GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: AK PARTİ Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:27
Tarih:25.11.2016

AYHAN BİLGEN (Kars) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; burada daha önce de aynı örneği vermiştim, bir kez daha vereyim: Meşhur bir fıkıh hükmüdür; bir gemide 99 suçlu olduğuna inansanız, 1 tane masum varsa siz gemiyi batırarak o 99 kişiyi cezalandıramazsınız. Çünkü o 1 kişinin hakkı, 99'unun suçuyla asla tartışılamaz, kıyas götürmez.

Çok örnek var söylenecek ama bir tanesi, çok yakın tanıdığım için söyleyeyim. Hani kınadığınız Avrupa Birliği, Avrupa Parlamentosu 15 Temmuzdan sonra sizin terörle mücadelenize destek vermedi, "Yeterince anlamadı." diyorsunuz ya... Bir tane dernek örnek vereyim, kapatılmış bir dernek, çalışmalarını çok yakından tanıyorum. Anayasa sürecinde yani dört yıl önce "Türkiye sivil anayasa yapıyor." diye bir dernek kuruldu, sadece anayasa çalışmaları yaptı şimdiye kadar, başka hiçbir faaliyet yapmadı. Kurucularının içerisinde cemaatle ilgili, ilişkili hiç kimse yok, hepsini şahsen tanıyorum. Sadece, arkadaşlar, derneğin ismi "Aktif" diye başladığı için, "Aktif Toplum" diye başlayan bir dernek ismi olduğu için, bu "aktif" kelimesini daha çok cemaat kullanıyor diye kapatıldı. Herhangi bir denetim yok, kimseyi çağırıp soran yok. Sadece gidip dilekçe verip itiraz ediyorsunuz. Bugün aslında, hani, birinin ismi Fetullah'mış, öğretmen demiş ki: "Git babana söyle, bu ismi değiştir." Neredeyse bizim "aktif" hikâyesi de buna benziyor.

Değerli arkadaşlar, siz bu kadar çok derneği araştırmış bile olamazsınız. Dernekler masasında kaç kişinin çalıştığını siz de biliyorsunuz, ben de biliyorum. Bu derneklerin büyük kısmı bu işi hiç bilmeyen, hiçbir araştırma yapma imkânı olmayan birisinin oturup üstünü çizmesiyle gerçekleşti. Dolayısıyla, Avrupa Parlamentosunu kınamadan önce, bence dönüp biz 15 Temmuz sonrası süreci ne kadar ciddi yönetiyoruz, bununla yüzleşsek daha iyi olur.

Şimdi, siz, tabii, Meclisin hızlı çalışmasını istiyorsunuz. Biz de çok açık söylüyoruz. Bizim sorunumuz, bugün görüşülmeye devam edilecek olan millî eğitim yasasıyla ilgili değil ya da arkasından getirmek istediğiniz, bütçeden önce bitirmek istediğiniz sınai mülkiyeti yasasıyla ilgili değil sorunumuz. Bizim sorunumuz, genel olarak Türkiye'nin temel sorunlarının bu Parlamentoda konuşulamıyor olmasıyla ilgili.

Biraz önce değerli bir milletvekiliniz, örneğin süt üreticiyle ilgili çok ciddi bir iddiada bulundu. Dedi ki: "Araştırma komisyonu kurmaya gerek yok -CHP'nin önergesiyle ilgili- biz gittik, üreticilerle görüştük, sorunu biliyoruz, sorunun sebebi budur." Oysa onun "sorunun sebebi" dediği noktanın, örneğin Konya'daki üretici açısından bir geçerliliği olabilir ama Kars'taki süt üreticisi açısından hiçbir geçerliliği yok. Kars'taki süt üreticisinin sorunu yayla yasaklarıdır. Şimdi, siz araştırma komisyonu kurup bu işi, mekanizmayı gereğiyle işletmek yerine "Biz biliyoruz, yapıyoruz dolayısıyla, araştırma komisyonuna ne gerek var?" diye yaklaşırsanız... Yani Parlamentonun denetim işlevi görmesini boş bir çaba gibi, vakit harcama gibi, engelleme gibi görürseniz, o zaman o boşluk başka türlü sonuçlar doğurur değerli arkadaşlar.

