| Konu: | 669 Sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması ve Milli Savunma Üniversitesi Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname (1/751) ve İçtüzük'ün 128'inci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Tezkeresi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 18 |
| Tarih: | 09.11.2016 |
MHP GRUBU ADINA ERHAN USTA (Samsun) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, bizleri izleyen değerli Türk milleti; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, ben 669 Sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması ve Milli Savunma Üniversitesi Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım.
15 Temmuzda Türkiye belki de tarihinde hiç görülmemiş bir darbe girişimiyle, bir ihanet girişimiyle karşı karşıya kalmıştır. Bunu hepimiz biliyoruz ve kabul ediyoruz elbette ki. Biz bunu ülkeye bir işgal girişimi olarak görüyoruz ve bu sadece aslında seçilmiş Hükûmete karşı değil, milletin tamamına ve devlete karşı yapılmış bir girişimdir. Dolayısıyla, bu kapsamda FETÖ'yle yapılan mücadeleyi, bu terör örgütüyle yapılan mücadeleyi elbette destekliyoruz. OHAL'i de bu çerçevede destekledik. Türkiye olağanüstü şartlardan geçiyor; olağanüstü şartlarda da bazı şeylerin, olağanüstü uygulamaların olması tabii ki normal.
Gelişmeler şunu gösterdi: FETÖ'yle PKK aynı kaynaktan besleniyor, aynı merkezlerden yönetilen terör örgütleridir. PKK eylemleriyle FETÖ'nün 15 Temmuzda başaramadığı çözülmeyi tamamlamak istiyor. Durum böyle olunca, Türkiye aslında beka düzeyinde ciddi risklerle karşı karşıyadır. Öyleyse bu mücadelenin başarılı olabilmesi için mücadelenin doğru yapılması lazım. Ben bugünkü konuşmamı da bu mücadeleyi nasıl yaparsak doğru bir mücadele yapmış oluruz ve netice alabiliriz, bununla ilgili olarak, daha çok bunun üzerinde yoğunlaştırmak istiyorum.
Bana göre, Hükûmet FETÖ'yle mücadelede stratejik bir hata yaptı. Bu hata... Mücadeleye yani bu darbe girişimi sonrasında FETÖ'yü temizleme mücadelesine üst düzeyden başlaması gerekirken en alt düzeye inerek bir mücadele sistemi benimsedi ve bugün, belki de sayısı 200 bini bulan kamu görevlisi veya özel sektörde çalışan, bu FETÖ'nün değişik birimlerinde çalışan insanlar ya açığa alındı ya ihraç edildi veya okulları kapatıldı.
Dolayısıyla, bir defa, adalet sistemi ciddi yük altına girdi ve şu anda işler yürümez hâle geldi. Bakın, Türkiye'de normal adalet sistemi çalışmıyor, hatta FETÖ'yle yapılan mücadele kapsamındaki işler de hiçbir şekilde çalışmıyor çünkü iş arttı, diğer taraftan da baktığımızda aslında, aktif olarak çalışan hâkim savcıların da belki yarıya yakını veya üçte 1'i civarında, üçte 1'inden biraz fazlası bu kapsamda açığa alındı, ihraç edildi. Tabii, bunlar haklı uygulamalarsa buna bir diyeceğimiz yok.
Dolayısıyla "stratejik hata" dediğim şuydu: Buna tepeden başlayıp aşağı doğru, önce kritik birimleri halledip daha sonra daha alt düzeylere inilmesi, işin uygulanabilirliği açısından çok daha doğru olacaktı. Bir defa, şu konuda bizim irademiz çok net, bunu Sayın Genel Başkanımız da defalarca ifade etti: Suçu sabit görülenler, FETÖ'yle irtibatı ve iltisakı bulunanlar, şüphesiz devletin hiçbir kademesinde bulundurulmasın, bunların tamamı temizlensin. Ancak bunun yapılabilmesi için, mağduriyetlerin oluşmaması için de sağlıklı bir soruşturma yapılmalıdır. Yeteri kadar soruşturma yapılmadan kimsenin itibarı zedelenmemelidir.
