GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: CHP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:26
Tarih:24.11.2016

CELAL DOĞAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin önergesi üzerinde söz aldım ama Türkiye'de gelişen her saatteki olaylar bizim maalesef, gündeme getirilen önergede bile detaylı konuşmamıza müsaade etmiyor. O nedenle, günün önemine binaen, Öğretmenler Günü'nü âdetten ve usulden kutlamak açısından, ben 24 Kasım 1981 değil 1928'i baz alıyorum. Çünkü 1928, Millet Mekteplerinin, Başöğretmenlerin olduğu bir gündür. O nedenle, öğretmen dendiği zaman aklıma Akşemseddinler gelir, Mustafa Kemal gelir, keza Ahmedi Haniler gelir, keza Hacı Bektaşi Veliler gelir, onların şahsında Öğretmenler Günü'nü kutluyorum. Ama yıllardan bu yana, çok değer atfettiğimiz öğretmenleri de bu hâlde bırakan bütün siyasi iktidarı da nefretle anıyorum ve kınıyorum.

Değerli arkadaşlarım, gündem konusunda Türkiye'de gerçekten peşinden yetişilmesi mümkün olmayan olaylarla karşılaşıyoruz. Yine bugün sabahleyin Adana'da menfur bir terör olayı oldu. Orada şehit olanları rahmetle anıyorum. Şiddetle kınıyorum olayı, müsebbiplerini. Nereden gelirse gelsin yapmamız gereken tek şey şiddetin karşısında olmaktır. Şiddetin de elde edeceği hiçbir şey, amacı ne kadar büyük olursa olsun bir anlamı da yoktur, bunu hep birlikte yaşadık. Ama şiddeti bahane ederek Türkiye'de, şiddeti esas alarak güvenlik mülahazalarıyla da aylardan bu yana Türkiye'de, özellikle Halkların Demokratik Partisine reva görülen zulmü de göz ardı etmemiz mümkün değildir. Bu Parlamento çatısı altında zaman zaman dokunulmazlıklar kaldırıldı ve geçmişte yaşadığımız acı olaylara rağmen, tekerrürü mümkün olmayan, olmamasını dilediğimiz birtakım başka olaylarla yine karşılaştık. Nedir bu? Arkadaşlarımızın usulsüz, Anayasa'ya aykırı, kanuna aykırı dokunulmazlıkları kaldırıldı, bu Parlamento bunu seyretti ve bu Parlamentoya katkıda bulunanlar da oldu. Bu akıbeti tahmin etmeyenler de bugün "Vah" da "Ah" da etseler bunun altından kalkamayacaklarını gördüler. Ne demek istiyorum buradan? Sayın Selahattin Demirtaş'la ben iki, üç yıl önce tanıştım. Tanıştığım günden bu yana yüreğindeki bir tek sevginin dışında, barışın dışında telaffuz ettiği tek kelime görmedim. 5.500 kilometre birlikte yol yaptık. Doğu Anadolu'da, Güneydoğu Anadolu'da, kürdistanda sarf ettiği tek cümle şu olmuştur: "Çocuklarınızı dağa göndermeyiniz. Ankara'da biz varız. Biz, bu olayları, demokratik sistem içerisinde çözmeye çalışacağız." O, yerinde ve mahallinde söyleyen insanı bugün Edirne'ye sürdünüz.

Ben, ihtilallerde de hapis yattım, gözaltını da gördüm. Zincirbozan'ı yaşadım açıkçası siyasilerle. Siyasilerle Zincirbozan'ı yaşadığımızda Kenan Evren faşizmi, bizim, orada, Türkiye sorunlarıyla ilgili eğitim yapmamızın koşullarını sağladı; haftada üç gün eğitim yapılırdı, Türkiye'nin sorunları tartışılırdı, divan vardı, raportör üye vardı ve bunları, sonra, Türkiye'nin geleceği açısından kitaplar hâlinde sergilediler.

Şimdi, ne oluyor? İhtimal insanın aklına gelmez, hakikaten, rüyamda görsem inanmazdım. Bir faşist diktatörden sonra bir sivil siyasi iktidarın despotik anlayışı insanları alacak ülkesinden, daha doğrusu şehrinden ülkenin en uç noktasındaki iline... Tıpkı Nazım'ın şiirinde olduğu gibi "Ölümden öteye köy var mı?" lafı aklıma geliyor. Oradan başka ileride köyünüz var mıydı? Bulamadığınız için mi Selahattin Demirtaş'ı Edirne'ye gönderdiniz? Diyarbakır neresi, Edirne neresi? Bunu şunun için söylüyorum: İnsanları uzaklaştırabilirsiniz, cezalandırabilirsiniz de, iddialarınızı ispatlamak konusunda gaddar da davranabilirsiniz ama aileleri cezalandırmaya hakkınız yok sizin yani. Ne anasını, ne babasını, ne eşini, çocuklarını, binlerce kilometrelik yere sevk etme mecburiyetinde bırakmanın hiçbir anlamı yoktur.