Bakın, bu Parlamento 1920'de daha henüz cumhuriyet yokken ve bir savaş devam ederken ve belki bugünkünden daha fazla gerilim yaşanırken, -bırakın başka vakaları- işte, Sakarya'da isyan varken, Yozgat'ta isyan varken yani her gün insanlar ölüyorken bile muhalefete daha tahammül göstererek çalışıyordu. Muhalefetin eleştiri yapmasına, muhalefetin ülke çıkarları için bir uzlaşma, bir ortak gelecek kurma çabasına daha tahammülkâr davranıyordu. Elbette ki, o gün partiler yoktu, sadece Birinci Grup, İkinci Grup gibi kendi içinde bir farklı yaklaşımı tarif eden sistematik vardı ama geldiğimiz noktada üzerinden bu kadar zaman geçmiş olmasına rağmen, parlamento kültürünün, siyaset kültürünün bir uzlaşmayla ülke çıkarına ortak bir konsept geliştirmeye dönüşmemiş olması galiba herkesin gücü ölçüsünde sorumluluğudur, vebalidir.

Şimdi, burada tabii ki muhalefet, şeklî olarak birtakım haklarını kullanıyor, siz de -dün tepki gösterdiğiniz gibi- tepki gösteriyorsunuz. Mesela, yoklama aldırmanın bir istismar olduğunu söylüyorsunuz. Değerli arkadaşlar, yoklamayla ilgili bu kadar çok tekrar eğer gerçekten rahatsızlık veriyorsa o zaman içeride oturan milletvekilleri yoklamada nasıl var gösteriyorlarsa kendilerini, dışarı gitmeyip çalışma boyunca kalmaları gerekir çünkü mesele, şeklen burada bir sayıyı tamamlamak değildir ki. Yani, İç Tüzük'teki rakamlar...

ORHAN DELİGÖZ (Erzurum) - Buradasınız sisteme girmiyorsunuz, siz sisteme girmiyorsunuz.

AYHAN BİLGEN (Devamla) - Herkes görüyor vallahi, şu anda buradasınız ama değerli arkadaşlar, bir saat önce araştırma önergesi görüşülürken ben saydım, içeride sadece 11 arkadaşınız vardı. Şimdi, yoklamada 189'u tamamlayıp ama içeride 11 kişi varsa o zaman siz sadece formaliteyi tamamlıyorsunuz demektir. Formaliteyle bu işi kurtarabilirsiniz, bu mümkün, buna gücünüz yeter ama "meşruiyet" denilen şeyi, bir siyasi kararda "meşruiyet" denilen şeyi bununla sağlayamazsınız, buna gücünüz yetmez.

Ben denetimle ilgili birkaç çok kritik konuyu gündeminize getireyim. Değerli arkadaşlar, mesela, bu konuda dört yıl, beş yıl önce burada mültecilerle ilgili yapılan tartışmalara baktım, devletin, Hükûmetin, yürütmenin koyduğu bir sınır var. Diyor ki o zamanın Başbakanı: "100 bin mülteci bizim kırmızı çizgimizdir." Yani, "100 bini geçerse biz koridor yaparız, şunu yaparız, bunu yaparız." gibi bir öngörüde bulunuyor. Şimdi, siyaset öngörüdür, siyaset planlamadır. Öngördüğünüz rakamın yüzde 2.500 yanılması durumunda ne yaparsınız? Döner, aynaya bakarsanız. Biz demek ki Suriye'yi doğru okumamışız. Suriye nüfusunu, Suriye demografisini, sosyolojisini, Suriye'de güçler dengesini, Suriye'de çarpışan tarafların arkasındaki güçleri iyi okumamışız ki yüzde 2.500 yanılmışız. 100 bin mülteciye sınır koymuşsunuz, şimdi 2,5 milyon mülteci var bu ülkede.