Şimdi, Milliyetçi Hareket Partisinin bu yapıyla hiçbir zaman yolu kesişmedi. Bu yapının geçmişine şöyle bir baktığımızda bunun bir "cemaat" olarak adlandırıldığı dönem var, hatta şu anda "teröristbaşı" olarak adlandırdığımız başındaki kişinin "Muhterem Hoca Efendi" olarak adlandırıldığı bir dönem var, daha sonra "paralel devlet yapılanması", şimdi de "FETÖ" şekline geldi. Herkes biliyor ki, Milliyetçi Hareket Partisinin bu yapıyla hiçbir zaman yolu kesişmedi, hatta Sayın Genel Başkanımız geçmişte defalarca bu yapıyla ilgili olarak uyarılarda bulundu. Mesela 2011 yılında Fetullah Gülen'in Türkiye'ye getirtilmesi gerektiğini, bu yapının faaliyetlerinin durdurulması gerektiğini veya askıya alınması gerektiğini söylediğinde eğer devlet veya o gün Hükûmeti yönetenler bize karşı çıkmasaydı, bu uyarılara kulak tıkanmasaydı belki Türkiye bu kadar beka düzeyinde risklerle karşı karşıya kalmayacaktı. Bunları, geçmişi karıştırıp birtakım suçlular bulmak için söylemiyorum. Önümüzde de bundan sonraki günlerde de benzer risklerle karşılaşmamak için bu tespitlerin yapılmasının doğru olduğunu ve gerekli olduğunu düşündüğüm için ifade ettim.
Şimdi, FETÖ'yle mücadelede kim zafiyet gösterdiyse bir bir ortaya çıkarmalı. Bunlar ister sivil bürokraside olsun ister askerî bürokraside olsun, siyaset dünyasında olsun, kasıt ve ihmali olanlar tespit edilmeli ve cezası neyse en ağır şekilde cezalandırılmalı. Bunu bu ülkenin güveni ve huzuru için bir zaruret olarak görüyoruz. Yıllardır vatansever gençler işsiz gezerken FETÖ'cüleri askerî ve sivil bürokrasiye yerleştirenler mutlaka kanun önünde hesap vermelidirler ve bu çerçevede FETÖ'yle mücadele en sert şekilde sürdürülmeli, hiçbir şekilde sulandırılmamalı, esnetilmemeli, gevşetilmemelidir. Tabii ki bu mücadeleyi yaparken belirlediğimiz yöntem hukuki olmalıdır, hukuk egemen olmalıdır. İstismar olacak diye mağduriyet yaratılmamalıdır. Önümüzdeki on yılları ipotek altına alacak şekilde devlete küslüğe neden olunmamalıdır yapılan uygulamalarla.
Şimdi, birçok kamu görevlisi görevden uzaklaştırıldı, ihraç edildi ama şu durum çok önemli bence: Birçok insan, birçok insan değil, belki tamamına yakını neyle suçlandığını bilmiyor ve daha da kötüsü bunlara savunma hakkı verilmiyor. Savunma hakkı verilmediği zaman yapılacak soruşturmada da gerçeğin çıkartılması mümkün olmayacaktır. İnsanlar kendilerinin neyle suçlandığını bilmeden kendi suçsuzluklarını anlatmaya, ifade etmeye çalışıyorlar. Dolayısıyla, itiraz dilekçelerinden de bu anlamda çok fazla sonuç alınamayacaktır. Bakın, bu mücadele yöntemi gerçek FETÖ'cülerin, kripto FETÖ'cülerin ellerini ovuşturmalarına neden olacak bir uygulamadır. Bu, şu anda belki iş başında olan gerçek, kripto darbecileri -çünkü bunlarla ilgili de ciddi iddialar var- sevindirecek bir durumdur. İnsanlara savunma hakkı vermemiz lazım ve insanların neyle suçlandığını bilmemiz lazım, sağlıklı soruşturmalar yapılması lazım. Dolayısıyla, mücadeleye zarar vermeden bu işi sürdürmemiz gerekiyor.
