| Konu: | 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 1'inci Tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 32 |
| Tarih: | 06.12.2016 |
MHP GRUBU ADINA EDİP SEMİH YALÇIN (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Cumhurbaşkanlığı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı ve Kamu Denetçiliği Kurumunun bütçelerinin görüşülmesi dolayısıyla Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminde Cumhurbaşkanlığı bütçesinin yer aldığı bir dönemde kamuoyu gündeminin en önemli başlıklarından birini Cumhurbaşkanlığının görev ve yetki sınırlarını yeniden belirleyecek Anayasa değişikliği oluşturmaktadır. Dolayısıyla ve tabiidir ki bütçesinin içeriğinden çok Anayasa değişikliği kapsamında Cumhurbaşkanının giyeceği yeni icra gömleği merak edilmektedir. Çünkü hükûmet şekli ve cumhurbaşkanının bu şeklin içinde icra ettiği fonksiyon demokratik sistemin işleyişi bakımından tayin edici olacaktır. Kamuoyundaki tartışmalar da dikkat ederseniz bu minval üzeredir. Adalet ve Kalkınma Partisi ile Milliyetçi Hareket Partisi arasında sınırlı Anayasa değişikliğine ilişkin görüşmelerde nihai dönemece girilmiş ve her iki partinin genel başkanları uzlaşmaya varmışlardır. MHP'nin görüş ve önerileri doğrultusunda son şekli verilerek ortaya çıkan uzlaşma metnini iktidar partisinin bu hafta Meclise getirmesi beklenmektedir. Anayasa değişikliğinin kabul edilip edilmeyeceği, referanduma götürülüp götürülmeyeceği yüce Meclisin millet adına izhar edeceği iradeye bağlıdır.
Değerli arkadaşlar, "Türkiye 15 Temmuzda ciddi bir badire atlatmışken, devletimiz henüz o gün yaşanan travmayı atlatmamışken neden Türkiye bu noktaya geldi?" diye sorulabilir. Zaten efkârıumumiyede de bir süredir aynı muhtevadaki sorulara cevap aranmaktadır. Oysa bu ve benzeri soruların cevabı kendi içinde gizlidir. Amaç devletin travmayı bir an önce atlatmasını ve Türkiye treninin yoluna engelsiz devam edebilmesini sağlamaktır. 15 Temmuz darbe teşebbüsünün ülke adına olumsuz bir atmosferde ortaya çıkması kesinlikle tesadüfi değildir. Bu meşum girişim bilinçli bir kaos zamanlamasının ürünüdür. 15 Temmuz girişimi bütün şer odaklarını, Türkiye'nin içindeki ve dışındaki bütün düşmanlarını maalesef aynı çizgide buluşturmuştur. Aslında 15 Temmuz, Türkiye'yi bölgesinde etkisizleştirmeye, güçsüzleştirmeye yönelik emperyalist bir sürecin sadece parçasıdır. Oyun büyüktür. Saldırı henüz hız kesmemiş, sinsi planlar henüz son bulmamıştır. Küresel aktörler 15 Temmuzun arkasını getirmek için söz konusu süreci devam ettirme kararlılığındadır. İçeride bütün şer odakları ittifak hâlinde saldırılarını sürdürmektedirler. Dışarıda "dost" dediğimiz, zannettiğimiz ülkelerin lider ve politikacıları Türkiye aleyhindeki tutumlarını devlet politikası hâline getirmişlerdir. Elli üç yıldır kapısında bekletildiğimiz şaşaalı Avrupa Birliği malikânesinin bırakınız mukimlerini, kâhyaları ve bahçıvanları bile maalesef aleyhimizdedir.
