| Konu: | 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı ilk görüşmesi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 31 |
| Tarih: | 05.12.2016 |
MHP GRUBU ADINA ERHAN USTA (Samsun) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı'nın tümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Gurubu adına söz aldım. Sizleri ve ekranları başında bizi izleyen muhterem Türk milletini saygıyla selamlarım.
Ne yazık ki Türkiye beka düzeyinde sorunlarla karşı karşıyadır. İç politikada, dış politikada, ekonomik ve sosyal alanda Türkiye tıkanmış, hatta kuşatılmıştır. Her gün gelen şehit haberleri, PKK ve FETÖ'yle mücadele, Suriye ve Irak başta olmak üzere yakın coğrafyamızdaki gelişmeler, Avrupa Birliğinden gelen olumsuz mesajlar, iktisadi ve sosyal hayattaki sorunlar milletimizi bunaltmıştır. Yurt dışında Türkiye algısı, özellikle Türkiye ekonomisine yönelik algı önemli ölçüde bozulmuştur. Hükûmet, birçok konuda muhalefetin, sivil toplum kuruluşlarının eleştiri ve değerlendirmelerine kulak tıkamakta; bırakın bunlarla istişareyi, birçok olayda kendi kurumları arasında ve Hükûmet üyeleri arasında dahi istişare yapmadan ülkeyi yönetmeye çalışmaktadır. Bu şartlar altında piyasanın ateşi yükselmiş "Acaba Türkiye bir finansal saldırıya mı maruz kalıyor?" şeklinde tartışmalar yapılmaktadır. Böyle bir ortamda 2017 bütçesini ve 2017-2019 makroekonomik çerçevesini konuşacağız.
Bugüne kadar yaptığımız konuşmalarımızda, değerlendirmelerimizde sorunları tespit ettik, eleştiri ve değerlendirmelerimizi tabii ki sürekli yaptık, çözüm önerilerimizi sunduk ancak bunlar, maalesef, bugüne kadar çok fazla dikkate alınmadı. Özellikle son günlerde kur oynaklığının çok yüksek olduğunu, kur ve faiz değişkenlerinin artık bir değişken, bir gösterge olmaktan dahi çıktığını maalesef üzülerek müşahede ediyoruz. Dolayısıyla, böyle bir ortamda ihracatçının, ithalatçının bağlantı yapma, ticaretle uğraşanın fiyat verme imkânı maalesef kalmamıştır. Ekonomide bir an evvel belirsizlikleri azaltacak, güveni tazeleyecek adımların atılması gerekiyor, piyasalar -işin doğrusu- icraat görmek istiyor. Konuşmakla bu işleri çözme imkânı maalesef yoktur. Çok net bir şekilde görmemiz lazım ki serbest bir ekonomide faizin talimatla düşmesi imkânı da yoktur. Piyasalara elbette teslim olmayalım ancak piyasayla restleşmenin de bir faydasının olmadığını ve bunun Türkiye ekonomisine zarar verdiğini düşünüyorum.
Hükûmet ve ekonomi yönetimi birçok konuda, maalesef, güven vermiyor. Bugün baktığımızda, bağımsız kurumlara, Türkiye Merkez Bankası gibi, BDDK gibi, EPDK gibi bağımsız otoritelere müdahale edildiğini görüyoruz. Kurumların itibar kaybı, maalesef, yüksek boyutlara ulaşmış durumdadır. Küresel Rekabet Endeksi'nde kurumsal yapılanma alt bileşeninde Türkiye son iki yılda 10 basamak gerilemiştir.
Yanlış adımların atıldığını da görüyoruz. Burada ciddi bir şekilde muhalefet etmemize rağmen, Türkiye'ye kara para getirilmesini bir anlamda yasallaştıran yasa, maalesef, buradan geçmiştir ve bu, Türkiye algısını ciddi ölçüde bozmuştur. Son günlerde yaşadığımız belirsizliklerin temelindeki bir tane unsurun da ben bu olduğuna inanıyorum.
Tabii, bu bozulmalar bir anda olmadı; bu bahsettiğimiz, son dönemde bahsettiğimiz bozulmalar bir anda olmadı. Türkiye ekonomisi aslında uzunca bir süredir darboğaz içerisindedir. Büyüme uzun süredir düşük seyretmektedir muhterem milletvekilleri. Bakın, 2011 sonrasında Türkiye'nin ortalama büyümesi yüzde 3,3'tür. Hatta, 2016 yılında bu daha da fazla daraldı. 2016'nın 2'nci yarısında Hükûmetin orta vadeli programda zımni olarak koyduğu büyüme tahmini 2,3 civarındadır 2016'nın 2'nci yarısı için. Ancak, piyasadaki tahminler, değerlendirme kuruluşlarının yaptığı tahminler bunun çok daha altında bulunmaktadır.
