| Konu: | Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarı ve Teklifleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 29 |
| Tarih: | 30.11.2016 |
CHP GRUBU ADINA METİN LÜTFİ BAYDAR (Aydın) - Sayın Bakan, hoş geldiniz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; doktoralı mezun sayısı geleceğin teminatıdır. Doktora meselesi gerçek bir memleket meselesidir aslında. Ülkemizde üniversitelerin yetişmiş elemanları olarak görülen doktoralı ve üstünü temsil eden bu unvanlı akademisyenlerin sayısı yaklaşık 75 bin kadardır. Bugün doktora öğrencisi sayımız da bu kadardır. Bunca yıldır meslekte aktif doktoralı sayısı ile öğrenci sayısı hemen hemen aynıdır, 75 bin. Mezunlar yıllık bazda 5 bin bile değildir. Doktora bitirmek kadar bitirtmek de meslektaşlarımız açısından zordur ve bu 5 bin mezun sayısı oldukça yetersizdir, öyle ki Türkiye'nin kısa ve orta vadeli hedeflerine ulaşmada en önemli engellerden birisi doktoralı uzman sayısının azlığı, kıtlığı ve yetersizliği olarak da söylenebilir. Rakam 10 binler seviyesinde olmalı ki Türkiye rekabetçi konumunu ve bölgedeki iddiasını sürdürebilsin. Elbette, Türkiye'nin hedeflerine ulaşmasına en büyük katkıyı eğitimde elde ettiği başarılar sağlayacaktır. Doktoralı sayısının Türkiye'nin hedefleriyle örtüşmesi için kısa vadede 100 bin kişiye ulaştırılması planlanıp teşvik edilmesi ve buna göre eylem planı yapılması gerekmektedir. Yıllık 5 bin mezun sayısının da 10 binler seviyesine ulaşması beklenirken bu artış konusu Türkiye için hayati olarak görülmelidir.
Gerçek şu ki doktora mezunu vermeden olmaz. Yıllık bazda doktoralı mezun sayısı Almanya'da 25 bin -bizim 5 katımız- İngiltere'de 17 binin üzerinde -neredeyse bizim 4 katımız- Brezilya'da 15 bin iken Türkiye'deki mezun sayısı olarak kayıtlara geçen bu 5 bin rakamıyla nereye kadar yol alınır? Şairin "Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?" sözündeki gibi hedeflerin gerisinde kalmışsak şaşırmamak gerek.
Şimdi, konuya bir de üniversiteye gelen öğrenciler açısından bakalım. Yıllık 2 milyonu aşan sayıda öğrenci üniversite sınavlarına girmekte ve bunun sadece üçte 1'i yerleşebilmektedir. Hâlâ yükseköğretim talebi hızla artarken, okullaşma oranı artarken yetişmiş akademisyenden yoksun olmak, yetersiz ve niteliksiz mezunların oluşmasına sebep olacaktır. Bu durum, doktoraya devam eden sayısının da baştan azalması ve elenmesine yol açacaktır.
Şimdi gelelim "Neden üniversiteler Türkiye'de hedef oldu, hedef seçildi?" sorusuna. Bu durum ülke için hayati önem teşkil etmekte. Vazgeçilmez, ihmal edilmez birer kuruma dönüşen yükseköğretim kurumları, ülkeye operasyon düzenlemek isteyenler için de mutlaka ama mutlaka ele geçirilmesi gereken birer hedef hâline gelmiştir. 15 Temmuz kalkışması da şunu gösterdi ki üniversiteler hedef olmuştur, üniversiteler kuşatılmıştır, üniversiteler ihanetin arkabahçesine dönüşmüştür. 672 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'yle 2.346 akademisyen ihraç edildi. Bu ihraçların yüzde 15 kadarını doktora altı gruplar oluştursa da Türkiye'nin yetişmiş 2 bin civarı akademik personelinin akademiyle ilişkisi kesilmiş oldu. Bu kadroların doçent ve profesör unvanlı olanları da göz önüne alındığında ülkenin içine düşürüldüğü durum daha iyi görülecektir.