Bu mücadelede suçun şahsiliği ilkesi hiçe sayılıyor. Elimizde yüzlerce örnek var, ben şimdi bunlarla sizleri meşgul etmek istemiyorum. Yani bir şekilde karısı suçlu, kocasını da işten atıyorsunuz; çocuklarını ilaçsız bırakıyoruz. Böyle uygulamalar olmaz. Yani 3 milyon Suriyeliye -ki doğrudur- yani ilacını verirken her türlü barınmasını verirken kendi insanımızın, babası suça karıştı diye -daha suçu sabit görülmüş falan da değil, isterse suçlu olsun- çocuğunu ilaçsız bırakmaya devletin hakkı yoktur. Bunları yaptığımız zaman işte gerçek FETÖ'cüler bu olanlara sevinecektir ve bu ülkenin karışmasından onlar menfaat elde edeceklerdir.
Adil yargılanmaya aykırı uygulamalar var. Bir defa bu gizli tanık ifadeleri tam bir sıkıntı yaratmaya başladı. İfadeye çağrılanlar veya içeriye alınanlar zorlanıyor. Gizli tanıklar var, işte 5 kişinin, 10 kişinin ismini ver deniliyor ve burada ciddi iftiralar atılıyor. Geçmişte ihbar mektuplarından doğan mağduriyetlerin, sıkıntıların şimdi gizli tanıklarla doğduğunu, bu gizli tanıkların tam bir iftira makinesine döndüğünü görüyoruz.
Şimdi, avukatlarla ilgili uygulamalarda, mesela ben Samsun'a da gittim, bana orada da anlattılar, başka yerlerden de geliyor. Avukatlar bir defa müvekkille görüşmek için dört-beş saat sıra bekliyor, sadece on beş dakika görüşüyorlar. Tutuklu, haklarını bilmiyor, avukatlara taraf muamelesi yapılıyor. Avukatlara yaka mikrofonu, üstte kamera var. Mesela Samsun'da aynı uygulama, IŞİD'den tutuklu olanlar var, PKK'dan tutuklu olan sanıklar var, o uygulama yapılmıyor. Diyorlar ki bizim Samsun'daki avukatlar mesela, "Savunma hakkımız sınırlanıyor." diye dava açacaklar ve yarın uluslararası mahkemede bunların hepsi kazanacak. Şimdi bunu yapmaya hakkımız var mı bizim? Yani biz cezalandırılsın diyoruz yani FETÖ'yle mücadelenin en sert şekilde yapılmasını isteyen bir siyasi partinin temsilcisiyim ben. Ama bunu yaparken ülkemizin geleceğini riske atmamamız lazım ve haklı olduğumuz meselede haksız duruma düşmememiz lazım. Bütün bu eleştirilerim o nedenledir. Dolayısıyla, önümüzdeki dönemde maalesef, ülkemizin uluslararası mahkemelerde ciddi tazminatlarla karşı karşıya kalma riski vardır. Bu konuda ben uygulayıcıların dikkatini çekmek istiyorum.
Şimdi, memurlar neyle suçlandığını bilmeden itiraz ediyorlar ve suçsuzluğunu ispat etmeye çalışıyorlar. İtirazların dikkatlice incelenmesi gerekir ve hatadan en hızlı şekilde dönülmesi gerekir. Mesela, temize çıkmış insanlarla ilgili olarak dahi, onlar açığa alındıysa başlatılma işlemini maalesef bugün kurum yöneticileri yapmıyor; bu da ayrıca bir mağduriyete neden oluyor. Sürekli artan mağduriyet ve şikâyetleri etraflıca incelemeden insanları açlığa ve çaresizliğe itmek İslami ve insani hiçbir değerle bağdaşmayacaktır elbette.
Şimdi, diğer taraftan da hiçbir suça bulaşmamış insanlar var. Belki bu yapıyla bir şekilde -hani Sayın Cumhurbaşkanının ifadesiyle- ibadet düzeyinde ilişkisi olmuş insanlar olabilir. Nasıl ki, Hükûmet "Biz kandırıldık." dedi, tövbe etti, pişman oldu, bu insanlara da belki bu anlamda bir pişman olma hakkı tanımak lazım. Dolayısıyla, suça bulaşmamış vatandaşlara bu imkânın verilmesi bu sayıyı azaltacak, toplumda da barışı sağlayacak önemli bir husustur. Dolayısıyla, kaybetmek kolay, kazanmak zordur; bizim kazanmaya çalışan tarafta olmamız lazım. İhanet edenler ayıklanmalı, FETÖ'yle bağlantısı olanlar kaçtıkları yere kadar kovalanmalı ama -Sayın Genel Başkanımızın ifadesiyle- eften püften nedenlerle, cılız ve ucuz suçlamalarla iktidar gücünü kötüye kullanmaktan da kesinlikle uzak durulmalıdır.