Özel sektör yatırımları sürekli azalma eğilimindedir. Bir süredir olanı, Türkiye'nin yaşadığı sıkıntıları söylemeye çalışıyorum.
Bakın, son 19 çeyrekte 13 tane negatif var yıllık bazda. Yani, bunun anlamı şu, özellikle makine teçhizat yatırımları için söylüyorum: 19 çeyrekten, bir önceki çeyreğe göre, bir önceki yılın aynı çeyreğine göre 19 rakamdan 13 tanesi negatiftir. Dolayısıyla, yatırım yapmayan bir ekonominin ayakta kalması, üretmesi, gelir yaratması mümkün değil. Bunların düzeltilmesi gerekiyor. Bu neye mal oluyor bir de? Ülkenin potansiyel büyümesi düşüyor. Buradan kastım şu: Yani, her şey normal gitmiş olsa Türkiye ekonomisi yüzde 4,5-5 civarında büyüyecek bir potansiyele sahip ama bu makine teçhizat yatırımlarının uzun süredir ülkede yapılmaması bu potansiyel büyüme seviyesini de aşağı doğru çekmektedir.
Sanayi üretiminde her gelen veri eksidir. Son 7 veriden -aylık verileri konuşuyorum- 5 tanesi negatiftir yani bir önceki aya göre düşmeyi göstermektedir.
Ekonomik Güven Endeksi maalesef yerlerde sürünmektedir. Biraz analitik baktığımızda, cari açığın düşmek yerine arttığını görüyoruz.
İşsizlik oranları kriz dönemlerini aratmayacak seviyelere ulaşmıştır. Toplumumuzda iş kayıpları artmaktadır. Ağustos ayında, mevsimsel düzeltilmiş verilere göre işsizlik oranı yüzde 11,4'tür. Bu, 2009 sonrası en yüksek seviyedir. Ayrıca son yetmiş altı ayın en yüksek işsizlik rakamıyla, Türkiye, ağustos ayında karşılaşmıştır. Mevsimsel düzeltilmiş datadır. Dolayısıyla bütün ayları birbiriyle mukayese etme imkânı vardır. Ve maalesef, bu tırmanmanın önümüzdeki günlerde devam edeceğini de ben tahmin ediyorum, işin doğrusu. Nisan-ağustos döneminde, bakın sadece son dört ayda 275 bin kişi işini kaybetmiştir. Aynı dönemde işsiz sayısı da 457 bin kişi artmıştır. Sayın Bakan, Maliye Bakanımız son yedi yıldaki istihdam meselesini veriyor. Son yedi yıl istihdam açısından yanıltıcı olur. Madem vereceksiniz son on dört yılı verin yani Hükûmetiniz dönemini verin -2002 yılında işsizlik oranı yüzde 10,2 idi, bugün geldiği noktada 11,4- veya son dönemi verin. Yani böyle bir dönemi seçip onu vermek teknik açıdan çok doğru olmuyor.
Toplumun bütün kesimleri borç altında inim inim inlemektedir. Tüketicilerin, çiftçilerin, esnafın, sanayicinin borçları artmıştır. Memurların alım gücü düşmüştür. Bankaların -burası da çok kritik- tahsili gecikmiş alacakları 2009 krizinden sonraki en yüksek seviyesine ulaşmıştır.
Türkiye ekonomisinin kırılganlığı her geçen gün -üzülerek ifade etmek gerekir ki- artmaktadır. Mesela neyle ölçüyoruz bunu? İşte, kısa vadeli borçların yüksekliği, en temel göstergelerden bir tanesidir. Sizin vadesi bir yılın altında olan borçlarınız ne kadar, rezervlerinizle mukayese ettiğinizde nasıl bir tablo ortaya koyuyor? Bu, en önemli kırılganlık göstergesidir. Bunlara bakacak olursak dış borç astronomik bir şekilde artmıştır, 130 milyar dolardan 421 milyar dolara çıkmıştır Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri döneminde. Ama bir başka bozulma daha olmuştur: Bu dış borcun, 421 milyar dolarlık stokun 1/4'ü kısa vadelidir yani bir yıl içerisinde çevirmek zorunda olduğunuz borçtur. 2002'yle mukayese yapmaya Sayın Bakan bayılıyor. O zaman bir mukayese yapalım: 130 milyar dolardı 2002 yılında Türkiye'nin dış borcu, millî gelire oranı da bugünün çok altındaydı ve bunun 1/4'ü değil, sadece 1/8'i kısa vadeliydi. Yani daha uzun vadeli ve daha az bir borçla teslim aldığınız Türkiye, bugün vadesi çok kısaltılmış ve oranları çok yükseltilmiş, rakamları çok yükseltilmiş bir dış borçla karşı karşıyadır.
Sayın milletvekilleri, yani bunları söylerken haz alıyor filan değilim. Bu ülke hepimizin, insan üzülüyor. Bunları düzeltmemiz -birazdan çözüm önerilerimi de sunacağım- gerekir, onun için bu sorunları söylemek istiyorum.