Her tercih bir seçiş ve bir vazgeçiştir. Söz konusu kadrolara talip olup giremeyenlerin durumu da değerlendirildiğinde ve onlar da kayıp olarak görüldüğünde ülkenin insan kaynağı açısından kaybının büyüklüğü daha iyi anlaşılacaktır. Özellikle 2010 yılından itibaren FETÖ yapılanmasının siyaset ve YÖK ayağındaki etkisi FETÖ'cü rektörlerin etkinliğini artırmıştır. YÖK yönetimi ve dönemin rektör sıralamasının yapılmasında etkili olan YÖK üyeleri, bu örgüt lehine pozitif ayrımcılığa yönelerek FETÖ yapılanmasının talebine yönelik, arzu edilen kişilerin rektör olarak atanmasında etkili olmuştur. Hâliyle YÖK listesinden çıkan malum isimler, sayın cumhurbaşkanlarına da kolayca sunulmuştur. Bu rektörler sayesinde diğer devlet üniversitelerine de referans olunarak istedikleri başka kişilerin de rektör olarak atanmasının yolu açılmıştır. Örgütün YÖK'teki uzantıları da batıdan doğuya pek çok devlet üniversitesinde, paralel yapıyla dirsek temasındaki rektörlerin yönetime gelmesinde etkili olmuştur. YÖK'ün ilgili kurullarında görev alan, şimdinin FETÖ'den sabıkalı rektör ve YÖK üyelerinin kendi dönemlerindeki bütün faaliyetleri bu kapsamda mercek altına alınmalıdır. Biliyorsunuz, 14 rektör FETÖ'den dolayı ihraç edilmiştir, YÖK üyeleri de vardır bunların içerisinde. Bunların yaptığı işlemlerin, eğer YÖK'teki ve üniversitelerdeki FETÖ ayağının ne olduğunu anlamak istiyor isek mutlaka bakılması gerekmektedir. Hangi kurullarda görev yaptılarsa, görevlendirmeler, aklamalar, jüriler, satın almalar ve elbette doçentlik jürileri gözden geçirilmelidir. Hangi kurullardan hangi kararların kimler lehine geçirildiği, hangi jürilerin kimlerin atama ve terfileri için kullanıldığı... Özellikle doçentlik jüri ve sınavları bu kapsamda değerlendirildiğinde Türk yükseköğrenim sisteminin ve Türkiye Cumhuriyeti'nin maruz kaldığı tehdit daha iyi anlaşılacaktır. Önce rektör ve dekan ya da müdür -üniversitenin herhangi bir biriminde yönetimde- olduktan sonrası kolay. Sızma, yerleştirme, tutundurma ve ele geçirme belli başlı taktikler olarak gerçekleşmiştir. Adrese teslim ilanlarla kadrolaşma yapılmıştır. Yüksek lisans ve doktora programlarına kendi yandaşlarını yerleştirerek doktoralı kendi uzmanlarının sayısını artırmış ve mezunları için çeşitli üniversitelerde kadrolar bulunmuştur. Sonuçta, doçentlik sınavlarına da müdahil olarak üst ekibin de yerinin sağlamlaştırılmasında etkili olunmuştur. Yandaş ya da taraftar kadrolar öncelikle üniversite yönetimine getirilerek odak oluşturulmuş, sonra etrafı doldurularak yerleşmesi sağlanmıştır. Peşinden alt kadrolar ve fundalık niteliğinde asistan alımı ve geleceğe yatırım ÖYP'lilerle ilgili, kuruma tamamen nüfuz edilmiştir. Ne yazık ki üniversitelerde bu yapıyı doğuran kişiler hâlâ kadro alımına devam etmekte ve hâlâ adrese teslim ilanlara çıkılmakta ve buna da izin verilmektedir.
Bu kadrolar, düzenli himmet ödeneğine ya da yardım, burs kampanyasına bağlanarak örgütsel dayanışma ve örgüt bağlılığı artırılmaktadır. Bu kadrolar kendi yayın havuzlarına dâhil edilerek birden fazla ortak veya çok yazarlı yayınlar üretilmeye başlanmış, birbirinin adını yazarak birbirinden beslenen akademisyenler oluşturulmuştur. Kendi bağlantılı oldukları üniversitelerde ortak konferanslar, bağlantılı kişilerin sürekli davet listesinde yer alması ve kendi eğitim şirketleri vasıtasıyla yurt dışı üniversitelerle iletişim gerçekleştirilmiştir. Yurt dışına giden kişilerin bile işlemleri -baktığınız zaman, incelediğinizde göreceksiniz- aynı şirketler aracılığıyla yapılmıştır. Kadroya alınan akademik personelin yayın kurulları, bilim kurullarında isminin olması sağlanarak kendi yandaşlarının isimlerinden oluşan ekipler "güçlü bir akademik yapı" izleniminin oluşturulmasına sebep olmuştur.
Projeler kısmıysa en acı olanı. Proje dağıtan TÜBİTAK, bakanlıklar, kalkınma ajansları ve üniversitelerin proje fonlarının yönetimi ve karar mercilerinde yer alarak projeler kendi yandaşlarına servis yapılmıştır. Bunu görmek için üniversitelerden uzmanların yer aldığı projeler ile kurumlardan dağıtılan proje fonlarından yararlanan FETÖ mensuplarının karşılaştırılması sizlere yeterli olacaktır. Projenin uzman ekibi örgüt mensubu olduğunda malzemeler malum yandaş şirketten temin edilerek kaynaklar kullanıma geçirilmiştir. Proje desteğinin ilgili ekibe çıkması, makine, ekipman ve diğer malzemelerin ilişkili şirketten alınması ve gerekirse ek ödenek çıkartılması tamamen normal ve sıradan bir hâle getirilmiştir. Sonuçta, yayını olan, uluslararası konferanslara katılan proje sahibi ve yurt dışı görmüş kişi olarak kendi örgüt mensuplarının önü açılmıştır.
