerinden menkul insanlar değillerdir. Yaşanan bu tutuklamalar toplumdaki kutuplaşmayı daha da fazla derinleştirmektedir. Bugün topluma fatura edilmeye çalışılan bu darbe, bir arada yaşam ilkelerine vurulmuş bir darbedir. HDP'nin siyasal hayatın dışına itilmesi ve yok sayılmasının faturası topluma kesilemez. Siyasi hayatta olmamamızın sonuçlarını kaldırabilecek bir toplum da bulunmamaktadır. Şimdiye kadar partimize yönelik yapılan suçlamalar ve ithamlar, HDP'nin bu toplum için nasıl vazgeçilmez olduğunu görmeyen bir siyasi körlüğün yaptığı açıklamalardır. Varlığımızın gerçek hayata tekabül ettiğini görenler ve bu sözlerimizin ne demek olduğunu iyi bilenler elbette ki vardır. Farklılıkların nasıl bir arada yaşayacağının temsili bugün partimizin bütün kademelerinde karşılığını bulmaktadır.
Emek, demokrasi ve özgürlük için, halklara ve inançlara özgürlük için, özgürlükçü laiklik için, kadın özgürlüğü için, halkların bir arada, eşit, birliği için, yerel demokrasi, her türlü sömürüye karşı emek için, suyun ve doğanın sömürülmesine karşı yeni bir yaşam için, ekolojik bir toplum için, insan onuruna yakışır barınma için, doğal yaşam alanlarının korunması için, kültürel ve tarihî varlıkların korunması için, rant ve rüşvet düzenine karşı adil bir düzen için, işsizliğe ve yoksulluğa karşı gelir dağılımındaki adaletsizliğe son vermek ve adil bölüşüm için, çocuk hakları için, gençler için, askerî sivil bürokratik darbelere ve vesayete karşı demokratik siyaset için, Orta Doğu ve dünya barışı için ve yeni sivil demokratik bir anayasa için HDP bu ülkenin son şansıdır. Bu şansı, gözaltı ve tutuklamalarla, yok saymalarla, görmezden gelmelerle heba edenlerin bu ülkenin çıkarları için hareket ettiklerini söylemek mümkün değildir.
Bir an önce, eş genel başkanlarımız ve milletvekillerimiz serbest bırakılmalıdır, belediye eş başkanları serbest bırakılmalı ve halkın iradesini yok sayan kayyum anlayışından vazgeçilerek belediye eş başkanları görevlerine iade edilmelidir. Ömrünü bu ülkenin barışına adayan Ahmet Türk'ün tutuklanması ise büyük bir siyasi ayıptır, utançtır. Bu utanç, ayıbın sahipleri tarafından bile taşınamamaktadır, derhâl bırakılmalıdır.
Tüm bu yaşananlardan ortaya çıkan sistem krizinin esas nedeni, merkezî, tekçi ve inkârcı yönetim anlayışıdır. Çözüm ise sistemin ademimerkeziyetçi bir anlayışla yeniden oluşturulmasıdır. Toplumdaki kutuplaşmayı daha da derinleştirecek, erkler arası ayrılığı "kurumlar arası uyum" adı altında silikleştirecek ve demokrasiyi uzun yıllar boyunca rafa kaldıracak bu tasarı, doksan üç yıllık Cumhuriyetin 12 Eylül 1980 askerî darbesinden sonra karşı karşıya kaldığı en büyük felakettir.
Orta Doğu'da ve ülkemizde yaşanan sorunlara cevap bulacağımız esas soru birlikte nasıl yaşayacağımız sorusudur. Orta Doğu halklarının barışı, ülkemizdeki toplumsal barışın sağlanması ve kalıcı sorunların çözümü de birlikte yaşayacağımızın yol ve yöntemlerinin bulunmasıyla, buna uygun politikalar üretmekle mümkün olacaktır. Kendi siyasi iktidarlarını ve ikballerini üç beş yıl daha ilerletmek adına bu ülkeden yüz yıl çalanlardan değiliz, asla da olmayacağız. Mücadelemiz, Orta Doğu'nun ve ülkemizin yüz yıllık bir evreden geçtiği bugünlerde, önümüzdeki yüz yılı kazanma mücadelesidir, halklarımıza verdiğimiz söz budur ve bize ödetilmek istenen bedel bunun bedelidir. Bizler bu bedeli halklarımız için ödemeye hazır bir şekilde mücadelemize başladık ve asla bundan geri durmayacağımızı bir kez daha belirtmek istiyoruz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.