Şimdi, mültecilerle ilgili ya da Suriye kriziyle ilgili öngörülerinizde yanıldığınız zaman, buraya bir komisyon önerisi geldiğinde, bir araştırma önergesi geldiğinde yapılması gereken nedir? Zaten komisyon kurulduğunda da sizin sayısal çoğunluğunuz var, yani alınacak karar, sonuç zaten sizin istediğiniz şekilde şekillenecek. Bu konunun bir kez daha konuşulmasını, bir kez tartışılmasını ülke aleyhine bir şey gibi okumayıp, tam tersine bir çalışma yapılmasına fırsat vermektir. Yani burada çıkıp örneğin El-Bab yolunda hayatını kaybedenleri anmak, bununla ilgili bir kınama mesajı vermek, siyasi sorumluluğumuzu ortadan kaldırmaya yetiyor mu? Belli ki bir yanlış Suriye okuması yapmışız, yanılmışız, hesap hatası yapmışız, o zaman yapılması gereken oturup bir daha planlama yapmak, bir daha denetleme yapmak değil midir?

Darbeleri Araştırma Komisyonuna darbenin en kritik isimlerinin çağrılmasını muhalefet partileri öneriyorlar, en kritik isimler ve belki bütün arka planı bilen isimler, siz sayısal çoğunluğunuzla bu isimlerin komisyona gelmemesi yönündeki kararı geçiriyorsunuz ve işi çözmüş oluyorsunuz. Şimdi bu, 15 Temmuzla ilgili bu Meclisin bu halka olan sorumluluğu, görevi, hayatını kaybeden 250 civarındaki insana karşı vebali değil mi? Eğer 15 Temmuzun aydınlanmasının yolu, arka planı bilenleri en azından çağırıp konuşmak, dinlemek değilse, bu, nasıl mümkün olacak?

Değerli arkadaşlar, çok konu var elbette konuşulacak ama mesela döviz rakamlarıyla ilgili işte birkaç gün önce burada ekonomiyle ilgili, ekonomik göstergelerle ilgili bir araştırma talebi oldu, yine reddedildi. Şimdi, dövizle ilgili planlamada yanılma payı şu an itibarıyla en azından kırk-kırk beş gün içerisinde hangi rakamı görecek bilmiyoruz ama en az yüzde 25'i buldu; 2,90 küsurları tahmin ettiğiniz bir pozisyondan şimdi 3,40'ların üzerinde bir döviz var. Şimdi bu tablo, böyle inandırıcılığı olmayan, ekonomik açıdan ciddiyeti olmayan sloganlarla, sözlerle geçiştirilebilecek şeyler midir?

Değerli arkadaşlar, kritik bir durumdayız, kritik bir noktadayız, aranızdan büyük çoğunluk da aslında Türkiye'nin içinde bulunduğu kritik durumun farkında ama zevahiri kurtarıyoruz ve ne yazık ki içinde bulunduğumuz gemi battığında burada konuşmanın da, tartışmanın da, partilerin birbirini tuş etmesinin de çok anlamı olmayacak, ama bir şeyi söyleyerek sözlerimi bitireyim. Lütfen, bu içinden geçtiğimiz dönemde mültecilerle ilgili söylenilen sözleri bir kez daha masaya yatırın. Mülteciler insandır ve mülteciler eğer gerçekten ensar-muhacir hukukuyla ele alınacaksa başkasını tehdit etmek için götürülüp kapıya bırakılacak nesneler, özneler değildir. Eğer sözlerinizde samimiyseniz lütfen -mültecilerle ilgili özellikle- hiç olmazsa bu sözleri bu kürsüden gelip düzeltin, katılmadığınızı, medeniyet anlayışınıza, kültür değerlerinize uymadığını beyan edin.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.