| Konu: | Ankara İli Kazan İlçesinin Adının Kahramankazan Olarak Değiştirilmesine ve Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 11 |
| Tarih: | 25.10.2016 |
MHP GRUBU ADINA MUSTAFA MİT (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Başkanımız Sayın Doktor Devlet Bahçeli ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan Vekillerimiz Sayın Erkan Akçay ve Sayın Erhan Usta tarafından verilen ve bugün görüşülmekte olan 422 Sıra Sayılı Ankara İli Kazan İlçesinin Adının Kahramankazan Olarak Değiştirilmesine ve Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, 15 Temmuz akşamı cemaat kisveli bir terörist grup darbe yapmak suretiyle ülkemizde bir isyan ve işgal girişiminde bulunmuştur, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en karanlık günlerinden birini yaşamıştır. 15 Temmuz bir günde ortaya çıkmış bir kalkışma, birkaç maceraperestin hezeyanı değildir. 15 Temmuzu hazırlayan, 15 Temmuza güç, kuvvet ve cesaret veren etkenleri iyi tahlil ve tespit etmemiz gerekmektedir çünkü doğru tedavi için doğru teşhis gerekmektedir. Şair "Ders alınsaydı tarih tekerrür etmezdi." demektedir.
Cemaat kisveli bir grup, sosyal hayatta, medyada, yargıda, nihayet devletin ve milletin güvenliğinden sorumlu polis ve orduda kadrolaşmış, yer tutmuştur. Devletin en kritik noktalarında cemaat aidiyetini haiz odaklaşma oluşmuş, oluşturulmuştur. Müstafi İçişleri Bakanımızın ifadesine göre, polis teşkilatının kahir ekseriyeti paralel bir aidiyette, âdeta meşru devlet yerine başka bir asabiyetle hareket eder hâle gelmiştir. Ordunun üst komuta kademesi olan generallerin yarısına yakını kendi hiyerarşik düzeninin dışında, gayrimeşru bir başka otoriteye tabi olmuştur."
Yaklaşık 16 bin hâkim ve savcının dörtte 1'i başka bir hukukun, başka bir paralel yapının hâkim ve savcısı olarak hareket etmişlerdir. Diğer kritik kurumlar da farklı değildir. Türkiye İletişim Başkanlığı, TÜBİTAK, MİT, TRT, Anadolu Ajansı gibi, hâkim ve savcıların dışındaki Adalet Bakanlığı personeli, üniversiteler, Millî Eğitim Bakanlığı, hülasa bütün devlet kurumları bilfiil bu çete tarafından işgal edilmiştir. Kurumlar, gerek hafızaları ve gerekse görevleri açısından iğfal edilmiştir. Vatandaş, hafızası çalınmış, istikameti bozulmuş, çarpıtılmış devlet yapısıyla karşı karşıya bırakılmıştır.
Bu yetki ve etkinlikte olan paralel yapılanma herkes tarafından bilindiği gibi, bürokratlar ve iş adamları tarafından da bilinmektedir. Bu süreçte devlette yükselmenin, ticarette büyümenin yolu olarak cemaate yakınlık itibar kazandırmıştır. Devlet içerisinde pervasızca yapılanmanın verdiği özgüven ve devletin omurgalarına yönelik kumpas davaları karşısında verilen teşvikler, bu cinayet şebekesine, bu Haşhaşi yapılanmaya güç, kudret ve cesaret vermiştir. Bu, tabii ki bir günde olmamıştır ancak dönüm noktası 2004 yılıdır.
25 Ağustos 2004 tarihindeki Millî Güvenlik Kurulu toplantısında Fetullah Gülen gündeme gelmiş, yurt içi ve yurt dışı faaliyetlerine karşı bir eylem planının hazırlanması Hükûmete bildirilmiştir. Paralel yapılanmanın bir millî güvenlik meselesi olduğu en üst düzeyde tespit edilmiştir. Bazı bakanlar, daha düne kadar, bu karara uygun davranmadıklarını gururla, övünçle kamuoyu önünde ifade etmişlerdir. Devlet bu tehlikeyi tespit ettiği hâlde, Hükûmet bunu tehlike olarak görmemiştir. Hâlbuki, FETÖ, CIA'nin bazı kuruluşlarımızdan devşirdiği yandaşlarıyla beraber ABD'nin bu bölgedeki politikalarına hizmet için organize edilmiş bir yapıdır. Yoksa, sadece okuryazar olan bir kişinin dünyada teşkilatlanması, bu kadar paraya hükmetmesi mümkün değildir. Bunu tespit etmek lazımdır. FETÖ, bu tarihten sonra palazlanmıştır. Yapılan hukuksuzluklar, kumpaslar, bırakın engellenmeyi teşvik edildikçe bu yapı kendinde cesaret, güç ve kudret bulmuştur. Bu kumpas davalarla tasfiye edilen ordu üst yönetim kademesi paralel yapı tarafından doldurulmuştur. 15 Temmuzda liyakatle oluşturulamayan komuta kademesinin ordunun bütününe nüfuz edemediği de ibretle görülmüştür. Türk ordusu, gelenekleri, oluşturduğu bürokratik kapasitesiyle bu darbe girişimine "Hayır." demiştir.
