| Konu: | 15 Temmuz darbe girişimin ardından gerçekleştirilen uygulamalar sebebiyle yaşandığı ileri sürülen hak ihlallerini önleyemediği iddiasıyla Adalet Bakanı Bekir Bozdağ hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergenin (11/13) ön görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 14 |
| Tarih: | 01.11.2016 |
HDP GRUBU ADINA MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Evet, grubumuz adına verdiğimiz Sayın Adalet Bakanıyla ilgili gensoru üzerinde görüşlerimizi ifade edeceğiz.
Gensoruyla ilgili görüşlerimize geçmeden önce, bugün Sayın Başbakan grup toplantısında gensorularımıza ilişkin bir beyanda bulundu, öncelikle onu sizinle paylaşmak istiyorum. Sayın Başbakan aynen şöyle söylüyor: "Bu tip ciddi konular artık bir denetim aracı olarak kullanılmamalı, engelleme aracı olarak kullanılmamalı, gensoru ciddi bir iştir. Eskiden 'gensoru' dendiği zaman millet nefesini tutar, sonucunu beklerdi; şimdi, yalama ettiler, gensoruyu da yalama ettiler. Şimdi, ne geliyor ne gidiyor kimsenin taktığı yok. Ya, beş ay geçmiş, başımıza gelen pişmiş tavuğun başına gelmemiş. Neyin gensorusu? 15 Temmuz gensorusu mu? Onun cevabını millet verdi. Allah bizden yana, düşman da olmasın."
Şimdi, neresinden tutayım bilmiyorum gerçekten.
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Hiçbir yerinden tutmayın bence.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - Yani, yirmi dakikayı sadece bunun üzerine anlatabilirim.
Bir kere, Sayın Başbakanı biz öncelikle ciddiyete davet ediyoruz. Böyle soğuk esprilerle -halk arasında derler ya "Üşüdüm!"- kimsenin güleceği falan yok, biz gayet ciddi bir iş yapıyoruz. Gensoru muhalefetin Hükûmeti denetim araçlarından biridir ve çok ciddi bir iştir tabii ki. Biz bu ciddiyetin farkındayız ama Hükûmet ve Sayın Başbakan bence, bizce bu kadar ciddi olduğunun henüz farkında değil.
Bir de "Yani millet nefesini tutar, sonucunu bekler." falan. Ya, siz itibar mı bıraktınız Mecliste, kanunlarda; kanun hükmünde kararnamelerle ülkeyi yönetiyorsunuz. Sarayın talimatlarıyla herkes hazır ola geçiyor. Adalet Bakanı sarayı koruyan bir zırha bürünmüş durumda. Ne demek "Bu ciddi bir iştir." Tabii ki ciddi bir iş yapıyoruz. Şu anda Türkiye'de hukuk yok, Anayasa yok, hukuk devleti ilkeleri ayaklar altına alınmış, işkence almış başını gidiyor ve Sayın Başbakan bize diyor ki: "Gensoru ciddi bir iştir." E, tabii, öyle bir ülkede yaşıyoruz ki bir kişinin iki dudağı arasında Başbakan görevden alınınca gensoruya da böyle laflar ediliyor.
Bir de yine bir mağduriyet edebiyatı: "Bizim başımıza gelen pişmiş tavuğun başına gelmedi." Ya, mağdur falan değilsiniz, kimse size inanmıyor, bu lafları geçin. Siz "Mağduruz." diye diye 78 milyonun burnundan fitil fitil getirmeye devam ediyorsunuz. "AKP'liyim." demeyen, AKP'li olmayan herkes bu ülkede tutuklanmak, işkence görmek, cezaevine girmek, işten atılmak, ihraç edilmek tehdidiyle karşı karşıyadır. Bu nedenle...
Bir de Başbakanın en vahim tespitlerinden biri: "Allah bizden yana, düşman bizden yana olmasın." Bizi düşman ilan etmiş zaten, farkındayız. Halkların Demokratik Partisine, millete, halkımıza, bize oy verenlere düşman yaklaşımı gösterdiğinizi biliyoruz; her gün görüyoruz bunu. Tutuklamalarınızla, müdahalelerinizle, şehirleri yakıp yıkmakla zaten düşman, ceza hukukunu aşan bir uygulama içindesiniz ama Allah sizden yana mı, onu göreceğiz gerçekten; bence, bizce o da sizden yana değil, o da bunun hesabını öbür dünyada sizin burnunuzdan fitil fitil getirecek çünkü mazlumun yanında olan biziz ve siz her gün mazlumun ahını alıyorsunuz.