Kripto FETÖ'cülerin hâlâ görevde bulunduğu, iftiralarla çok sayıda kamu görevlisinin memuriyetten atılmalarını sağlayarak sürdürülen mücadeleyi savsaklamak amacında oldukları çok sık dile getirilmektedir; bu iddianın doğru olup olmadığı süratle açıklığa kavuşturulmalıdır.
Bu mücadele esnasında ne kadar çok hata yapılırsa milletin birliği ve FETÖ'yle mücadeleye verdiği destek azalacaktır; bundan da şiddetle kaçınmamız gerekir. Türk milleti -yani iftiharla söyleyebiliriz- 15 Temmuz hain darbe girişimine tek yürek olarak karşı durmuştur. Bu birlikteliği zedeleyecek uygulamalardan kurumlarımızın kaçınması lazım, kurumlarımızı da bu anlamda uyarmamız lazım. Hükûmetin de bu anlamda görevi olduğunu ifade etmek isterim.
Hukuk herkese eşit uygulanmalı, aynı ölçü ve dozajda etkisini göstermelidir. Hukukun üstünlüğüne bağlıysak başka türlüsünü düşünmek zaten imkânsızdır. Bir terör örgütüyle mücadelede hatırlı ve iktidara yakın olmak hiç kimseye avantaj sağlamamalı, korumaya almamalıdır. Kimin byLock'u varsa deşifre edilmeli, kim FETÖ'ye yardım ve yataklık yapmışsa gereği eksiksiz ve sonuna kadar yapılmalıdır. Adalet yerini bulmadan, hak ve hukuka saygı duyulmadan Türkiye'nin güvencede olması, millî güvenliğini tesis etmesi düşünülemeyecektir; byLock'u kullananların sıfat ve görevi ne olursa olsun, üstüne gitmek siyasetin namus borcudur. Gizlenmiş abi ve ablaların saklandıkları delikten çıkarılmaları, Pensilvanya'daki teröristbaşının ABD'yi ikna ederek ülkemize getirilmesi Hükûmetin tarihî nitelikli bir görevidir. Bunu yaparken de diplomasi, hukuki delillerle güçlendirilmelidir. Yurtta sulh konseyi başta olmak üzere, FETÖ tümüyle, tüm organ ve unsurlarıyla ortaya çıkarılarak cezalandırılmalıdır.
15 Temmuz darbesinin siyasi kadroları ve FETÖ'nün siyasi bağlantıları, siyaset kurumu içindeki unsurları ve uzantıları esrarını korumaktadır. Bu konuda hiçbir gelişme kaydedilmemesi, bunların hâlâ aydınlığa kavuşturulmamış olması çok vahimdir, çok manidardır ve izaha muhtaç koskoca bir garabettir. Bunlar açığa çıkartılmadan ne FETÖ anlaşılabilecek ne de 15 Temmuz darbe girişimi tüm yönleriyle aydınlanabilecektir. Siyasi ayaklar ortaya çıkarılmadan FETÖ'yle mücadele topal kalacak, bu habis terör örgütünün kökünün kazınması mümkün olmayacaktır. Türkiye, herkesin küçük siyasi hesapları bir tarafa bırakarak millî sorumluluk anlayışı içinde hareket etmesini zorunlu kılan karanlık bir döneme girmiştir. Bu da, aynı zamanda burada yapılacak uygulamalar yani siyasi kanatta yapılacak uygulamalar Hükûmetin samimiyet testi olacaktır.
Diğer taraftan, FETÖ'yle mücadelede kurumların yaptığı uygulamalarda bir standart da yok. Buralarda farklı kurumlar farklı uygulamalar yapıyor. Bunların detaylarına girmek istemiyorum, vaktim çok azaldı. Burada da bir uygulama birliğinin sağlanması gerekiyor.