Şimdi, özel sektörün açık pozisyonları çok yüksektir. Özel sektörün açık pozisyonları 212 milyar dolara yükseldi. Bakın, bu, şu anda ciddi bir kur riski üstlendi. Orta vadeli program -ben teknisyen kökenli olduğum için orayı baz alıyorum- 5 Ekim veya 6 Ekimde açıklandı. O günden bugüne iki ay geçti. İki ayda kur 50 kuruş arttı. İki ayda özel sektörün açık pozisyondan dolayı maliyetlerine yansıttığı veya zarar olarak yazacağı veya maliyet olarak yazacağı 100 milyar TL var. Bakın, iki ayda 100 milyar TL. Bunun kurumlar vergisi tahsilatında da gelecek yıl etkisini maalesef hep beraber müşahede edeceğiz Sayın Bakan.
Şimdi, bu, tabii, şöyle de bir riski getiriyor: Yani firmaların sıkışması vergiyi bozacak, şu olacak bu olacak, bir de servetin el değiştirmesi gibi bir riskle karşı karşıya Türkiye. Özellikle yabancılaşma... Yani bunu taşıyamayan firmalar, bu kadar açık pozisyonu taşıyamayan firmalar, firmalarını satmak zorunda kalacak, büyük ölçüde bunu yabancı firmalar alacak.
Şimdi, Türkiye ekonomisi, tabii, dış borç artınca -az önce ifade ettik bir başka rakamla söyleyeceğim- yıllık yaklaşık 200 milyar dolar borç çevirmek durumunda. Bunun 164 milyarı -Hazine Müsteşarlığının rakamlarıdır- şu anda vadesi bir yılın altında olan dış borcumuz. Yani önümüzdeki bir yıl içerisinde ödememiz gereken dış borcumuz 164 milyar dolar, bunun üzerine yaklaşık bir de Hükûmetin öngördüğü 30-35 milyar dolar cari açığı da koyun -onu da finanse edeceğiz- 200 milyar dolar. Yani önümüzdeki bir yıl içerisinde 200 milyar doları çevirmek durumundayız. Dolayısıyla, bu yükümüzü bilerek tedbirlerimizi buna göre konuşmamız lazım.
2002'yi söylemiyorum artık. 2002 yılında bunlar çok daha düşüktü Sayın Bakan.
Uluslararası yatırım pozisyonu... Bu da çok önemli bir veri. Son çeyrek itibarıyla 610 milyar dolar yükümlülüğümüz var yani yurt dışındaki yabancıların Türkiye'deki varlıkları. Bu, portföy olarak olabilir, hazine bonosunda olabilir veya doğrudan yabancı yatırım olarak olabilir; 610 milyar dolar Türkiye'de yatırımları var. Bunun içerisinde sıcak para da var, doğrudan yatırımlar da var. Bunun karşılığında bizim de yurt dışında 221 milyar dolar varlığımız var. Nette 390 milyar dolar bir pozisyon açığımız var. Bu, büyük ölçüde, verdiğimiz -birazdan detaylarına gireceğim- yüksek cari açıklar nedeniyle ülkenin maruz kaldığı dış borç artışından kaynaklanmaktadır. "2002 yılında bu 390 milyar lira kaç lira?" diye merak ediyorsanız Sayın Bakan, 85 milyar dolar yani 85 milyar dolardan 390 milyar dolara çıkmış bir uluslararası yatırım pozisyonu var.
Peki, gelişmeler böyleyse Hükûmetin hedefleri nasıl gerçekleşti? Biraz geçmişe bakacak olursak, ben burada Dokuzuncu Kalkınma Planı'nı öncelikle bir söylemek istiyorum, tek bir göstergesini söyleyeceğim. Niye Dokuzuncu Kalkınma Planı? Çünkü bu Hükûmetin müstakil olarak yaptığı ilk dokümandır çünkü Sekizinci Kalkınma Planı'nı devralmıştır, Dokuzuncu Kalkınma Planı 2007 yılında yürürlüğe girdi. 2007-2013 döneminde Türkiye'nin ortalama büyüme hedefi planda yüzde 7'ydi, gerçekleşme yüzde 3,4; yarısı bile değil. Buradaki en temel sıkıntı da şu, onu da hemen ifade etmek istiyorum: Planda verimlilikten... Çünkü biz yatırım, sermaye kıtlığı çeken bir ekonomi olduğumuz için bizim verimliliğe biraz daha fazla yüklenmemiz lazım. "Verimlilik" dediğimiz ne? İşte, hukuk sistemimizi iyileştireceğiz, iş ortamımızı iyileştireceğiz, onun haricinde, kamu yönetimimizi iyileştireceğiz, eğitim seviyemizi yükselteceğiz, iş gücünün niteliğini artıracağız yani buralarda çok daha fazla bir şeyler yapmamız lazım. Dolayısıyla o günkü planda, bakın, yüzde 7 büyüme hedefi konulurken toplam faktör verimliliği yani verimliğinin büyümeye katkısının yıllık ortalama 2,3 olması öngörülmüştü yani 7'nin 2,3'ü verimlilikten gelecekti. Verimlilikte gerçekleşme ne oldu biliyor musunuz Sayın Bakan? Yüzde 0,7, fakat eksi. Yani, işte, hukuk sistemiyle ilgili, demokrasi seviyemizle ilgili, iş ortamımızla ilgili, kamu yönetimimizle ilgili yanlış uygulamalar nedeniyle Türkiye sadece verimlilikten 2,3 puan pozitif büyüme beklerken -Dokuzuncu Plan dönemi için söylüyorum- eksi 0,7 büyümede daralma oldu.