Sayın milletvekilleri, gerçekten çok büyük bir sınavdan geçiyoruz. Üstelik, bu sınavda hukukun üstünlüğü yerle bir, evrensel hiçbir hak uygulanmıyor, talancı bir zihniyet hücrelerimize kadar işletiliyor ve bizler bu kör çemberden onurumuzla çıkmaya çalışıyoruz ama çıkacağız, buna da inanıyoruz. Fakat, bu sınır tanımazlığın başaktörleri hukuk önünde nasıl hesap verecekler çok merak ediyorum.
Evet, Sayın Adalet Bakanı, hukuk önünde nasıl hesap vereceksiniz acaba? Sivil ölümlerin, haksız yargılamaların, gözaltı ve tutuklamaların, işkence ve kötü muamelenin, halk iradesini hiçe saymanın; Anayasa'yı, uluslararası sözleşmeleri, hakeza Meclis iradesini yok sayıp KHK'larla ülke yönetimini gasbetmiş olmanın vebali çok ağır olacak, bunu bilesiniz. Hukuk herkese lazım, bunu da bilesiniz. Yarın öbür gün siz de hukuk karşısında bu hesabı verdiğinizde hep birlikte göreceğiz.
Gerçekten bu hukuksuzluk ortamı 7 Haziran seçimlerinden önce başladı ve 15 Temmuzla tüm yurttaşlar için âdeta bir karabasana döndü. Hiçbirimiz, Türkiye'de hiç kimse kendini güvende hissetmiyor; hiç kimsenin hukuk güvenliği yok, hiç kimsenin iş güvencesi yok, hiç kimsenin işkence görmeme hakkı şu anda yok. 7 Haziran bir dönüm noktasıydı ve bu gitgide arttı.
Şimdi, sokağa çıkma yasaklarını çok anlattığımız için geçiyorum. Bir hukuksuzluk abidesi olarak hâlâ Şırnak'ta devam ettirilen sokağa çıkma yasaklarını, bir şehrin yerle bir edilmesini hukuk çerçevesinde hiçbir güç izah edemez; bu, zorbalıktır. Bu güce dayanarak bir şehri yerle bir edip çadırlarda yaşayan halkı bile oradan çıkarmanın ne siyaseten ne etik olarak ne de hukuk adına hiçbir izahı olamaz.
Yine, bu konuda daha önce de çok sefer söyledik, Anayasa Mahkemesine giden avukatlar tutuklandı bu ülkede, AİHM'e giden avukatlar tutuklandı; sırf sokağa çıkma yasaklarının hukuksuzluğunu teşhir ettikleri için, dava açtıkları için Ramazan Demir, Ayşe Acinikli aylarca tutuklu kaldı ve hâlâ davaları devam ediyor. Şimdi, burada biz hangi hukuktan söz edeceğiz?
Şimdi, KHK'yla ihraç edilen akademisyenlere bakalım, Cumhurbaşkanı talimat veriyor, Adalet Bakanı uygun görüyor ya tutuklanıyorlar ya işten atılıyorlar. Yani öğretmenlerin başına gelen de aynı şey, sağlık emekçilerinin başına gelen de aynı şey. AKP Hükûmeti sarayla birlikte, arkasındaki güçle birlikte gerçekten 15 Temmuzun üzerine binmiş, büyük bir felaket tellallığı adı altında, ki darbe teşebbüsüne ilişkin bu konuda bu Mecliste o kadar çok şey söyledik ki... Bunun yönteminin 15 Temmuzu bahane edip fırsata çevirip diğer herkese bir savaş açma aracı olmaması gerektiğini söylememize rağmen bugün âdeta bu gözümüze sokula sokula tekrar tekrar yapılıyor ve ülke alenen bir faşizme doğru sürükleniyor.
