GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: HDP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:16
Tarih:03.11.2016

ÖZTÜRK YILMAZ (Ardahan) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmetin Irak ve Suriye'yle ilgili politikası konusunda söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Şu anda, özellikle dış politikamızda, en aciliyet taşıyan, en fazla üzerinde durmamız gereken iki konu var; bir tanesi komşumuz Irak, diğeri de yine komşumuz Suriye. Irak'ta da, Suriye'de de pek iç açıcı bir tabloyla karşılaşmadığımızı söyleyebiliriz.

Şu anda, Irak'ın, birlikte mi ayrı mı kalacağı konusu en fazla tartışılan konu. Zira, IŞİD sonrası dönemde, özellikle Musul eksenli bir siyasetin Bağdat'a ne şekilde yansıyacağı ve bu bölgenin Bağdat'la ilişkisi ciddi tartışma konusu olmaya devam ediyor.

Bir başka konu: Erbil ile Bağdat arasındaki ilişkilerin ne tür bir sistematiğe oturtulacağı konusu da henüz daha netlik kazanmış değil. Ancak şunu belirtelim: Daha önce IŞİD işgalinden önce Erbil ile Bağdat arasındaki ilişkilerin durumunun, esasen, IŞİD'in işgalinden sonra daha da kötüye gittiğini söyleyebiliriz. Özellikle Musul operasyonu başladıktan bu yana Türkiye'nin tablo dışı bırakılmaya çalışılması, Irak Merkezî Hükûmetinin Türkiye'ye karşı girişmiş olduğu hasmane tutum, Türkiye'nin Irak Merkezî Hükûmetini dikkate almadan hareket etmesi, bunlar, alt alta konulduğunda şu durum ortaya çıkıyor: Esasen, biz, diplomasinin asgari gereklerini uygulamaktan kaçınıyoruz ve bu, bizim ayağımıza ayak bağı oluyor, dolanıyor, uluslararası toplumda da bizi etkiliyor.

Şimdi, bizim bölgemizde olan bu değişime biz nasıl yaklaşmalıyız? IŞİD sonrası, IŞİD'in temizlendikten sonraki bölümde Irak'ın toprak bütünlüğüyle ilgili ne tür bir düşünce içerisinde olduğumuz çok önem kazanıyor. Daha önceki konuşmalarımızda, Hükûmetin bu konularla ilgili esasen bir stratejisinin, bir planının olmadığını biliyoruz. Bir sevkiyat yapılıyor sınıra. Musul operasyonuyla alakalı bir sevkiyat olduğu söyleniyor; amenna. Esasen bunun askerî bir sevkiyat olmasını anlayabiliyoruz, bir caydırıcılık unsuru açısından değerlendirilebilir ama Musul'la ilgili, Telafer'le ilgili, genel olarak Irak'la ilgili bir strateji, siyasi bir stratejimiz yok çünkü biz esasen aktörlerden en önemli olan Merkezî Hükûmetle çalışmıyoruz. Hükûmetin bütün sorunlara rağmen, yaşanan bütün sıkıntılara rağmen Irak Merkezî Hükûmetini esas alan, bir diyalog kanalını açan bir stratejiye ihtiyacı var. Bunun acilen devreye sokulması gerektiğini, aksi takdirde Türkiye'yi gerçekten uluslararası arenada zorlayacağını söyleyebiliriz.

Bir başka konu Suriye konusu. Suriye'de diplomatik çözüm maalesef henüz olamıyor. Diplomatik çözümü gerekli kılan bütün şartlar esasen olmasına rağmen masaya yanaşılmıyor. Türkiye de Suriye tablosuna aynen Irak'ta olduğu gibi çok fazla dâhil edilmek istenmiyor. Suriye'deki tezleri de Türkiye'nin Fırat Kalkanı Operasyonu'nun menziline sıkışmış durumda. Bizim yapmamız gereken, ülke olarak yapmamız gereken birkaç husus var, onları paylaşmak isterim.

Birincisi şu: Suriye'nin toprak bütünlüğü konusunda uluslararası toplumun kâğıt üzerindeki duyarlılığı araziye henüz yansımış değil. Uluslararası toplum kâğıt üzerinde hâlâ Suriye'nin toprak bütünlüğünden bahsediyor ama bilelim defakto olarak Suriye'de bir bölünmenin olacağını, esasen merkezî, güçlendirilmiş bir üniter yapının artık devreden kalkacağını, daha gerçek bir sistemin olacağını bilmemiz gerekiyor. Yani bizim hesapları yaparken esasen bir ayağımızı realizmde tutmamız her zaman önemlidir.

Bir zamanlar Kuzey Irak'la ilişkilerde götürülen konu vardı biliyorsunuz. Türkiye, maalesef bu konuları uzunca bir süre tam bir rayına oturtamadı, sonra çark etti, politika değiştirdi çünkü tabloyu tam okuyamamıştı. Suriye konusunda da özellikle bu dönemde askerî operasyonun dışında bir siyasi stratejinin, Suriye'nin toprak bütünlüğünü esas alan bir stratejinin aynen Irak'taki gibi maalesef olmadığını görüyoruz. Burada da yine Şam yönetimiyle hiçbir kanalın olmaması esasen bir eksikliktir ama bunun giderilmesi konusunda bir çabanın da henüz olmadığını üzülerek görüyoruz.