Onuncu Kalkınma Planı'nın hedefleri ne aşamada diye baktığımızda; malum, planda gayrisafi yurt içi hasılanın 2018 yılı için 1,3 trilyon dolar olması öngörülüyordu. Bugün Hükûmetin elimizde 2019 yılına kadar yaptığı tahminler var. Aynı büyüme trendini, 2016-2019 dönemindeki büyüme trendini... Pardon, çok affedersiniz, 2023 içindi bu. Zaten 2018 hedefleri var. Yani bir kalkınma planında 2018 hedeflenmişti, şimdi de 2018 var. Kalkınma planında 1,3 trilyon dolar millî gelir hedeflenirken şu andaki orta vadeli programda 2018 rakamlarına baktığımızda bu 815 milyar dolara düşüyor. 1,3 milyar dolar nerede, 815 milyar dolar nerede? Tam hedefteki sapma 471 milyar dolar.
Yine, fert başı gelire baktığımızda planda 2018 yılı için 16 bin dolar fert başı gelir hedeflenmişti. Bugün bu dokümanın söylediği 2018 yılı için 10.164 dolar yani 16 bin dolara karşılık 10 bin dolarlık bir seviye. Daha bir sürü data var. Mesela, ihracata bakalım, 277 milyar dolar hedeflenmişti, şu anda buradaki 170 milyar dolar, sapma 107 milyar dolar. Yani düşünebiliyor musunuz, 277 milyar dolarlık bir hedefte 107 milyar dolar maalesef sapma oluyor. Bunların da, daha, 2018 için yazılı rakamların da tutup tutmayacağı belli değil, biz tutacağı varsayımıyla bu rakamları veriyoruz.
Dolayısıyla Türkiye ciddi sıkıntılardan geçmektedir, hedefleri maalesef büyük ölçüde sapmaktadır, tutmamaktadır ve bu sorunlar da artık, bazı sorunlar... Geçmişte de yapısal sorunlarımız vardı ama bu yapısal sorunlarımıza yeni yapısal sorunları da maalesef kattık.
Şimdi, bunların da bir miktar üzerinde duracak olursak şunları söyleyebiliriz: Bir defa -ekonomideki ciddi yapısal sorunları şu anda ifade etmeye çalışıyorum- bizim büyümemiz düşük ve dalgalı. Bu, Türkiye'nin ta 1970'lerden itibaren bir sorunu. 1999-2002 yılında alınan tedbirlerle büyümeye ciddi bir şekilde istikrar kazandırıldı. Mesela, biz bunu 2001'den sonraki dönemde, 2002-2007 döneminde gördük, Türkiye yüksek büyümeyi, 6,9'luk büyümeyi gerçekleştirdi fakat ondan sonra, tekrar, büyümemiz yeniden reform yapılmaması nedeniyle aşağıya doğru gelmeye başladı.
Tabii, mukayeseyi emsal ülkelerle yapmak durumundayız. Emsal ülkelerle büyüme farkımıza baktığımızda... Burada emsal ülkeler nedir? Gelişmekte olan ülkelerdir. Tabii, Hükûmet üyeleri -bunu Sayın Şimşek de yapıyor, Sayın Ağbal da yapıyor- Çin ve Hindistan hariç bakıyorlar. Lütfen, birisi bize bunun rasyonelini söylesin, niye Çin ve Hindistan hariç bakıyoruz? Onlar da bizim rakibimiz, gelişmekte olan ülkeler kategorisindeysek bu kategoridekilerin tamamıyla bakmamız lazım. O zaman ben de derim ki: "Brezilya'yı düşün, eksi büyüyor; Rusya'yı düşün, eksi büyüyor; Arjantin'i düşün, öyle bakın." Bunun sonu yok. Dolayısıyla, eğer biz bir mukayese yapacaksak gelişmekte olan ülkelerin tamamıyla mukayese yapmak lazım, ben de mukayeselerimizi o bazda götüreceğim.