Peki, gerçekten, Sayın Adalet Bakanımızın geçmişteki uygulamaları ne? Kısa bir hatırlatma yapmak istiyorum: Şu anda Amerika'dan Gülen'in iadesini isteyen, çuvallar dolusu delil toplayan, Fetullah Gülen örgütüyle mücadele eden başaktör Sayın Bekir Bozdağ, örneğin, 2012 yılında, Gülen'in Amerika'dan iadesini değil, kendi selamını Amerika'ya gönderen kişiydi üç yıl önce, çok eski değil ya da Meclis Genel Kurulunda cemaate "çete" diyen milletvekillerine "Fetullah Gülen bu ülkenin yetiştirdiği değerli bir kıymettir, seversiniz sevmezsiniz ama değerli bir insandır, bilge bir insandır. Bu ülkenin millî, manevi değerlerine bağlı nesillerin yetişmesi için hizmetini yapıyor. Her şeyi de açık; devletin denetimi, gözetimi altında açık; her şeyi göz önünde olan, hakkında savcılık kararı olmayan birine 'çete' derseniz ona haksızlık edersiniz." yanıtını veriyordu daha dün. Gerçi Meclis Genel Kurulunda bu konudaki düşüncesinin değiştiğini söyledi ama düşünceler bu kadar çabuk değişir mi? Büyük bir soru işareti koyuyoruz ve günümüzü değerlendirmemiz gerekiyor. Ama o konuşmada bir iyi yön var, orada Sayın Adalet Bakanı en azından "masumiyet karinesi" ve "haksızlık" kavramlarını kullanıyor. Hukukçuların çok sık kullandığı bir kavramdır masumiyet karinesi, hakkında kesinleşmiş bir ceza olmadan hiç kimsenin suçlu addedilemeyeceği gerçeği. Ama şu anda Türkiye'de yüz binlerce insan suçlu addedilmiş, âdeta kesin hüküm verilmiş gibi çarşaf çarşaf yandaş medyada teşhir edilmektedir. Biz, Adalet Bakanının eski düşüncelerini, en azından masumiyet karinesini ve haksızlık gibi kavramları daha sık kullanmasını tercih ederiz.
Yine, burada, 15 Temmuz darbe girişimi altın fırsatıyla binlerce muhalif cezaevine gönderiliyor ve diyorlar ki: "Biz olağanüstü hâli devlete ilan ettik." Ya böyle bir şey olamaz. Bu ülkede şu anda iki pompalama olayı var: Bir, korku pompalanıyor gece gündüz, yirmi dört saat. Televizyon karşısında olan herkesin korku hissetmesi için, kendini güvende hissetmemesi için, her an alınabilirim demesi için müthiş bir korku pompalaması var. İkincisi de, büyük yalan pompalaması. Öyle büyük yalanlar atılıyor ki yani bu yalanlar... Hani bir laf var "Bir yalanı birkaç kere söylersen doğru olduğuna sen de inanırsın." gibi. Kimse inanmıyor. Bu şu anki olağanüstü hâl devlete falan ilan edilmiş değil. Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlarının tutuklanmasının devletin temizlenmesiyle ne alakası var? Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan daha başbakanken "Her gün Diyarbakır'ı istiyordum." diyor. Bugün eline fırsat geçti Diyarbakır'ı almak için hemen talimat verdi ve gözaltına aldırdı.
Yine, diğer muhaliflere yönelik tutuklamalar, gözaltılar... Cumhuriyet gazetesi daha dün, Aydın Engin, Kadri Gürsel, Musa Çam, karikatürist. El insaf ya! Bunlar ne yazıyordu?
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Musa Kart...
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Musa Bey burada.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - Musa Kart... Aman aman Musa Çam tutuklanmasın.
Azadiya Welat gazetesi, günlük tek Kürtçe gazete; DİHA; JINHA, tek kadın ajansı ve 22 radyo televizyon, hepsini kapattılar. Neden? Yargı kararı adı altında. Fakat bunlar yargı kararı falan değil. Hiç kimse bunların yargı kararı olduğuna bizi inandırmaya kalkmasın çünkü biz yargının içinden geliyoruz. Birkaç örnekle niye yargı kararı değildir, onları da söyleyeyim.
Sayın Adalet Bakanı Amerika'dan yeni döndü ve şunu söylüyor, diyor ki: "Biz Fetullah Gülen'in tutuklanmasını, iadesini gerektirir kadar -tam aklımda olmamış olabilir- dosya sunduk, çuvallarla, yüzlerle." Ya, orası burası gibi değil. Yüzlerce klasör götürseniz ne yazar? Ve daha yoldayken, uçağa binmeden diyor ki: "Rıza Sarraf'ın tutuklanması siyasidir." Asıl amacını öğreniyoruz böylece giderken.
Sayın Adalet Bakanına soruyorum: Gerçekten Amerika'ya Rıza Sarraf'ı almaya mı gittiniz, Fetullah Gülen'i mi almaya gittiniz? Yani bunu kamuoyu öğrenmek istiyor. Aynı anda bir de idam tartışması getirdiniz. Bizim kafamız karışık. Rıza Sarraf siyasi bir tutuklu, Gültan Kışanak, Ayla Akat Ata, Fırat Anlı, Necmiye Alpay, Zana Kaya, İnan Kızılkaya siyasi tutuklu değil, öyle mi? Buna inanmamızı bekliyorsunuz.