Okyanus ötesinden yerküreye ayar vermeye çalışan Amerikan alametinin direksiyonuna geçen Donald Trump'tan sıcak mesajlar gelmemektedir, bu da zaten beklenilmemelidir. Bilinmelidir ki Washington'da kim iş başına geçerse geçsin Amerika'nın temel politikaları hiçbir zaman değişmeyecektir. Trump'la Amerikan politikasında radikal değişiklik beklemek, kümesteki tavukları tilkiye emanet edince onların emniyette olacağını sanmaktan farksızdır. Amerika'nın dış politika anlayışı eski Başkan Roosevelt'in şu ilginç tespitinden beri bizce hiç değişmemiştir: "Yumuşak konuş fakat büyükçe bir sopa taşı, bu sayede daha uzağa gidersin." Temel felsefe budur. Nitekim, Washington her ne kadar İran'ı tehdit algısı içinde tutsa da gizliden bu ülkeyle ortak çıkarlar kurabilmiş, Irak ve Suriye'de Türkiye'yi denklemin dışında tutmuştur. Türkiye'nin hiçbir bölgesel çözümün parçası ve aktörü olması istenmemektedir. Washington'un Irak ve Suriye'yle ilgili planlarında Ankara'nın fikirlerine dün ve bugün ehemmiyet vermediği gibi, yarın da vermemesi sürpriz olmayacaktır. Türkiye için büyük tehlike, henüz tamamlanmamış ulus devlet sürecinin Batılılar ve onların taşeronu olan bölücü örgütler tarafından engellenme çabalarıdır. 15 Temmuz kalkışması da bu çerçevede yorumlanmalıdır. Avrupa Birliği ülkelerinin yöneticileri ve örgütleri tarafından Türkiye aleyhinde yürütülen ve giderek volümü yükseltilen kampanyalar bu çabaların ciddiyetini ortaya koymaktadır. Türkiye'nin Avrupa Birliğine üyelik yolunda ilerleme kararı küresel aktörlerin hesaplarını boşa çıkarmak için değil; evrensel değerlere bağlı, Batı'ya siyasi ve ekonomik açıdan entegre olmaya hazır olduğunu göstermek için atılmış bir adımdır. Ancak, Avrupalı politikacılar millî ve üniter yapısını hedef aldıkları Türkiye'yi AB'nin dışında tutmuştur. Almanya'da Hristiyan Demokrat Birliği Partisinin eski milletvekili Avrupa Birliğinin Türkiye'ye bakışını çarpıcı ifadelerle şöyle özetlemiştir: "Aşağılayıcı ve yalnızca kendi adaletini savunan Batılı eleştirmenlerin düşüncesi şöyledir: 'Biz sizi Avrupa Birliğinde istemiyoruz ama siz yine de bizim kurallarımıza uymalısınız.'" Mantık budur.
Avrupa Birliği bir küresel projedir ancak ulus devlet gerçeği karşısında bugün bu projenin geleceği tehlikeye girmiştir. İngiltere'de Brexit'in ortaya çıkması ve İngiliz halkının AB'ye "hayır" demesinin arkasında da bu ulus devlet olgusu vardır. Atatürk de millî devlet ve üniter yapının sırlarını keşfedip hayata geçirmiş ama tamamlamaya ömrü yetmemişti. Onun attığı tohumlar kök salmış ve Türkiye, yoluna çıkan bütün engellere, bütün antidemokratik inkıtalara, darbelere rağmen yoluna devam etmesini bilmiştir. Bu arada, küreselleşmenin yol açtığı kutuplaşma ve millî yapılara emperyalizmin mücadelesi aksi tesir icra etmiştir. Milliyetçiliğin ve muhafazakâr değerlerin yükselmesine zemin hazırlayan küresel emperyalizm, ulus devlet yapılarının ve yerel üniter mekanizmaların direnişiyle karşılaşmıştır. Batı dünyasının, kendi ürettiği evrensel değerler yerine bunları istismar eden yeni sömürgecilik politikalarına yönelmesi, modern demokrasilerin güçlü liderler rejimi ve otokrasiye evrilmesine de yol açmıştır. Öyle ki, küresel aktör konumundaki büyük devletler bile müessiriyetlerini güçlü liderliklerle sürdürebileceklerini görmüşlerdir. Dünyaya nizam verme iddiasındaki Amerika'da Obama yönetiminin özellikle uluslararası alanda attığı yanlış müteselsil adımlar bu ülkenin uluslararası alanda prestijini sarsmakla kalmamış, yerküreyi kaos ortamına çevirmiştir. Amerika'da Trump'ın Başkan seçilmesinde rol oynayan birçok etken arasında bu olgunun bizce büyük payı vardır.
Trumplar, Putinler, Merkeller dünyasının Türkiye'ye de birtakım yansımaları, takdir edeceksiniz, mutlaka olacaktır. Türkiye, bu süreci fiilî uygulamalar ve keyfî yönetim anlayışıyla değil hukukun üstünlüğünü ilmek ilmek örmek suretiyle karşılamalıdır. Bu bağlamda, ilk olarak bütün tutarsızlıkları, fiilî ve keyfî uygulamaları ortadan kaldıracak tutarlı bir demokratik sistemin tesisi mutlaka gereklidir.