Haksız yere ekmeği elinden alınan, başka yerde çalışmasına izin verilmeyen insana suç işlemekten başka seçenek bırakılmamaktadır. Burası çok önemlidir arkadaşlar. Yani, dolayısıyla, insanlara doğru müdahale yapmamız lazım, bunlara savunma hakkı vermemiz lazım, suçu olan kimse cezalandırılsın. Suçun şahsilik ilkesinden hiçbir şekilde ayrılmayalım ama suçsuz insanlar cezalandırılıp ekmeksiz bırakılarak bunları terör örgütlerinin kucağına itmememiz gerekir.
Diğer bir husus da -çok yakinen gördüğümüz örnekler var, eğer bizden istenirse biz bunları ayrıca verebiliriz- bazı kurum yöneticileri kendi komplekslerini, kendi sıkıntılarını, geçmişte FETÖ'yle kendi bağlantılarını kapatmak için suçsuz insanların canlarını yakıyor. Bunları çok acı acı bildiğimiz, tanıdığımız kurumlarda görüyoruz. Kim ne kadar fazla bağırıyorsa bilin ki onda FETÖ'yle irtibat var demektir. Bunu çok acı bir şekilde yani kurum yöneticileri düzeyinde, belki de siyaset düzeyinde görüyoruz.
Şimdi, tabii, bu işin bir de siyaset, ticaret ve iş dünyasına yansımaları var. Yine, eften püften nedenlerle, geçmişte bir dernek üyesi oldu diye -bu dernekler nihayetinde kapatılmış dernekler değil, bunlar yasal olarak faaliyetlerini sürdüren dernekler- bazı firmaların itibarları zedelenmekte, yetkilileri içeri alınmaktadır.
Elbette finansal destek sağlıyorsa FETÖ'ye, bu terör örgütüne, onlarla ilgili en sert şekilde mücadele yapılsın. Ancak, sadece bir dernek üyeliği var diye... Ve üç beş yıl önce dernek üyeliğinden çıkmış kendisi -bununla ilgili örnekler var elimizde- fakat dernek silmemiş üyeliğini, şimdi onun üzerine müfettiş gönderiyoruz. Bu uygulamalar bu ülkeye, bu ülkenin firmalarına zarar verecektir, ciddi ekonomik sıkıntılara da neden olacaktır. Burada yani firmalar konusunda da çok dikkatli davranmamız gerekiyor. Ondan sonra böyle bir ortamda elbette ki yatırım yapılması imkânı olmayacaktır.
Şimdi, bu görüştüğümüz kanun hükmünde kararname büyük ölçüde işin askeriye tarafıyla ilgili düzenlemeler yapıyor. Bir defa, ordu bizim milletimiz açısından çok önemlidir, Türk milleti için silahlı kuvvetlerden öte bir anlam taşımaktadır.
Her biri şanlı tarihimizin bir halkası olan devletlerimizin hepsinin de kurucu unsuru ordu olmuş, toprağı vatan kılmış, devleti milletin üzerine yıkılmaz bir çatı gibi inşa etmiştir. Varlığımızı varlığına adadığımız Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşu olağanüstü şartlarda gerçekleşmiş, burada da ana rolü yine ordumuz üstlenmiştir.
Türk tarihi bir bütündür, Türk devleti tektir. İşte, o yüzden Türk Silahlı Kuvvetlerinin kuruluş tarihi olarak Büyük Hun İmparatoru Mete Han'ın tahta çıkış tarihi olan milattan önce 209 yılı esas alınmıştır. Zira, hanlar hanı Mete Han, günümüzde her ordu tarafından kullanılmakta olan sistemi geliştiren ve uygulayan kişidir ve ne mutlu ki Türk'tür, ne mutlu ki bizim atamızdır.
Bu necip milletin İslamiyet'le şereflenmesini müteakip şanlı ordumuzda Peygamber ocağı sıfatını kazanmış Mehmet'lerimiz huduttan hududa, meydandan meydana, zaferden zafere koşmuştur.
