| Konu: | Bilirkişilik Kanunu Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 15 |
| Tarih: | 02.11.2016 |
KAMİL AYDIN (Erzurum) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; 388 sıra sayılı Bilirkişilik Kanunu Tasarısı'nın 1'inci maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Efendim, "bilirkişilik" gerçekten çok önemli bir kavram. Bilirkişilikle ilgili böyle ihtiyaç hasıl olan bir kanunu da görüşmek gerçekten çok elzem diye düşünüyoruz. Niye? Çünkü bilirkişilik bilgiye, bilime, tecrübeye müracaat etmedir. Biz bununla beraber gerçekten bilgiyi önceleyen, tecrübeyi önceleyen, inşallah, bir danışma formatı geliştirmeye çalışıyoruz. Peki, Adalet Bakanlığı bünyesindeki bir daireye bağlı olarak bunun işlerlik kazanması da tabii ki kâğıt üzerinde gerçekten büyük temennilerle arzuladığımız bir şey. Ama, biliyoruz ki gerçekten Batı'daki yerleşik demokrasilerde olduğu gibi bu kurumlar çok işlevsel kurumlardır. Niye? Çünkü erkler ayrımı çok nettir; yargı yasamadan, yasama yürütmeden oldukça mesafelidir, bu mesafe ne kadar açık olursa demokratik işleyiş o kadar sağlıklı olur.
Bu anlamda, bilirkişilik de gerçekten olması gereken bir yapıdır ama uygulama biraz farklı. Gerçekten, teori ile pratik arasındaki zıtlığı biz bu dönemde birazcık hissettik. Söylem ile eylem arasındaki zıtlığı fark ettik. Efendim, baktığımız zaman, ilim ile amel arasındaki farklılığı çok rahat bir şekilde gördük. Yani, kâğıt üzerinde zaman zaman çok güzel şeyler düşünüyoruz, çok güzel şeyler planlıyoruz ve yazıyoruz ama eyleme geldiğinde, maalesef, uygulamaya geldiğinde bundan çok uzakta kaldığımızı da Hükûmetin bugüne kadarki uygulamalarından edindiğimiz tecrübelerle görmüş bulunmaktayız.
Şimdi, bunlara çok tipik birkaç örnek vermek lazım: Böyle bir yapı, yani bilginin öncelenildiği, becerinin, yeteneğin... Çünkü, bilirkişide aradığımız 2 önemli vasıf var, gördüğüm kadarıyla, gerekçelerde de bahsediliyor: Bir, efendim, konudaki uzmanlığı; iki, teknik kapasitesi. Yani, uzmanlığı olan, teknik kapasitesi yüksek bir insanın hukuki bir mevzuda, hakemin ya da yargının karar veremediği noktalarda müdahale edip bilgi ve becerisini devreye soktuğu bir sistemden bahsediyoruz, çok güzel. Ama, bugüne kadar, heyhat, gördük ki efendim, HES projelerinde; efendim, kamulaştırma çalışmalarında, Millî Eğitim Bakanlığına bağlı atamalarda; efendim, sendika önceleyen birtakım uygulamalarda maalesef bu kadar yetkili olmamalarına rağmen gerçekten bilirkişilik ya da bilgi, tecrübe, liyakatin çok da öncelendiğine tanıklık edemedik.
Şimdi, endişemiz ve korkumuz şudur: Bir bakanlık bünyesinde bir daireye bağlı olarak yani yine mesafesi hemen hemen kapanmış, yargı ile yürütmenin böyle bir kurumu nasıl işletebileceği konusundadır bizim endişelerimiz. Çünkü, gerçekten, hani "Yatan kardeşten biliyoruz." misali, bugüne kadarki uygulamalarda gördük ki maalesef, tek taraflı, bilgiden, beceriden, uzmanlıktan öte, efendim, partililik, liyakat olmayan birtakım atamalarla bir taraftan kadrolaşmaya gidildiğini çok net bir şekilde görmekteyiz. İşte, TÜBİTAK'a yapılan atama çok tipik bir örnektir, rektör atamaları çok tipik örnektir. Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde, bir sendikaya ait olmamak... Müdürlükten, makamdan, Millî Eğitim müdürlüğünden, şube müdürlüğünden ortaokul müdürlüklerine varana kadar görevden alınmalarına dahi neden olduğunu bizatihi gördük.
Dolayısıyla, evet, olması gereken bir kurum, olması gereken bir yapı ama kontrolünün siyasi erkin elinde değil, gerçekten liyakatin ön plana çıkarılıp uzmanlığın çok öncelendiği bir yapıya büründürülürse tekrar 15 Temmuzların arifesine geldiğimiz şartları -Allah korusun- bir daha yaşamamış oluruz diyorum, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Aydın.