Konu: | Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarı ve Teklifleri münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 2 |
Birleşim: | 27 |
Tarih: | 25.11.2016 |
ZİYA PİR (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, biz Sayın Mehmet Şimşek'e, Sayın Bakanımıza elbette katılıyoruz; bizce de AB çökmüyor, tam aksine, büyük bir başarı hikâyesidir. Yaklaşık 510 milyon insan huzur ve refah içinde yaşıyor. Umarım, Türkiye yanlışlarından döner ve müzakereler dondurulmaz, bir an önce tam üyelik müzakereleri biter ve biz tam üye oluruz Avrupa Birliğine.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'de eğitim yönetimi ve örgütlenmesi, merkeziyetçi bir yapıya sahiptir. Eğitim sistemi, siyasi iktidarın etki ve baskısı altında politika belirleyen tek bir merkezden yönetildiği için açık ve şeffaf değildir. Hatalı ve yanlış eğitim politikalarının kısa, orta ve uzun vadede ortaya çıkardığı hak kayıplarının, eşitsizliklerin ve adaletsizliklerin toplumsal yapıda ve ekonomik sistemde neden olduğu kayıpların hesabı verilmemektedir. Eğitim sistemini hiçbir etki altında kalmadan denetleyebilecek bağımsız ve özerk yapılar Türkiye'de maalesef söz konusu değildir. Eğitimdeki merkezî yapı, bir bütün, eğitim, yönetim ve denetim mekanizması, toplumun ve çocuğun üstün yararı ilkesine göre değil de siyasi iktidarın çıkarına göre şekillenmektedir. Bu durumun en somut şekli AKP iktidarı döneminde maalesef yaşanmaktadır.
Çağdaş ve demokratik birçok ülkede eğitim sistemi siyasal iktidarın etkisinden en az etkilenecek şekilde organize edilmişken karar ve yetkiler yerelde yoğunlaşmaktadır. Eğitim sistemini denetleyen bağımsız ve özerk yapılar söz konusudur. Eğitim yönetiminin ademimerkezîleşmesi, iktidarı elinde bulunduran grupların ideolojisinin eğitime hâkim olmasını, diğerlerinin dışlanmasını önler; farklı etnik ve inanç kimliklerinin, dillerin eğitim yoluyla kendisini koruyup geliştirmesine olanak tanır; eğitimdeki sınıfsal, bölgesel eşitsizlikleri azaltır.
Şimdi, bu konuda, biraz önce, benim arkadaşım, sayın müsteşarın bir konuşmasına atıfta bulundu. Konuşma metni bende yok ama gazeteye, basına yansıdığı şekilde... Burayı iyi dinleyin değerli arkadaşlar, şöyle diyor: "Çocuklarımıza fazla bilgi vermek insan hakkı ihlalidir. Müfredatımızı, programlarımızı içerik olarak hafifleteceğiz." Çocuklara, evet, on-on beş saat ders verirseniz bu, elbette, insan hakkı ihlalidir fakat fazla bilgi vermek asla. Ben bundan şunu çıkarıyorum: "Biz çocuklarımıza -biz derken Hükûmeti kastediyorum- fazla bilgi vermeyelim, şu an bize itaat eden belli bir kısım var, biz çocuklarımızı eğitimden, genel kültürden, bilgiden yoksun bırakırsak onlar da ileride bize itaat edebilirler. Bu, bizim birinci çıkış noktamız. İkincisi, haftalık ders saati sayısını azaltacağız." Biraz önce arkadaşım da sordu, bu sizin açıklamanızla, tam gün eğitimle bağdaşıyor mu, bağdaşmıyor mu? Vardır onun ama birinci çıkış noktasını ele alırsak bu onun tabii ki doğal sonucudur.
"Üçüncü çıkış noktamız değerler eğitimi. 15 Temmuz örneğinde olduğu gibi dini, etnik kimliği, siyasi kimliği, bu coğrafyayı bir arada tutabilecek referans değerlerimiz var." diyor. Şimdi, dinimizi ve siyasi kimliği hangi referans değerlerle bir arada tutacaksınız? Onu da herhâlde açıklarsınız. "Bu değerlerin çocuklarımızla paylaşılması gerekiyor. Bizim müfredata yaptığımız üçüncü katkı da budur." diyor.
Bu konularda da bizi mutlaka aydınlatırsınız Sayın Bakan.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Pir.