Basiret sahibi herkes şu iki örneğin ne manaya geldiğini görür: Deniz Kuvvetlerinin komuta kademesinin neredeyse yarısının casusluk suçlamasıyla tasfiye edildiğinde bunun kumpas olduğu ayan beyan ortadadır. Genelkurmay Başkanını hukuka aykırı bir şekilde Yüce Divan yerine terörist sıfatıyla proje mahkemelerde yargılamaya kalkmak, ancak ve ancak devlet ve millet düşmanlığı yapmak, kavramları muğlaklaştırmak, zihinlerde kargaşa yaratmaktır. Devlet aklı bunu görür, bilir. Biz de şunu görür ve biliriz: Anayasa değişikliğinden sonra oluşturulan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu seçimlerinde blok oy kullanımı sonucunda oluşan kurulun FETÖ'cü olması zamanın Adalet Bakanının dikkatini çekmiş, durum Başbakana aktarıldığında "Alnı secdeye gelenden zarar gelmez." cevabını almıştır; zihniyet açıklaması açısından önemli bir tespittir.
İkincisi, 17-25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturmaları henüz başlamışken gazeteci Fehmi Koru'nun aracı olarak Amerika'ya gönderilmesi o gün dahi FETÖ'ye inancın delilidir. Aracı olumlu cevapla gelmiş olsaydı sonuç ne olacaktı?
Bu süreçte her alanda hukuk çiğnenmiştir. Hâkim, savcı olmak için soruları çalmak suretiyle hırsızlık yapan hâkim ve savcılardan adalet beklemek herhâlde tarihte görülmemiş bir gaflettir.
Bu ülkede başbakanlar dinlenmiş, Genelkurmay başkanları dinlenmiş, Dışişleri Bakanı, MİT müsteşarları dinlenmiştir. Daha dün gibi, sokaktaki simitçi bile dinlenme endişesine kapılmıştı, hatta bir hâkim kendinin dinlenmesi için karar verdi ama bundan habersizdi. Bunların hepsi yazıldı çizildi ama sorumluluk sahipleri bunları görmezden geldi. Ne zamanki kendi dinlemeleri ortaya saçıldı o zaman akla hukuk geldi. Demek ki sorumluluk sahipleri amme hukukunu değil, şahsi hukukunu üstün tutuyorlar. Millî hâkimiyeti hatırlamak için illa darbe mi gerekir?
İçeriden veya dışarıdan gelebilecek fiziki tehditlere göre dizayn edilmiş güvenlik bürokrasisinin bizzat kendisi devşirildiğinde, işgal edildiğinde, meşru hiyerarşik yapının dışında başka otoritelerin etkili ve yetkili olduğu anlaşıldığında bir gün ittifak hâlinde olduğumuz bu yapının kendi hesaplarına göre hareket edebileceği, kendi programını uygulayabileceği göz ardı edilmiştir, hesap edilmemiştir. Bu, mazereti olmayacak, kabul edilemeyecek bir durum, en hafifiyle ihmaldir. Netice: Bu yapı 15 Temmuzda meşru hukuk düzenimiz dışında kendi hiyerarşik yapısı için kendi programını uygulamaya koymuştur.
Değerli milletvekilleri, ihtilalin, darbenin bir mekaniği vardır. İhtiraslarının esiri olan ve kendisinde güç vehmeden kişi veya kişiler meşru yollardan değil, kendine güç, kudret ve cesaret veren oluşum içerisinde bu güçle iktidar erkini ele geçirmeye çalışırlar. Bu asla kabul edilemez. Egemenlik kayıtsız şartsız millete aittir, asla devredilemez, gasbedilemez. Millet onur ve haysiyetini korumasını bilir ve korumuştur.
Tarihimiz bir nevi darbeler tarihidir. Tarihimizde ders alınması gereken birbirinden farklı birçok darbe ve darbe teşebbüsü vardır. 15 Temmuz darbe teşebbüsünü diğerlerinden ayıran en önemli özellik, salt iktidarı ele geçirmek maksadıyla değil, devleti ve toplumu geleceğiyle birlikte ele geçirmektir. İlişkide bulundukları küresel gücün tasavvurunun paralelinde bu coğrafyanın bölüşülmesine yardımcı olmaktır. Bu manada, 15 Temmuz bir işgal ve iç savaş hamlesidir.