Şimdi, bakın, büyüme performansımızın gelişmekte olan ülkelere göre çok kötü olması nedeniyle Türkiye ciddi şekilde onlara karşı bir pozisyon kaybediyor. Örneğin, 2002 yılında Türkiye'nin kişi başı geliri, bizim o beğenmediğimiz, sürekli sizlerin eleştirdiği kişi başı gelir, gelişmekte olan ülkeler ortalamasının -bunların hepsini satın alma gücü paritesine göre söylüyorum- 2,22 katı üzerindeymiş. Yani Türkiye'de kişi başı gelir 2002 yılında gelişmekte olan ülkeler ortalamasının 2,22 katıymış, şimdi geldiği nokta 1,79; oradaki kaybı görebiliyoruz sanırım.
Şimdi, 1990'lı yıllarda... Ben haksızlık etmemek için tek yılı almıyorum, mesela büyümelerde, 1990'lı yıllar... Adalet ve Kalkınma Partisi öncesi on üç yıl ve Adalet ve Kalkınma Partili on üç yıl diye mukayese ettiğimizde, Adalet ve Kalkınma Partisinin öncesindeki yani 1990-2002 döneminde gelişmekte olan ülkelerle yıllık ortalama büyüme farkımız sadece 0,4'tü; Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde bu büyüme farkı 1,5'e, 1,6'ya çıktı. Dolayısıyla, mukayeseyi böyle yapmamız lazım. Gelişmiş Avrupa Birliği ekonomileriyle veya gelişmekte olan ülkelerin içerisinden bir kısmını ayıklayarak mukayese yapmak bizi sadece yanıltır. Sorunu doğru tespit etmezsek çözüm önerilerimiz de mutlaka yanlış olacaktır.
Daha bunları söyleyebiliriz; diğer, başka rakamlar da var ama ben bu kadar fazla rakamla vaktinizi almak istemiyorum.
İşin temelinde -az önce ifade ettim- verimlilikteki düşüklük vardır. Verimlilikteki düşüklüğün de temel nedenlerinden bir kısmı, özel sektör firmalarımızda profesyonel yönetimin olmaması, özel sektör firmalarımızdaki ölçek sorunu, ekonomideki yüksek kayıt dışılık, iş gücünün eğitim seviyesinin düşüklüğü ve Türkiye'deki mesleksizlik sorunu, tarımsal yapının verimsizliği -birazdan ifade edeceğim- hukuk sistemi, kamu yönetimi, iş ortamıyla ilgili problemlerdir.
Türkiye ekonomisindeki diğer bir sorun -bu sorun maalesef Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri döneminde kronikleşmiştir, yapısallaşmıştır daha doğrusu- kaynak dağılımındaki çarpıklık. Türkiye'de maalesef -imalat sanayisinde- ülkenin kaynakları imalat sanayisi üretiminden gayrimenkule doğru kayıyor. Bu, uzun süredir devam eden bir şey. Hükûmet aslında bunu gördü bir miktar, buna ilişkin politika dokümanlarında yer verdi "Rant vergisini çıkaracağım, ben bu kaynak dağılımına müdahale edeceğim." dedi fakat bununla ilgili adım atılmıyor. Son orta vadeli programda da o politikayı çıkardılar, bunun nedeninin ne olduğunu da aslında buradan ben Hükûmete sormak istiyorum. Yani imalat sanayisi üretimi...
Bakın, imalat sanayisinin millî gelir içerisindeki payı yüzde 14'e düşmüş. Yüzde 14'lük bir imalat sanayisi üretimiyle bırakın ihracat yapmayı, kendi ülkenizdeki insanları doyuramazsınız, yediremezsiniz, içiremezsiniz veya giydiremezsiniz. Dolayısıyla mutlaka ülkenin kaynaklarını yeniden buraya, imalat sanayisine çekmemiz lazım. Bu da nasıl olur? Gayrimenkul tarafı, beton tarafı, AVM tarafı, konut tarafı çok kârlı olduğu sürece hiçbir firma tabii ki imalat sanayisine yatırım yapmayacaktır, bütün kaynaklarını oraya aktaracaktır. Dolayısıyla buraya vergisel bir müdahale yapılması gerekliliği Sayın Bakanım, son derece net bir şekilde ortada durmaktadır. Bunu yapmadığımız sürece bu ülkenin sorunlarını, ekonomik sorunlarını çözme imkânımız kesinlikle yoktur, onu ifade etmek istiyorum.
