| Konu: | 674 Sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (1/760) ve İçtüzük'ün 128'inci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Tezkeresi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 19 |
| Tarih: | 10.11.2016 |
KAMİL AYDIN (Erzurum) - Saygıdeğer milletvekilleri, kanunla ilgili şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Efendim, tarihçiler, özellikle kültür araştırmacıları 13'üncü yüzyılı tanımlarken şöyle söylerler: "13'üncü yüzyıl gerçekten büyük bir kuraklık yüzyılıdır. Bu yüzyılda özellikle Çin Seddi'nden Orta Asya'ya kadar geniş bir coğrafyada toprak çatlamış, susuz bırakılmış ve gerçekten birçok kabile hayatlarını idame ettirebilecekleri, daha rahat yaşayabilecekleri coğrafyalara ve o dönemlerde sahip oldukları yegâne varlıkları olan sürüleriyle göç kervanlarına katılmışlardır." Bu göç kervanları içerisinde sancaklarının üzerinde bir bozkurt başı olan Süleyman Şah önderliğindeki Türkler de vardır. Dev bir cihan devletine dönüşen bu kutlu yürüyüş 16'ncı yüzyıla kadar güçlü bir Türk devleti geleneğini dünyanın her tarafına taşımayı başarmıştır. Daha sonra, maalesef, gerileyip parçalanma sürecine giren bu kudretli iradenin yok olduğu sanıldığı bir zamanda, bu defa birçok Batılı yazarın kitaplarına başlık olduğu gibi, bir şairin de veciz ifadesiyle, bağrından yetiştirdiği bir başka sarışın bozkurt önderliğinde küllerinden "Türkiye Cumhuriyeti devleti" adıyla yeniden varlık bulmuştur.
Bugün, 10 Kasım 2016 ve antiemperyalizmin simgesi, dünya lideri ve Türk devlet geleneğinin son önemli mihenk taşı Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün ebediyete intikalinin 78'inci yıl dönümü. Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve onun şahsında bu vatan için toprağa düşmüş tüm silah arkadaşlarına minnet ve şükranlarımı sunar, Rabb'imden rahmet dilerim.
Sayın milletvekilleri, birçok kültürün, birçok milletin mitolojisinde vardır, çocukluğumuzda dostluğuna doyamadığımız arkadaşlıklarımız olmuştur, hatta bu dostluğuna doyamadığımız arkadaşlarımızla o küçük yaşta ne yapardık? Parmağımızı keser, kanatır, ikimizin kanını birleştirir ve kazdığımız küçük bir toprak kuyusuna akıtır, üstünü örter, derdik ki: "Biz kan kardeşi olduk." İşte, böyle bir dostluk içeren bir süreçte, baktığımızda, bu milletin bağrından çıkmış insanlar Galiçya'da, Tuna'da, Filistin'de, Yemen'de, efendim, Sakarya'da, Dumlupınar'da gerçekten bu bizim çocukluğumuzda yaşadığımız o sembolik ritüelin daha gerçekçisini yaşamışlardır. Ne yapmışlardır? Bunlar aynı safta birbirlerinin kucağına yaralı bir şekilde düşerek, hep birlikte şehadet şerbeti içerek, kanlarını birbirlerine karıştırarak bir millet oluşturmuşlardır. İşte bu milletin adı Türk milletidir. Fakat bugün bu mukaddes ve mukadder kardeşlik hukukuna kastetmeyi düşünenlerin halkın bir kesimini isyana ve başkaldırıya davet ettiğine tanıklık etmekteyiz ama başaramayacaklar. Niye? Çünkü biraz önce söylediğim gibi, bu milletin etnik unsuru ne olursa olsun, mezhep aidiyeti ne olursa olsun, bireysel tercihi ne olursa olsun, birbirleriyle güçlü bir kardeşlik bağını oluşturarak, gerçekten sadece kanlarını değil kaderlerini ve ruhaniyetlerini de birleştirmişlerdir bu millî yapı çatısı altında.
Dolayısıyla, halkın belirli bir kesimini sokağa çağırıp isyan tellallığı yapmak, başkaldırı çağrılarında bulunmak, hiç kimseyi, bu milletin gerçekten vatandaşlık bağıyla bağlı olan hiçbir aklıselim insanını etkilememiştir marjinal küçük bir terörist grup dışında.