Toplumun meşru örgütlenmesinin dışında oluşan odaklaşmanın yarattığı tehlike ortadadır. Bu odaklaşmanın küresel güçlerle amaç birliği ve bu iş birliğinin doğuracağı sonuç devletin ve milletin varlığıdır, millî güvenlik meselesidir. 15 Temmuz Türkiye'nin bölünmesi ve bölüşülmesi için yapılan bir hamledir. 15 Temmuz, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü hedef almıştır. 15 Temmuz, emperyalistlerin ve iş birlikçilerinin iç savaş denemesi, istila hamlesi, isyan girişimidir. Bu kalkışma yalnızca seçilmiş Hükûmet veya milletvekillerine değil, topyekûn millet iradesine, demokrasiye, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurumlarına karşı yapılmıştır. 15 Temmuz, Türk milletine karşı işlenmiş, tarihe karşı işlenmiş bir cinayettir. Bütün bunlardan daha elim ve daha vahim olanı mukaddes dinimizin amaçlarına uygun yorumlanması, İslami Kalvinistler, dinler arası diyalog, İbrahimî dinler diyerek bir nevi yeni bir din yaratılmasıdır. Bu suretle bir nesil yok edilmiş, kendi milletine düşman edilmiştir. Doktor, subay, mühendis, öğretim görevlisi, öğretmen olan bu insanların toplumsal maliyetleri faciadır.
Yunan işgalini cumhuriyete tercih eden meczuplar, başörtüsü nedeniyle İngilizlerin mandasını tercih eden tarih, millet ve devlet şuurundan yoksun nesiller ön yargıların esir aldığı zihinlerin eseridir. Fransız askerinin bir hanımın başörtüsüne el uzatmasını bu mandacılar bilmez ancak Kahramanmaraş bilir ve gereğini de yapar ve yapmıştır.
Kılıçla 1 kişiyi veya 2 kişiyi yok edebilirsiniz ama sapık inançlarla, hurafelerle bir nesli, hatta bir ülkeyi yok edebilirsiniz. Ne yazık ki bu memleketin çocukları bu memlekete ihanet etmişlerdir. 15 Temmuzun bir daha yaşanmaması, çok iyi tahlil edilmesi gerekmektedir. 15 Temmuz, devlet kurumlarında büyük bir tahribat yapmıştır. Kumpas davalarıyla örselenen ordu 15 Temmuzda yeni bir darbe daha almıştır. Millî güvenliğimiz tehdit altındadır. Her seviyede beka problemi ifade edilmektedir.
Evet, olağanüstü bir durum ve anayasal bir kurum olan olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Mecliste bulunan 4 parti bildiriyle bu kalkışmayı telin etmiş, demokrasiye olan inanç ve bağlılığı teyit etmişlerdir. Bu ümit verici beraberlik "Yenikapı ruhu" olarak millet vicdanında da makes bulmuştur. Milletin bu hassasiyetini anlamayanlar, süfli emellerine alet etmek isteyenler tarih önünde mesul olacaklardır.
Yakın tarihimizde yaşadıklarımız hâlâ hafızalarımızdadır. Milyonlarca kilometrekareden elimizde kalan son vatan, ancak millî birlik ve beraberlik ruhuyla ayakta tutulabilecektir. Bu coğrafyada devlet olmanın zorunluluğunun idraki içerisindeyiz. Bin yıldan beri bu topraklardayız, ebediyen de burada kalacağız. 15 Temmuzda iradesini canıyla kanıyla ortaya koyan millet ve bu kalkışmayı bastıran, engelleyen ordu ve polis teşkilatımız bunun teminatıdır. Devlet bütün kurumlarıyla daha fazla gayret sarf ederek bu yaraları sarmalıdır. Her ne yapılırsa yapılsın mutlaka hukuk içerisinde yapılmalıdır, sözde değil fiilen hukuka uyulmalıdır. Çünkü adalet mülkün temelidir. Devlet kadife eldiven içerisinde çelik yumruk olarak her bir ferdine azami şefkatle yaklaşırken, devlet ve millet düşmanlarını çelik yumruğuyla ezebilecek güçte ve kararlılıkta olmalıdır.
Kazan ilçemiz mücadelenin simgesi olmuştur. 9 vatandaşımız şehit, 92 vatandaşımız da gazi olmuştur. Kazan ilçemizin gösterdiği kahramanlığı ebediyen yaşatmak maksadıyla isminin "Kahramankazan" olarak değiştirilmesi hakkın teslimi olacaktır.
Diğer taraftan, cumhuriyet tarihimizin en büyük ihanet, isyan ve işgal girişimine karşı bu mücadelenin bu yolda şehit olanlarının aziz hatırasının ebediyen yaşatılması amacıyla 15 Temmuzun "15 Temmuz Demokrasi ve Millî Birlik Günü" olarak ilan edilmesi Meclisimizin üzerindeki en önemli görevlerdendir.
Bütün Kazanlı hemşehrilerimizi, o gece orada direnen arkadaşlarımızı candan kutluyor ve tebrik ediyoruz. Tekrar, Kazanlı şehitlerimizi rahmetle anıyoruz. Kazanlı gazilerimize saygı ve hürmetlerimizi sunuyoruz ve bu "Kahramankazan" adının Kazan'la birlikte bu kahramanlığı gösteren tüm ilçelerimize ve ilimize şamil olmasını, onların adına da Kazan'a verildiğini düşünerek hepinizi saygıyla selamlıyorum, hayırlı uğurlu olsun diyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Mit.