Ekonominin dışa bağımlılığı son derece arttı. Bakın, yurt içi tasarruflar... Dışa bağımlılık nedir? Dışarıdan kaynak kullanmaktır. Tasarruf vardır bir ekonomide, bunun karşılığında yatırımlarınız vardır. Tasarruflarınız yetiyorsa yatırımlarınızı karşılamaya, yurt dışından kaynak kullanmazsınız ama yetmiyorsa yurt dışından kaynak kullanırsınız; bunun iktisadi temeli budur. Şimdi, Türkiye'nin tasarrufları 2016 yılı -en son Hükûmetin verdiği programdaki rakamı söylüyorum- yüzde 13,5. Emsallerimiz ne kadar? Yüzde 30'un üzerinde. Bakın, emsallerimiz millî gelirin yüzde 30'unu tasarruf ediyor, bunun karşılığında yatırım yapıyorken biz yüzde 13,5 tasarruf ediyoruz. Dolayısıyla cari açığı fazla vermek durumunda kalıyorsun, yüzde 5-6 da cari açık veriyorsun. En fazla ne yapıyorsun? 13,5'un üzerine 6 koy, yüzde 19,5. Yüzde 19,5 yatırım da bu ülkenin ihtiyacını karşılamıyor, bu ülkenin insanlarını doyurmuyor, bu ülkenin gençlerine iş vermiyor; bunu görmemiz lazım. Dolayısıyla tasarrufları artırmak gerekiyor. Hatta tasarruflarda öyle bir çarpıklık var ki -şimdi fazla uzatmak istemiyorum- nüfusu yüzde 20'lik 5 dilime ayırdığımızda 3 dilimin tasarrufu negatif. Bırakın yani yüzde 13,5'u, oralar da negatif. Dolayısıyla gelir dağılımı ve servet dağılımıyla ilgili de ciddi sorunlarımız var. Tasarruflar düşük olunca yatırımlar da elbette düşük oluyor.
Türkiye ekonomisinin dışa bağımlılığı... Tabii, Hükûmete çok da fazla haksızlık etmek istemiyorum. Buralar, az önce söylediklerim Hükûmetin yanlış politikalarından oldu. Ama enerji... Enerjide yapısal bir sorunumuz var, dolayısıyla enerjide dışa bağımlılığımız var. Ama on dört yıllık bir iktidar enerjide dışa bağımlılığımızı biraz aşabilmeliydi, maalesef enerjide dışa bağımlılığımız azalmadı.
Teknoloji geliştirme kapasitemiz yetersiz. Uzatmayacağım fazla ama şu kadarını söyleyeyim: İhracatın teknoloji seviyesine baktığımızda, örneğin 2002 yılında, yüksek teknolojili ürünlerin ihracat içerisindeki payı yüzde 6,2 iken bugün yüzde 3,9'a düştü. Son dönemde bir de orta teknolojiden alt teknolojiye kayış görüyoruz, bu da çok tehlikeli. Yani arttırmamız gerekirken teknoloji seviyesinin azaldığını maalesef görüyoruz.
İhracatın ton değeri, mesela, son rakam 1,34 dolar. Daha geçen yıl bu 1,52 dolardı. Tabii, bu, gelişmiş ekonomilerde 3-4 dolar, onları falan söylemiyorum ama ihracatımızın ton değeri 1,34 dolara düşmüş. Bununla Türkiye'yi bir yere götürme imkânı maalesef yok.
Kamu gelir ve harcamalarının kalitesinde iyileştirme ihtiyacı var. Bunu daha sonraki bütçelerde daha detaylı konuşuruz, bunun üzerinde fazla durmayacağım.
Ama gençler başta olmak üzere işsizlik oranımız çok yüksektir. Yüksek işsizlik oranlarıyla ülkenin, 2023 hedeflerini yakalama imkânı hiçbir şekilde olmayacaktır. Kadınlarda iş gücüne katılım oranı yüzde 32'lerdedir. Hükûmetin bu konuda arttırma gayretleri var. Burada mesafe de bir miktar alındı ama daha gidilmesi gereken çok yol olduğunu söylemek istiyorum. Gençlerde işsizlik oranı yüzde 20'dir. Bakın, her yıl 850-900 bin kişi çalışabilecek yaşa geliyor. Bunların da yaklaşık 750-800 bini bizden iş talep ediyor. Ama bunlara son yılda verdiğimiz iş 300 bin civarında kalmıştır, 400 küsur binine iş veremedik maalesef. Toplumda da nüfusun maalesef sadece 1/3'ü çalışıyor.
İş gücünün yapısal sorunları var, bunların üzerine gidilmesi lazım. Hükûmetin belki de hiç adım atmadığı konulardan bir tanesi de bu. Bakın, en son, Dünya Ekonomik Forumunun açıkladığı Küresel Rekabet Endeksi'nde iç gücü piyasalarının verimliliği alt bileşeninde 138 ülke arasında 126'ncı sıradayız iş gücü piyasalarının verimsizliği anlamında yani dünyanın en verimsiz 10 ülkesinden bir tanesiyiz. Bu Türkiye'ye yakışmıyor, buraları iyileştirmemiz lazım.
