Konu: | Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarı ve Teklifleri münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 2 |
Birleşim: | 25 |
Tarih: | 23.11.2016 |
SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önergemiz hakkında söz almış bulunmaktayım.
Buraya gelirken şöyle bir rakamlara baktım: 30 binin üzerinde öğretmen alınmış, onlarca öğrenci eğitim öğretim alamıyor. Bir taraftan bu yapılırken, bir taraftan, kendi imkânları ve gücüyle, kurumların ve velilerin desteğiyle, bizim kendi imkânlarımızla yaratmış olduğumuz, ana diliyle eğitim yapan 3 tane okulumuz kapatıldı. Ferzad Kemanger; 238 öğrencisi vardı, 18 öğretmeni vardı ve üç yıldır eğitim veriyordu. Şimdi o 238 öğrencinin nasıl olacağı, ne yapacağı konusunda en ufak bir yaptırım veya en ufak iyileştirici bir çözüm yok. Oysa bu 238 öğrenci de oradaki öğretmenler de... Bu, devlet mekanizmasına vergi veren, buranın vatandaşı olan ama aynı zamanda ana diliyle eğitim almak isteyenlerin kendi imkânlarıyla oluşturmuş olduğu bir imkândı. Bununla, hem Millî Eğitim üzerinden kendi vermek istediği müfredat da yok sayılıyor, aynı zamanda kendi ana diliyle eğitim almak isteyen kişiler üzerinde de aynı yaptırımlar uygulanıyor. Sanırsınız ki darbeyi EĞİTİM SEN'liler yapmış, sanırsınız ki oradaki küçük çocuklar bu darbeyi yapmış. Oysaki, bu darbeyi yapanlar belli. Darbeyi yapanların kendi içindeki, mekanizmasındaki rolünü de hepimiz çok iyi biliyoruz ve öyle bir yapıldı ki 15 Temmuz darbesini Allah'ın bir lütfu olarak gördü -ki gerçekten onlar için bir lütuftu- ve bu imkânları kendi imkânı olarak kullandı, kendi dışında olan herkesi yok saydı.
Bugün bizim genel başkanlarımız, milletvekillerimiz tutuklu ve bu Mecliste 10 milletvekili, Parlamento üyesi tutuklu ama hiç kimseden ses yok. Bu, milletin iradesine bir darbedir, 6 milyon insanın iradesine bir darbedir. Siz "yerli ve millî" diye her gün bahsettiğiniz, insanları sokağa çağırdığınız ve bunun için devletin bütün imkânlarını seferber ettiğiniz ve bununla birlikte yüzlerce insanın öldüğü, yaşamını yitirdiği bir darbeyi her gün kutsuyorsunuz ama bizim milletvekillerinin, genel başkanların demokratik taleplerini terörize ediyorsunuz. Kendinizle ilgili olan her şey meşru, onun dışında olan her şey kriminalize ediliyor ve bunu da demokrasi anlayışı üzerinden tartışma yürütüyorsunuz. Cezaevlerinde olmasını cezaevi koşullarının ne kadar güzel olduğunu anlatarak meşrulaştırmaya çalışıyorsunuz. O insanların, o arkadaşlarımızın şu anda gelip burada yasama faaliyetlerinde bulunması gerekirdi ve bu Meclis bunun hesabını vermek zorunda. Bu Mecliste olan bütün Parlamento üyeleri şunu söylemeli, cesur olabilmeli: "O insanların dokunulmazlıkları var ve dokunulmazlıkları boyunca da yasama faaliyetlerinde bulunmaları gerekir. Eğer var ise, bu işle ilgili, yasama faaliyetleriyle ilgili bir sorun varsa bunun sonrasında hukuk bu işi çözer." demeniz gerekirdi. Ama, ne yazık ki burada şunu görüyorum: İnsanlar cezaevlerini kutsuyor, cezaevlerindeki tecrit koşullarını çok normal bir şeymiş gibi gösteriyor; aynı gün de işin ilginç tarafı, tecavüz yasasında, tecavüzcüleri korumak için yasa çıkarma konusu gibi talihsiz bir yaklaşıma giriyor. Bir insanın "yok" demesiyle, bu kadar savunulan, aslında gece gündüz sahiplenilen "Şöyle iyidir, böyle iyidir." dedikten sonra, bir cümleyle hemen geri çekilebiliyor. O zaman, demek ki bu işin tecavüz yasası olduğunun da farkında. Ama, şunun da farkında olmanız gerekir: Bugün bu arkadaşlarımız cezaevindeyse bu Meclisin, bütün Parlamento üyelerinin bunun için oturup mücadele etmesi gerekir. Bugün bizimse yarın sizin olacak ve o cezaevi koşullarını ne kadar iyileştirirseniz iyileştirin, belki ileride sizler de o cezaevi koşullarına gireceksiniz yine biz sizin haklarınızı savunacağız ve şunu diyeceğiz yani: Bugün, cemaat bize operasyon yaptığında; cemaatin operasyonundan dolayı mağdur olanları biz nasıl sahipleniyorsak emin olun ki FETÖ üzerinden yarın öbür gün sizin üzerinizden yapılacak istismarlarda biz yine burada savunacağız çünkü bizim demokratik anlayışımız ve kültürümüz bunu emrediyor.
Biz sadece ve sadece barış üzerinden, demokrasi üzerinden mücadele yürüten bir partiyiz ve son söz olarak şunu söylemek istiyorum: Ahmet Türk gibi bir bilge insan şunu söyledi: "Bu ülkeye barış gelsin ertesi gün beni Taksim Meydanı'nda asın." Bunu söyleyen bir insan şu anda, üç gündür gözaltında. 74 yaşında ve sağlık durumunu da çok iyi biliyoruz.
Şunu da söylemek lazım: Ahmet Türk'le buradaki onlarca insan mesai yapmıştır. Bir vicdan, bir hukuk olması lazım ya. Bir hukuk gereği denmesi gerekir yani Ahmet Türk niye gözaltında, neden hâlen gözaltında ve ifadesi alınmıyor? Bu bile sorulmuyor, bu bile görmezden geliniyor. Siz şunu söylüyorsunuz: "Görmezden gelirsek sanki bu iş görülmeyecek, sanki bu duygular yaşanmayacak, insanların öfkesi olmayacak." Böyle bir şey yok. Gidin, Diyarbakır'a bakın, Siirt'e bakın, Van'a bakın, öfke çok yüksek. Ve insanlar şunu çok iyi görüyor: "İradem ipotek altında." diyor ve zihinlerde bir kopuşa gidiyor bu. Bu kopuş hepimiz için iyi bir şey değildir, hepimiz altında kalabiliriz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SİBEL YİĞİTALP (Devamla) - Dün Cizre'yi anlattığımızda sessiz kaldınız, umarım bundan sonra sessiz kalmazsınız diyorum, herkese teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)