Telafer konusu önemli, Musul konusu önemli. Burada bir sivil katliamın yaşanma ihtimali var mı? Var ama Türkiye'nin bu konuyla ilgili sadece kendi gücünü, kendi imkânlarını devreye sokmak suretiyle uluslararası toplumda öne çıkması belki kabul edilebilir, doğru olabilir ama bu yeterli değil. Uluslararası toplumun, Birleşmiş Milletlerin bu konuyla ilgili duyarlı hâle getirilmesi de önceliklerden birisi olmalıdır.

Kürtlerle ilişkiler konusunda şunu söyleyebiliriz: Kürtler bizim sonuçta coğrafyamızı paylaştığımız kardeşlerimiz. Biz akrabalık hukuku çerçevesinde bir ilişki sistematiği oturtmalıyız. Bu coğrafyada kadim bir halk. Sonuçta bunu dikkate almadan yaptığımız dış politikada hep duvarlara tosluyoruz. Bu artık ideolojik bir saplantının ötesine geçmeli. Bir akrabalık hukuku içerisinde düşmanlık değil, dostluğu esas alan bir strateji oluşturmalıyız ve bunu yürütmeliyiz. Esasen bize yakışan da budur çünkü bu coğrafyada maalesef çok etnik merkezli, mezhebî merkezli siyasetin çok fazla işe yaramadığını bilmemiz gerekiyor. Bizim bu konuda yeterince yeteneğe sahip olduğumuz bilinmeli ancak, mesele, bunu araziye sürecek bir stratejimiz maalesef yok. Önemli olan Irak'ın ve Suriye'nin toprak bütünlüğüdür, o ülkelere karar verecek o halklardır. Bizim bu noktada o toprak bütünlüğü, her iki ülkenin de toprak bütünlüğü konusunda duyarlı olmamız, iç rejimleri konusundaki kararı kendi halklarına bırakmamız, mümkün mertebe bu sistemlerin kapsayıcı olmasına çalışmamız esas olmalıdır.

Efendim, bugün bu Orta Doğu'da özellikle yeni bir dinamik oluştuğunu hepimiz görüyoruz, şahit oluyoruz. Ne oluyor? Bugün hep söylüyoruz, sınırlar yeniden çiziliyor. Eğer bundan beş altı yıl sonra Irak'ta yeni ortaya çıkan dinamik işlemezse yeni bir defakto durum ortaya çıkacak, Suriye'de de keza yeni bir defakto durum ortaya çıkacak. Bizim hesaplarımızı ona göre yapmamız gerekiyor. Biz kabadayılıkla, yüksek perdeden konuşmak suretiyle hiçbir şeyi elde edemeyiz ve edemedik; ne Esad rejimi devrilebildi ne Irak'ın toprak bütünlüğü sağlanabildi. Şimdi oturup doğru dürüst bir strateji üzerinde çalışmalıyız. Esasen bu etnik ve mezhebî unsurun üstüne çıkan bir strateji olmalı, Türkiye ancak o zaman güç kazanabilir. Amerika Birleşik Devletleri'yle ve Batı'yla özellikle son dönemlerde yaşamış olduğumuz gerginlik giderek daha derinleşiyor, keskinleşiyor. Özellikle PYD'nin tanımı konusunda yaşadığımız gerginlik, IŞİD sonrası Musul'la ilgili yaşadığımız gerginlik, Türkiye'nin Telafer'e müdahalesiyle ilgili olarak karşı konuş, bunlar hep birlikte ele alındığında bir karar vermemiz lazım. Bizim bu stratejiyi bütün dünyaya rağmen götürebilecek gücümüz var mı? Eğer var diyorsak devam etmeliyiz, bunda tereddüt ediyorsak o zaman uluslararası toplumla bir noktada iş birliği yapma zorunluluğu hissetmeliyiz.

Bir başka konu; bölgede en çok tartışılan, özellikle bu Musul operasyonu sonrasında ve daha sonra Rakka'ya başlayacak operasyon sonrası, yani IŞİD sonrası dönemde IŞİD unsurlarının nereye kaçacaklarıyla ilgilidir. Bizim kentlerimiz maalesef güvenli değil artık, sokaklarımız güvenli değil. Bizim IŞİD'le ilgili de hiçbir stratejimiz doğru dürüst olmadı. Bu kaçacak insanlar, Türkiye'ye gelmesi hâlinde ciddi bir güvenlik sorunu yaratacaktır. Bizim bu konuyla ilgili bir duyarlılık yaratmamız gerekiyor. Sınır güvenliğinde ona göre o tedbirleri almamız, devreye sokmamız lazım. Bu kadar insan, bu kadar IŞİD militanı nereye gidecek? Eğer bunlar... Başka da bir yol kalmıyor; ya Türkiye üzerinden ya başka, daha güneye kaçacaklardır. En azından biz kendi güvenliğimizi almak zorundayız. Zira artık IŞİD tehdidi Türkiye'nin içine doğru iyice sinmiş durumda ve bu konudaki duyarlılığı da artırmamız lazım. Hükûmetin bu konuya, özellikle sınır güvenliğine ve IŞİD'le ilgili mücadeleye ağırlık vermesinin önem kazanacağını belirtmek istiyorum. Bu konuda özellikle şehirlerimizin, kentlerimizin güvenliği ve buraya kontrolsüz gelen mültecilerin IŞİD tarafından kullanılması ve bunların sokaklarda kan dökmesi ihtimalini dikkate almalıyız çünkü artık gerçeklerle konuşmak zorundayız. Türkiye bir tehdit altındadır; radikal, dinci terör grupların tehdidi altındadır, bu tehdidi bertaraf edecek unsurları da devreye sokmalıyız.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)