Milletimizin ve devletimizin karşısına mertçe çıkamayan zalimlerin asimetrik yollara başvurması, millî kurumlarımızı zayıflatarak bizi mağlup etmek istemeleri yeni bir durum değildir. Tarihin her döneminde bu maksatla çeşitli sızma ve girişimler olmuştur. Nitekim, 15 Temmuz da bunlardan bir tanesidir. Ancak burada, devlet, refleks ve tepkilerle değil, sabırla ve aklıselimle idare olunmak durumundadır. Ordumuzu var eden kurumları ortadan kaldırmak, devletimizin temeline dinamit koymakla aynı anlama gelecektir. Her uçak kalkan, her tank çıkan, her top çıkan kışlanın kapısına kilit vurmak, bütün suçu taşa toprağa, demire çeliğe, betona yüklemek bir gafleti ifade etmektedir.
Askeri itibarsızlaştırmak, kalkışmanın başarısız olmasını sağlayan şanlı ordumuza haksızlık etmek anlamına gelecektir. Unutulmamalıdır ki bu kurumlarda hainlerden sayıca katbekat fazla olan aslanlar yetişmiş, işte bu aslanlar millî iradenin hilafına değil, lehine tavır koymuşlardır. Tabii ki bizim ordumuzun ve askerimizin itibarına sahip çıktığımız kadar da tepeden tırnağa askerimiz de, ordumuz da kendi itibarına sahip çıkmak durumundadır.
Ordunun sivil denetime açılması bir yoldur; kurumlara giriş şartlarının, eğitim usul ve esaslarının yeniden belirlenmesi bir yoldur; müfredatın değiştirilmesi, aksayan düzenin ıslah edilmesi ve denetimin etkinleştirilmesi, yönetimi geliştirme anlamında askerî eğitim kurumlarında süreklilik arz etmesi gereken bir durumdur ancak bu kurumları doğrudan kapatmak doğru bir yol değildir. Alelacele, panik hâlinde alınan kararlar, tepkisellikten başka bir anlam ifade etmeyecektir. Çözüm için atıldığı düşünülen bu adımlar daha büyük sorunlar yaratabilecektir.
Mesele sistem değil, yönetim sorunudur. Yönetimden kaynaklanan sorunları görmeyerek yönetim zafiyetlerinin üstünü örtmek ve "Sistem sorun üretiyor." diyerek sorumluluğu başka yerlere atmak yanlış bir davranış olacaktır. Bize göre, asker-sivil-hükûmet ilişkilerinde, TSK'nın sivil denetime ilişkin mekanizmalarında eksiklik ve yanlış giden işler vardır ancak bunun, tüm tarafların katılımıyla ve ortak akılla giderilmesi, aceleye getirilmemesi gerekmektedir.
Türk Silahlı Kuvvetleri, kuvvetleriyle birlikte bir bütündür ve komutanları Genelkurmay Başkanıdır. Dolayısıyla, TSK'nın parçalanması, bağlılık karmaşası yaratılması, TSK'nın dinamik yapısını hantallaştıracak bir bürokratik yapı ortaya çıkaracaktır. Gücü dağıtmak yerine tahkim etmek yerinde olacaktır. Şayet karar alma aşamasında bir sivil katılım öngörülüyorsa ya da bu eksiklik giderilmek isteniyorsa Askerî Şûra yapısındaki değişim yeterlidir. Kuvvet komutanlıklarının bağlılığındaki çok başlılık uygulamada ciddi sıkıntılara yol açacaktır.
Diğer taraftan, askerî okulların kapatılması ve öğrencilerin, hatta mezun olanların TSK yerine bambaşka bir üniversiteyle ilişkilendirilmeleri haksızlık ve adaletsizliktir. Bunların içinde şayet teröre bulaşmış olanlar varsa ya da liseye veya akademiye girişlerinde usulsüzlük tespit edilmişse bunların hesabı sorulmalı ve bu gençler ayıklanmalıdır ancak aksi takdirde, toptancı bir yaklaşımla hepsinin mağdur edilmesi kabul edilemeyecek bir durumdur.
Özetle, arkadaşlar, hukuk içerisinde kalarak FETÖ'yle mücadeleyi en etkin şekilde sürdürmemiz gereğine inanıyorum ve yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)