Bu aradaki idam tartışmasına da dikkatinizi çekmek isterim. Bu ülkede Başbakanını idam eden bir ülkeyiz. Geçmişimizde övünülecek bir yön yok bu konuda, idam kararlarının uygulanması ve yürürlükte olduğu döneme ilişkin. Şimdi idam tartışmasını getirmek, Fetullah Gülen'in iadesini önlemeye dönük bir hamledir. Eğer bu hamle önlemeye dönük değilse önümüzdeki günlerde hepimiz yüzleşeceğiz. Herkes biliyor ki, birazcık uluslararası hukuk bilen, birazcık aradaki sözleşmeleri bilen herkes idam olan bir ülkeye suçlunun iade edilmeyeceğini bilir. Vallaha, merak ediyoruz, acaba alttan alta, bir yandan FETÖ terör örgütü naraları atılırken Amerika'da Rıza Sarraf kurtarılmaya çalışılıyor, Fetullah Gülen'le de bir anlaşma yapılıyor... Buna cevap istiyoruz. Bu konuda merak ediyoruz gerçekten çünkü şu anda ülke öyle bir hâldeki kan gövdeyi götürüyor, cezaevleri bir işkencehane ve bunların hiçbir sorusuna yanıt alamıyoruz.
Ve Sayın Adalet Bakanı bu konuda bir beyanda bulunmuştu Amerika'da yine yanılmıyorsam: "Tek bir tutuklu gazeteci yok." Vallahi bilmiyoruz, İnan Kızılkaya'nın silah fabrikası mı var, merak ediyoruz, Gündem gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni. Necmiye Alpay, dil bilimci, bildiğim kadarıyla, onlarca kitabı olan bir gazeteci, sadece Genel Yayın Yönetmeni, danışma kurulunda. Aslı Erdoğan hangi silahları taşıdı, hangi bombaları attı, bilmiyoruz. "Gazeteci yok." derken neyi kastediyorsunuz, bu konuda da açıklama istiyoruz.
Yine, Sayın Adalet Bakanı bir konuşmasında "Türkiye'de işkence yoktur." demiş, 12 tane "tweet" atmış. Demin bir daha baktım, uzun uzun, bu "tweet"lerde "Kim iddia ediyorsa gelsin; ismini, kimliğini, cismini versin. Biz gerekeni yaparız." diyor. Peki, ben söylüyorum: Human Rights Watch'un raporu var, 12 isim var -atıfta bulunuyorum, zamanım yok- lütfen, o isimlere bakın, işkence var mı, yok mu. Yine, Çağdaş Hukukçular Derneğinin, bu konuda, gördüğü, "Copla tecavüzden dolayı -bunu söylerken de özür diliyorum kamuoyundan, halkımızdan- ameliyat olan tutuklular var." diyor. ÇHD'nin raporuna bakmanızı öneririm. Biraz önce aldım bu ismi: Sertaç Sapmaz, şu anda Bolu Cezaevinde -sadece örnek olsun diye veriyorum- yaralıyken Sincana götürülüyor. Ameliyat edilmesi gerekiyor. Şırnak'tan götürülmüş, çok ciddi işkence görmüş ve kendisinin beyanı da ailesi bugün yarın suç duyurusunda bulunacak. Somut bir isim olsun diye veriyorum.
Ayrıca, bu konuda, Eş Genel Başkanımız Sayın Demirtaş'ın bugün de yaptığı çağrıyı ben Meclis Genel Kurulundan bir daha ifade ediyorum: Gelin, cezaevine beraber gidelim, hangimizi istiyorsanız. Siz bir yıldır cezaevine girişimize izin vermiyorsunuz. Hukuksuz, keyfî, zorba yöntemlerle, milletvekillerinin gidip oradaki koşulları denetlemesine, görmesine izin vermiyorsunuz. Gelin, gidelim beraber, Eş Başkanımızın açık çağrısı var. İşkence yoksa o istifa edecek, varsa siz istifa edeceksiniz. Kamuoyuna açık söylüyoruz, işkence şu anda almış başını gidiyor ve bütün cezaevleri âdeta bir işkencehaneye dönüşmüş durumda.