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; bilindiği gibi, Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli, 11 Ekim günü partimizin grup toplantısında yaptığı konuşmada siyasi tarihimiz açısından dönüm noktası sayılabilecek bir çıkış yapmış ve Sayın Cumhurbaşkanının görev sınırlarını aşarak fiilî bir durum yarattığını söylemiştir. Bu uyarılardan sonra, Sayın Genel Başkanımızın çağrısı gerek Sayın Cumhurbaşkanı gerekse Sayın Başbakan tarafından olumlu karşılanarak, bir Anayasa değişikliği için düğmeye basılmıştır. Daha sonra bir süreç başlatılmıştır. Burada esas olan, Cumhurbaşkanlığı makamının görev ve sorumluluklarını belirleyen Anayasa değişikliğinin kapsamlı olmaması ve sınırlı tutulmasıdır. Milliyetçi Hareket Partisinin amacı bağcıyı dövmek değil üzüm yemektir. Rejimin temellerini yıkacak bir çürümeye meydan verilmeden, dönüşü olmayan bir hukuksuzluk atmosferine sürüklenmeden, siyasetin bu konuda üzerine düşeni yerine getirmesi için öncülük yapmaktadır. Yol gösterici olmak, dahası, tıkanan kanalların açılmasını sağlamaktır. Dört başı mamur ve kapsamlı bir Anayasa değişikliği, daha önce kurulan Anayasa komisyonlarında varılan mutabakat çerçevesinde yürütülebilecek uzun süreçli bir yoldur. Şimdilik buna ne konjonktür ne de siyasi atmosfer müsaittir. 15 Temmuzla birlikte ciddi anlamda yoldan çıkan demokratik sistem yeniden rayına oturtulduktan ve Türkiye'ye yönelik tehditler bertaraf edildikten sonra eminiz ki, bu hususta millî mutabakata geçilecek ve çözülecektir.
Anayasa değişikliği için Milliyetçi Hareket Partisinin düğmeye basması karşısında bütün bu anlattığımız faktörleri dikkate almadan getirilen eleştiriler haksızdır. Milliyetçi Hareket Partisi, Türk siyasi hayatında daima siyasi çıkmazları çözen parti konumundadır. Siyasi krizlerin ortadan kaldırılmasında yapıcı roller üstlenmiştir. Bugün de Türkiye tarihinin en büyük bunalımı ve tehditleriyle yüz yüzedir. Eleştiri zamanında eleştirmek, çözüm gerektiği zamanda da çözüm üretmek politikanın doğasında vardır, Milliyetçi Hareket Partisi de bunu yapmaktadır.
Bugün gelinen noktada partimizin hemen her alanda haklı olduğu, savunduğu fikirlerin isabetli ve çözüm önerilerinin doğruluğu birer birer ortaya çıkmıştır. Buna en somut örnek, MHP'nin öteden beri terör ve teröristle müzakere edilmesinin fevkalade yanlış olduğuna dair ısrarlı görüşleridir. Terörle mücadelenin en tavizsiz ve kararlı şekilde son terörist yok edilinceye kadar sürdürülmesinin elzem olduğu artık anlaşılmıştır. Halkın mal ve can güvenliğinin sonsuza kadar sağlanması için devletin ne gerekiyorsa yapmasının şart olduğu konusunda Milliyetçi Hareket Partisinin haklılığı tescillenmiştir. Bugün Hükûmet terörle tavizsiz şekilde mücadele etmekte, devletimiz bölücü terörle dişe diş mücadele vermektedir.
Değerli milletvekilleri, ülkelerin siyasi hayatlarında öyle olaylar vardır ki gelecek açısından belirleyici ve tayin edici olurlar. Bu olaylardan biri de biraz evvel üzerinde durduğumuz, 15 Temmuz günü yaşanmış ve Türkiye uçurumun eşiğinden dönmüştür. PKK'nın dışında sinsi bir başka bölücü terör güruhunun devletin bütün kademelerine sızdığı da bugünden itibaren daha iyi anlaşılmıştır. Kısaca "FETÖ/PDY" denilen bu güruhun hem devleti ele geçirmek hem de rejimi yıkmak üzere olduğu ortaya çıkmıştır. Milliyetçi Hareket Partisi, hukukun üstünlüğünün bir an önce hayata geçmesi ve Anayasa ihlaline yol açan uygulamalara bir an önce son verilmesi için bu tarihten itibaren çok ciddi adımlar atmıştır. Partimiz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak elini taşın altına koymuştur; üzerimize düşen görevi yaptık ve yapmaya da devam ediyoruz.