Peki, ne olmuştur bu çağrıya cevap verildi de ne oldu küçük bir kitle tarafından? Geçen hafta televizyonlarda ben izlerken yutkundum defalarca, kaşığı elimden bıraktığımı hatırlıyorum. Hepimizin, şurada bulunanların birçoğunun belki de evladı yaşında, 22 yaşında Mustafa Yeli diye bir kardeşimiz, Adana'da bu çağrıya cevap veren bir avuç terörist artığının nümayişleri sonucunda şehadete ermiştir.
Bu çocuk 22 yaşındadır, Mustafa Yeli. Hayalleri vardı, özlemleri vardı, ailenin umut kapısıydı ama bu yavrumuzun gerçekten böyle hunharca katledilmesi, ne oldu? Kamu vicdanında, maşerî vicdanlarda büyük yaralar açtı. Ve cenazesi Malatya'ya intikal ettiğinde -hatırlıyor musunuz o sahneyi- annesinin bir selam duruşu vardı, ciğerleri dağlatırcasına.
15 Temmuza sürekli atıfta bulunuyoruz, işte, bizim bu sahneye ibretle bakıp, asıl bu sahneden de gerçekten ibret almamız gereken çok şey var. Bu, önce milleti, devleti, Türkiye Cumhuriyeti'nin varlığını önceleyen bir tavrın en acı anda bile yansımasının ifadesidir.
Değerli milletvekilleri, bakın, bu hafta boyunca hep 15 Temmuz ve sonrasını konuştuk, çünkü KHK'lar bağlamında konuşacak fazla bir şey de yok, bunları konuşuyoruz. Birçok şeyi paylaştık ama ne olur, odak noktamız... Bakın, biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak mütemadiyen vurguyu şuna yapıyoruz: Asgari müştereklerimiz bellidir, ortak vatanımız bellidir, değerlerimiz bellidir; bunlara sarılıp, Allah korusun, ülkeyi yeniden bir beka sorununa taşımamalıyız diye düşünüyoruz.
Neydi 15 Temmuzdaki... Hepimizin, şu anda şu yüce Mecliste hiçbirinizin hayır diyemeyeceği bir şey söyleyeceğim: 15 Temmuzun bir kalkışma, bir hain plan olduğu konusunda hepimiz hemfikiriz değil mi? Burada bir şüphe var mı? Hayır. Ne güzel, ortak bir yanımız. Bunun faillerinin, azmettiricilerinin, planlayıcılarının, görev dağılımı yapanlarının bir an önce bulunup gerekli cezanın verilmesi noktasında hemfikiriz, siyasetüstü bir hemfikirliğimiz var. O zaman burada sıkıntı nerede? Bu kalkışmadan sonra oluşan birtakım haksızlıklar, yanlış uygulamalar... Artık "mağduriyet" kelimesini de kullanmak istemiyoruz, sanki lügatimizden çıkarmamız gereken bir kelimeymiş gibi ama var, bu gerçeği yok etmiyor.
Bakın, toplumumuzun birçok kesimi gerçekten bundan muzdarip. Gelin, bunu da bir ortak payda yapalım. Nasıl ki 15 Temmuzun hain bir kalkışma olduğu konusunda hemfikirsek, bugün birileri, Başbakan ısrarla "Kimse imzasız, isimsiz, mesnetsiz, delilsiz bir şeyi gündeme getirip de bunu bir soruşturma konusu yapmasın." demesine rağmen, kraldan çok kralcı kesilip, birilerine yaranmak adına kendini her şeyin üzerinde gören bürokratın, hâkimin, savcının, rektörün, kim olursa olsun, adli ya da idari makamda bulunanların yaptığı haksızlara da hep birlikte bir tavır takınalım çünkü bu hepimizi ilgilendiren bir mesele. Öğretmeninden doktoruna, doktorundan askerine, askerinden öğretim üyesine, hatta imamına kadar gerçekten büyük bir mağdur kitle var; hukuk arıyorlar, adalet arıyorlar. Dolayısıyla bizler de bu yüce Meclisin temsilcileri olarak, onların adına konuşanlar olarak, bunu bir kez daha gerçekten bir ortak değer, asgari müşterek ve ortak bir misyon hâline getirip gereğini yapma zorunluluğunu dikkate almak istiyoruz diyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Aydın.