Ben gözaltına alındım 12 Eylül 1981'de, Gaziantep'te Merkez Komutanlığında gözaltına alındım. Adına adam gibi "sürgün" dersiniz, buna "tevkif" demezsiniz, "yargılama" demezsiniz, Kenan Evren'in anlayışıyla dersiniz ki: "Seni sürgüne gönderdim." daha mertlik olur. Çanakkale Zincirbozan'a gönderirsiniz. Ama adını başka koyarsınız. Güvenlik mülahazasıyla arkadaşlarımızı alıp gönderiyorsunuz. Nereye? 8 metrekarelik bir hücreye. Sordum: "8 metrekarelik hücrede Selahattin'e gönderilen kitap var mı?", "Var." dediler. Onun çok âşık olduğu sazı vardır biliyorsunuz, "Sazı da var mı?" diye sordum, saz da verilmiş galiba. O nedenle Selahattin açısından şu anda çok büyük, sağlık açısından bir ıstırap duymuyorum, daha doğrusu rahatsızlık duymuyorum çünkü o sazına âşıktır, o sazıyla dün söylediği gibi çaldıklarını söylemeye devam edecektir çünkü o çaldığını söyleyecek kadar mert bir insandır, çaldıklarını söylemeyenler namerttir. (HDP sıralarından alkışlar)

Bugün başka bir haber aldık: Ahmet Türk tevkif olmuş. Ahmet Türk'le bu çatı altında beraber milletvekilliği yaptık 1977'de. O günden beri tanırım, inanarak söylüyorum, bizim neslin son barış elçisidir. Asla ve kat'a ağzından bir tek gün "şiddet" lafı çıkmamıştır, şiddete yandaş olmamıştır. Süleyman Demirel dâhil cumhurbaşkanlarından, rahmetli Özal dahil, şimdiki Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan başbakanken dâhil, kapısını çalmadığı devlet adamı bırakmamıştır. Hep kapılarda barış dilencisi olmuştur.

Ama öyle bir uygulama getirdiniz ki, Kürdistan'dan kaybettiğiniz bütün belediyelerden -yanılmıyorsam- bir tanesinin başkanı kaldı. Ona da ne zaman sıra gelir, bilmiyorum. Diğerlerinin tümünü görevden aldınız ve bu arkadaşlarımız da yüzde 50, 60 oy almış insanlar, yüzde 87 oy alanlar var. "Efendim, suç işlediler." Devletin bir teamülü vardı, bir geleneği vardı. Müfettiş gönderirsiniz, o incelemeyi yapar, fezlekesini tanzim eder, suçlu görülürse, Danıştay tarafından reddedilirse görevden alırsınız, belediye meclisi üyelerinden birini atarsınız. Hayır, belediye meclisi üyelerini de orada HDP'liler kazandı ya, Halkların Demokratik Partisinin ekseriyeti var ya, "Bunu alırsam nasılsa onun yerine o gelecek." diye o seçilmiş belediye meclisinin elinden de hakkını aldınız.

Peki, ben size dostça bir tavsiyede bulunacağım: Gerçekten yapmak istediğiniz bir şey varsa kâr için yaparsınız, olur. Dersiniz ki: "Bu işi ben hizmet için yapıyorum, hizmeti yerine getirmek için yapıyorum." derseniz amenna ve saddakna. Ama hizmetten daha üstün değerler vardır. O halkın onuru, o halkın iradesi, oradaki insanların verdiği oyların vermiş olduğu manevi bir haz vardır.

Belki dinen eksik söyleyebilirim ama Hazreti Âdem ve Havva cennetten niye kovuldu acaba, daha doğrusu niye ayrıldılar? Bir eksiği var mıydı o insanların? Nesi eksikti cennetten ayrılan insanların hizmetinde, nimetinden? Ama dediler ki: "Biz inancımızı denemek istiyoruz." O nedenle "Gidin, hâlinizi görün." dendi, Tanrı tarafından gönderildiler.

Şimdi, o inanç sahiplerinin elindeki hazzını aldınız, o insanların aidiyetini alıyorsunuz. Bu sefer yapmanız gereken bir tek şey var, şu var: Bundan sonraki mahallî seçimlerde kürdistan bölgesinde seçim olmamalıdır. Çünkü başka şekilde alma şansınız yok. Hele kelleden murat beyin yemekse, mutlaka siz o seçimleri, o bölgeyi kendiniz idare etmek istiyorsanız, gerçekten hizmet konusunda çok sevdiğiniz şeyler de yapabilirsiniz ama o halkı kaybetmek o hizmetten asla üstün değildir. Onun için...

Ahmet Türk'ün, bundan yıllar önce Diyarbakır Cezaevi'nde, bir faşist rejim, bir faşist anlayış kalbine pil taktırdı, o pille yaşıyor. Yıllardır o pili de onuru gibi taşıyor. Niye? Faşizmin bıraktığı bir leke insan için bir onurdur gerçekten. Ama, şimdi, bir sivil rejim geldi; bir sivil rejim o pil takılan kalbi susturmak istiyor. O barış sesinin, o sevgi sesinin, o gönül adamının pilini susturmak için yaptığınız işlemin başarılı olacağına inanmıyorum. Dilerim ki, inşallah o kalp orada iflas etmez çünkü o kalbin iflası barışın son elçisinin iflasıdır; bunun da size -en azından, sizin anlayışınıza katılmadımsa bile- nasip olmasını istemem.

O nedenle, gün her şeye rağmen birlikte vatan, birlikte yaşam, birlikte barış... Ne yapılırsa yapılsın -çizgimi ben kendim biliyorum, arkadaşlarımı da biliyorum- bizi birlikte yaşamaktan, barışı aramaktan hiçbir kuvvet ve hiçbir zulüm ayıramayacaktır. İnanıyorum ki Ahmet'i de ayıramayacaktır.

Saygılar sunuyorum, teşekkür ederim. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)