Bugün gelinen noktada hukuksuzlukların en büyük kaynaklarından biri olan FETÖ/PDY'nin, yargı başta olmak üzere, sistemin iliklerine kadar sızdığı ve devletin temellerine yuvalandığı artık ortaya çıkmıştır. Devletin kilit kademelerindeki yetişmiş insan unsuru biçilerek ülkemizin iç ve dış tehditler karşısındaki direnme gücü zayıflatılmıştır. Türkiye'yi 15 Temmuza getiren faktörlerin başında, hukuksuzluğu kendine rehber edinmiş kimi kravatlı, kimi üniformalı bir terörist güruhun devleti ele geçirme ve rejimi yıkma planları gelmektedir. Bu vaziyet karşısında, Türkiye'de güçlü bir demokratik rejimi yeniden tesis etmenin yolu Anayasa ve yasaların gereklerinin titizlikle yerine getirildiği yani hukukun egemen olduğu bir yönetim anlayışını hâkim kılmaktan geçmektedir. Türkiye gemisi bu dalgalı sulardan bir an önce uzaklaştırılmalı ve hukukun sakin limanına çekilmelidir. İşte, buradan hareketle, Milliyetçi Hareket Partisi, terörle mücadelede olduğu gibi, Türkiye'de rejimin yerinden oynayan taşlarını, sarsılan temellerini onarmak, hükûmet tarzını anayasal temele oturtmak için elini demokrasi tuğlasının altına koymuştur. Burada, bir kişi veya grubun çıkarları değil, bütün milletimizin selameti, devletimizin bekası söz konusudur. İktidar partisi ile Milliyetçi Hareket Partisi arasında yapılan Anayasa değişikliği görüşmelerinde, Meclisin icra erki karşısında güçlü ve etkin bir konumda olması, kuvvetler ayrılığı prensibinin hayata geçirilmesi hususları dikkate alınmaktadır. Muhakkak ki sadece yönetim sistemini değiştirerek, Türkiye'nin içinde bulunduğu riskler ortadan kaldırılamaz. Türkiye'nin geleceği, milletimizin mukadderatı açısından risk oluşturan bütün faktörleri tespit etmek ve bunları tamamen ortadan kaldırmak icap eder. Hangi yasayı çıkarırsanız çıkarınız, hangi anayasayı kabul ederseniz ediniz, aslolan bunların uygulanıp, hukukun üstünlüğü prensibine sadık kalınmasıdır. Tekraren ifade ediyorum, yine, bizce aslolan, hukukun üstünlüğünün demokrasi kültürümüzün bir parçası hâline getirilmesidir.
Bütün bu gerçeklerin ışığında, Milliyetçi Hareket Partisinin neden Türkiye'de hukukun üstünlüğü prensibinin süratle ve kâmilen yerleştirilmesi gerektiği konusundaki ısrarı daha iyi anlaşılacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi, hukukun üstünlüğünün demokrasiden önce geldiğine yürekten inananların siyaset yaptığı bir kurumdur. Hukukun üstünlüğü hayata geçirilmediği takdirde, demokrasilerin dikta rejimlerine, otokrasilere dönüşeceği muhakkaktır. Hukuk herkese lazımdır. Demokrasinin güçlenmesi, insan hakları ihlallerinin sona ermesi, ülkemize toplumsal barışın ve huzurun gelmesi, ancak hukukun üstünlüğünü hâkim kılmakla mümkündür. Bu Meclisin ve bu devletin kurucusu Atatürk'ün başlattığı ulus devlet sürecinin devamı da tehdit ve saldırılar karşısında içe kapanarak değil, hem kendi coğrafyamızda hem de uluslararası alanda hukukun üstünlüğü gözetilerek sağlanabilir. Ayrıca, temelleri Atatürk tarafından atılan millî devlet süreci küresel müdahalelerle bundan sonra yolundan çevrilemeyecektir. Bu süreç, bütün engellemelere karşın devam etmektedir. Türkiye, Batı'ya rağmen, Batılı normlar ve evrensel değerlere riayet eden bir ülke olma çabasını yine sürdürecektir; aynı zamanda üniter ve ulus devlet yapısını koruyarak yoluna devam edecektir.
Milliyetçi Hareket Partisi, etkin bir siyasi aktör olarak, bu konuda, bugüne kadar olduğu gibi bugünden sonra da üzerine düşeni yapmaya kararlılıkla devam edecektir.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum efendim. (MHP sıralarından alkışlar)