Yine, diyorsunuz ki açıklamanızda: "Cezaevi komisyonumuz inceliyor, gidiyor, geliyor." 15 Temmuzdan sonra, araştırdım cezaevi komisyonu üyelerimizden, sadece 1 defa Eskişehir Cezaevine gidilmiş, şikâyet gelen hiçbir cezaevine gidilmemiş. Her gün onlarca şikâyet var.
Mehmet Metiner -sözde, Cezaevi Alt Komisyonu Başkanı olacak- kamuoyunun gözünün içine baka baka "Ben de olsam tekme tokat atardım, hatta silahım olsa çeker vururdum." diyor. Bu, cezaevi komisyonunda, gidip hak ihlallerini denetleyecek zat. Böyle bir şey olabilir mi!
Ve şu anda bizim hep eleştirdiğimiz izleme kurulları, cezaevi izleme kurulları lağvedildi 15 Temmuzdan sonra, tümüyle görevlerine son verildi. Yaptığımız sorgulamada, niye tekrar atamıyorsunuz... "Görevlendirdik." dediler ama şu anda cezaevlerine gidip bir araştırma kesinlikle söz konusu değil.
Tabii, bu konuda söyleyecek yığınla mesele var gerçekten. Yani Adalet Bakanının şu anda görevde kalmasını gerektirir tek bir neden sayamam ama görevden alınması, gensorunun kabul edilmesi gerektiği noktasında milyonlarca gerekçe sıralayabilirim. Çünkü bu ülkede şu anda yargı bitmiş durumda, kuvvetler ayrılığı bitmiş durumda.
Üç gün önce Sayın Kışanak, Anlı ve Akat Ata'nın sorgusunda oradaydım. Adliye kapısından avukatlar içeri alınmıyordu ya, avukatlar içeri alınmadı. Biz vekiller olarak içeri girdik, başsavcının talimatıyla "Lütfen, rica ediyoruz, burada bulunamazsınız." dediler. Biz orada sorun çıkarmamak adına dışarı çıktık, ailelerle birlikte oturduk ve avukatlar gece yarısına kadar kapıda bizimle beraber beklediler. Savcı beyle görüşmek istedik, savcı bey görüşemedi. Niye görüşmedi biliyor musunuz, kendini güvende hissetmiyor. Yan yana savcılar, birbirinden korkuyor. Yan yana odaları olan hâkimler birbirinden korkuyor. O hâkim diyor: "Ya, acaba benim hakkımda soruşturma açılırsa bu mu beni tutuklar, diğeri mi tutuklar?" Savcı diyor ki: "Acaba benim hakkımda soruşturmayı bu mu açar, o mu açar?" Rakamları paylaşmama gerek yok, binlerce hâkim, savcı şu anda görevden alınmış durumda ve 632 yargı mensubu da tutuklanmış, 3.456 hâkim ve savcı görevden alınmış ve hâkim, savcılar da kendilerini güvende hissetmiyor. Benim tanıdığım bir hâkim FETÖ soruşturmasında tutuklama veriyordu, savcı da, ikisi de bir ay sonra FETÖ soruşturmasından tutuklandılar. Ya, hiç kimse geleceğini göremiyor ki. Çünkü yargıya güvenmiyor, çünkü yargı da kendine güvenmiyor.
Şu anda yine hızla söylemek isterim: Yüz yüzelik ilkesi bitmiş durumda, yargılamaların yüzde 50'si SEGBİS sistemiyle yapılıyor. Tutuklular ailelerinden binlerce kilometre öteye cezaevlerine gönderiliyor. Şimdi, Gültan Kışanak'ın ne işi var Kandıra Cezaevinde, niye gönderiliyor? Diyarbakır'da yargılaması yapılan tutukluların hepsi niye Türkiye'nin Karadeniz'inde, Orta Anadolu'sunda, Ege'sinde, Marmara'sında tutuklu? Niye ailelere bu eziyet yapılıyor? İşte, bu Adalet Bakanının incilerinden biri yine.
Silahların eşitliği prensibi bitmiş. AİHM'in temel içtihatlarından biridir, savunma tümüyle yok ediliyor. Yani bu ülkede adalet yok, Adalet Bakanı yok, sarayın Adalet Bakanı var. Saray ne derse Adalet Bakanı onu söylüyor. Sarayın adaleti diyeceğim, sarayın adaleti de yok. Sarayın adaletsizliği almış başını gidiyor, 78 milyon yurttaşla birlikte bizi bir hukuksuzluğa mahkûm ediyor. Gelin, bu gidişata bir dur diyelim diyorum.
Hepinize teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)