Gelir ve servet dağılımında aşırı bir bozukluk var, bozulma var, yani bozulma da devam ediyor. Bakın, nüfusun yüzde 1'i servetin yüzde 54,3'üne sahip. Dünya sıralamasında kaçıncı sıradayız, biliyor musunuz? 2'nci sıradayız. 1'inci sırada Rusya var, 2'nci sırada biz varız. Servet dağılımının en bozuk olduğu 2'nci ülkeyiz. Peki, 2002'de bu neydi? Yani 2002 yılında nüfusun yüzde 1'i servetin yüzde kaçını alıyordu? Yüzde 39,4'ünü alıyordu. O zaman da kötüydü ama 2014'e geldiğimizde yüzde 39, yüzde 54'e çıktı, servet dağılımındaki bozukluk son derece arttı. Peki, şimdi, Rusya'yı ben anlıyorum, servet dağılımının bu kadar bozuk olmasını, özellikle son dönemdeki petrol fiyatları... Ben şunu sormak istiyorum, Hükûmetin de bunun üzerine mutlaka düşünmesi lazım, bu konunun çok önemli olduğunu düşünüyorum: Servet dağılımındaki bu kadar bozulmayı tetikleyen Türkiye'de nedir? Yani biz neyi yanlış yaptık da servetin dağılımını bu kadar fazla bozduk, kaynakları bir yerden aldık, öbür tarafa aktardık? Bunun üzerinde Hükûmetin düşünmesi lazım diye düşünüyorum.
Diğer bir husus: Zaten düşük olan rekabet gücümüz de düşmektedir arkadaşlar. Uluslararası Rekabet Gücü Endeksi'ne baktığımızda 138 ülkeden 55'inci sıradayız. Ama bu da darbeden önce yapılmış, darbeden sonra burada bir miktar daha bozulma olacağı muhakkak ama orada Hükûmete bir şey demek, tabii, doğru olmaz. Son iki yılda 10 basamak bozulma var. Zaten rekabet gücümüzü artıralım diye uğraşırken son iki yılda... Bakın, son dönemlerde özellikle bütün göstergelerde bozulma var. Son iki yılda rekabet gücü açısından dünya sıralamamız 10 basamak kötüleşmiş.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dolayısıyla, bugüne kadar sürdürdüğümüz iktisat politikasının temeli nedir: "KİT'leri satalım, topraklarımızı satalım -yaklaşık 33 milyar dolar AKP döneminde yurt dışına gayrimenkul satışı olmuştur- dış borçlarımızı artıralım, bununla tüketimi kamçılayalım, konut yapalım, AVM yapalım." Bu iktisat politikası bitmiştir. Dolayısıyla Türkiye'nin yeni bir iktisat politikasına, yeni bir üretim modeline ihtiyacı vardır.
Cari açık niçin verilir? Yatırım yapmak için cari açık yaparsınız. Yani cari açıktan kastımız -az önce ifade ettim- dış kaynak, dış tasarruftur. Şimdi, Adalet ve Kalkınma Partisi dönemlerine bakıyorsunuz, yine on üç yıllık mukayese yapalım yani Adalet ve Kalkınma Partisi döneminden önceki on üç yılda millî gelirin yüzde 21,6'sı kadar yatırım yapılmışken AKP döneminde bu 20,4'e düşmüş. Hem de neye karşılık düşmüş? Adalet ve Kalkınma Partisi döneminden önce yıllık ortalama sadece yüzde 0,6 cari açık verilmişken yüzde 5,3'e çıkartılmasına rağmen yani dışarıdan tasarrufu kullanmışız fakat yatırıma verememişiz. Dolayısıyla, hani yerli, millî diyoruz ya, kendi kaynaklarımızla yaptığımız yatırımlar ne oldu diye baktığımızda, AKP dönemi öncesindeki on üç yılda bu millet, bu vatandaş kendi kaynaklarıyla yüzde 21'lik bir yatırım yaparken AKP döneminde bu yüzde 15'e düşmüştür. Bu üzerinde hassasiyetle durulması gereken çok önemli bir göstergedir. İşte, biz o yüzden Milliyetçi Hareket Partisi olarak üreten ekonomi diyoruz ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk bizi yıllar önce ikaz etmiş, demiş ki: "Çalışmadan, yorulmadan ve üretmeden rahat yaşamak isteyen toplumlar evvela haysiyetini, sonra hürriyetini, daha sonra da istiklal ve istikbalini kaybetmeye mahkûmdur." Dolayısıyla, daha fazla çalışmamız lazım, daha fazla yorulmamız lazım ve kendimize çekidüzen vermemiz lazım.
Neler yapılması gerektiği hususuna geldiğimiz zaman işe bence ilk başlamamız gereken yer eğitim konusudur. Eğitimde kalite hem öğretmenlerimizin yetişmesi açısından hem de öğrencilerimizin yetişmesi açısından son derece önemlidir. PISA sonuçları ortadadır arkadaşlar, OECD'nin en sonlarındayız eğitim kalitesi açısından.