İhaleler blok olarak malum firmalara aktarılmış, ihaleler dilimlenmiş, ödemeleri peşin yapılmış, firma işi yarım bırakıp terk edip gittiyse bile eksikleri yeniden devlet bütçesinden karşılanmıştır. Başta hastaneler olmak üzere, makine ve ekipman alımı, altyapı yatırımları, "ilave yatırım" adı altında kullandırılan kaynakların hemen hepsi ve sarf malzemelerinin temin edildiği firmaların hesap ve işlemleri 2010'dan sonra izlendiğinde sonuç görülecektir Sayın Bakanım. Hatta, hizmet alımı firmalarının seçilmesi, kantinler vesaire işletmeler bile bu kuşatma hareketinden nasibini almıştır. Sadece işlem yapılan ve yönetim görevi bulunan kişilerin bile kendi dönemlerine ilişkin yapılan incelemelerde bu durum daha ayrıntılı olarak görülebilecektir. Konu, FETÖ açısından kurumlara yerleşme ve kurumları ele geçirme hareketi olsa da devlet açısından ise bir intihar hâline getirilmiştir.
Hâkimler, polisler, askerler derken bu sürecin ve kaynağın eğitim ayağı olan üniversiteler ne yazık ki arada kaynayıp gitmiştir. Üstelik üniversiteler de FETÖ'ye alet olmuş bulunmaktadır. Hâlbuki toplumun tasarımı, ahlakı, iş dünyası ve kamu bürokrasisinden başlayarak pek çok personelin yolu üniversitelerden geçmektedir. 672 ve 675 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerle ihraç edilen 3.608 öğretim elemanı, toplam öğretim elemanı sayısının içerisinde yüzdelik olarak yüzde 3 kadardır. Belki bu konu bile ayrı bir paniklenecek konu olarak değerlendirilmelidir. Eğitim açığı, sağlam temelli, bilime adanmış ciddi insan yetersizliği, yeniden ihtiyaç duyulan düzeylerde akademisyenlere sahip olma zorunluluğu zamana bağlı olarak daha fazla ortaya çıkacaktır.
Nihai soru şu olmalıdır: Şimdi değilse ne zaman? Mutlaka bir eğitim seferberliği yapılıp iki aşama öngörülmelidir; hem bu unsurların objektif delillerle sistemden ayıklanması hem de yeni bilim sevdalılarının ve daha önce engellenenlerin derhâl sürece dâhil edilmesi ve ilgili yeni programların üretilmesi.
Türk yükseköğretim sisteminden, kendi kurduğu, kendi içinde bulunduğu ve kendisinin ortaya çıkardığı yapıdan, yine kendisini kurtarması beklenmektedir. Bu konu sadece YÖK'ün ve üniversitelerin problemi de değildir; bir seferberlik ilan edilmeli, başta Millî Eğitim Bakanlığı, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, TÜBİTAK, hatta TÜBA da süreçte aktif olarak rol almalı ve birlikte çözümler geliştirilmelidir. Hatalar ve zaafların sarı öküzü feda ederek telafi edilmesi istenmektedir ama asıl ihmal edilen husus, bu yapıyı doğuran nedenler ve kurumsal yapılar ortadan kalkmadan bu sorunun çözülemeyeceğidir.
Son olarak, Kâtip Çelebi Üniversitesine dikkatinizi çekmek istiyorum Sayın Bakan. Atadığı 370 öğretim üyesinin 180'i açığa alınmış, 70'i gözaltında, 58'i tutuklu ve 51'i ihraç edilmiş olan; Üniversite Yönetim Kurulunun kendisi ve bir kişi dışında neredeyse tamamı FETÖ'den ihraç olmuş olan Katip Çelebi Üniversitesi Rektörüyle ilgili niçin bir işlem yapılmamaktadır? Bu kişiyi kim korumaktadır Sayın Bakan? Akrabası suçlu diye kimseyi suçlayamayız ancak eski Cumhurbaşkanının akrabası diye de kimseyi kollayamayız Sayın Bakan.
Afyon Kocatepe Üniversitesine de baktığımızda, atanabilmek için FETÖ'nün Afyon imamı Muhammet'ten icazet alan, göreve getirdiği tüm yöneticilerin neredeyse tamamı FETÖ'den ihraç edilen, YÖK Denetleme Kurulu Başkanı olduğu dönemde FETÖ'nün tüm üniversitelerde tetikçiliğini yapan Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörüyle ilgili dosya neden bekletilmektedir? Acaba atanmasına kefil olan Sayın Bakan mı dosyayı Emniyette bekletmektedir?
Bu 2 rektörle ilgili YÖK neden bir işlem yapmamaktadır ya da yapamamaktadır Sayın Bakan? Bu adamları kimlerin koruduğunun açıklanmasına ihtiyaç vardır Sayın Bakan. Konuyu sizin ve yetkililerin takdirlerine sunuyorum.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Çok teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Baydar.