İkinci yapmamız gereken iş, iş sahibi ve nitelikli insan gücünü yetiştirmeliyiz. Tabii, bunlar uzun hikâyeler, bunların her birini tek tek anlatacak değilim ama burada İnsani Gelişme Endeksi'ne baktığımızda şunu memnuniyetle görüyoruz ki son dönemde bir yükselme var Türkiye'nin İnsani Gelişme Endeksi'nde ama geldiği seviye hâlâ 188 ülke açısından 72'nci sırada ve şunu da üzülerek müşahede ediyoruz ki son yılda da 3 basamak kötüleşme var bu bulunduğumuz seviyede.
Hukukun üstünlüğü mutlaka hâkim kılınmak durumundadır ülkede bir şey yapabilmek için. Dolayısıyla, peki, burada nasılız diye baktığımızda, 2016 yılı verisini söylüyorum, 113 ülke arasında maalesef 99'uncu sıradayız hukukun üstünlüğü konusunda, oysa Türk töresi de İslam ahlakı da bize adaleti emrediyor. "Adalet mülkün temelidir." diyoruz ama hukukun üstünlüğü kriterinde dünyada en kötü ülkeler içerisinde yer alıyoruz. Ve son iki yılda da 27 basamak kötüleşmişiz. Bunu kabul etmek mümkün değildir, bununla ilgili olarak Hükûmet mutlaka tedbir almak durumundadır. Dahasını da söyleyeyim size, bölgemizde -bu kriter açısından baktığımızda- 13 ülke var, 13 ülkeden 13'üncü sıradayız yani en kötüsüyüz bölgemizdeki ülkelerde hukukun üstünlüğü açısından. Kendi gelir grubumuzda, hadi diyelim ki zenginlerin... "Ya orta gelir biraz düşük mü olur acaba?" diye baktım, kendi gelir grubumuza baktım, 37 tane ülke var, 36'ncı sıradayız; hukukun üstünlüğü açısından en kötü durumda olan sondan ikinci ülkeyiz. Bunları mutlaka düzeltmek lazım, Türkiye bunları hak etmiyor.
Tabii, iyi kamu yönetimi, etkin, öngörülebilir, adil devlet yönetimi işin diğer bir olmazsa olmazıdır. Daron Acemoğlu'nun özellikle çok vurguladığı, kurumların kapsayıcı olması, yani kurumsallaşma konusu hakikaten çok önemli. Bakın, yani hem kamu sektöründe hem de özel sektörde kurumlarımızda ciddi bir bozulma var. Bunu da yine uluslararası endekslerde görüyoruz. Birazdan onların da rakamlarını vereceğim.
Diğer bir konu, bürokraside zayıflık ve anlayış değişikliği. AKP on dört yılda maalesef kendi bürokrasisini, kendi kültürünü yaratmaya başladı, bunun çok tehlikeli durumda olduğunu, çok tehlikeli boyutlara ulaştığını sadece ifade edip geçeceğim.
Hükûmetin açıklığı endeksinde Türkiye 113 ülke arasında 96'ncı sırada. Yani şeffaf olmayan, istişareye kapalı bir hükûmet etme anlayışı. Hükûmetin gücünün sınırlandırılması endeksi var, bakın bu çok önemlidir. Tabii, medya olması lazım, işte muhalefet olması lazım, sivil toplum kuruluşları... Burada neredeyiz diye baktığımızda: 113 ülke arasında 108'inci sıradayız hükûmetin gücünün sınırlandırılması konusunda. Böyle bir ülkede hiçbir şey geliştirme imkânı elbette olmayacaktır. Burada bakıyorsunuz, devlet dışında denetim konusu var, memurların kanun dışı davranışları var, yargısal sınırlar var, düzenleme sınırları var, buralarda Türkiye maalesef dünyada sonlarda yer alıyor.
Son olarak da geliştirmemiz gereken bir unsurun da tarafsız, bağımsız ve gerçekten denetleyen bir medya olduğunu ifade etmek isterim. Dolayısıyla, sorunları günübirlik ve seçim eksenli politikalarla götürme imkânımız yoktur. Reform yapması lazım, Türkiye'nin ciddi bir reform hamlesine girmesi gerekmektedir. Bu sonuçlar içerisinde baktığımızda, Türkiye'nin maalesef 2023 yılı hedefleri hayal olmuştur. 2023 hedeflerine hiçbir şekilde Türkiye'nin ulaşma imkânı bu şartlar altında maalesef görülmemektedir. Dolayısıyla, reform hamlesi içerisine Hükûmetin bir an evvel girmesi lazım.
Bir kısım daha çözüm önerilerim vardı ama zaman yetersizliği nedeniyle onları dile getiremeyeceğim, belki daha sonraki konuşmalarda ifade ederiz ancak ben her şeye rağmen gelecekten ümitli olmak istiyorum. Bizim milletimiz en iyisini hak ediyor. İyi bir yönetimle bu işlerin hepsini yola koyma imkânının olduğunu da buradan ifade etmek istiyorum.
Bu duygular içerisinde, 2017 yılı bütçesinin milletimize, memleketimize ve kamu yönetimimize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Usta.