| Konu: | Ticari İşlemlerde Taşınır Rehni Kanunu Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 9 |
| Tarih: | 19.10.2016 |
HDP GRUBU ADINA MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
418 sıra sayılı Ticari İşlemlerde Taşınır Rehni Kanun Tasarısı üzerinde partimin görüşlerini açıklamak üzere kürsüye geldim. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, biraz önce ekonominin ne durumda olduğunu aslında verdiğimiz önerge üzerinde yürütülen tartışmalarda da gördük. Bunun hemen ardından, KOBİ'leri ilgilendiren, bu koşullarda KOBİ'lerle ilgili getirilen bu tasarı açıkça bir ironi olsa gerek. Peki, bu koşullara nereden geldik, nasıl geldik, şu andaki koşullar nereden kaynaklanıyor? Aslında hepimiz hatırlıyoruz. Türkiye'de yürütülen çözüm süreci tüm koşullarda, ülkenin tüm ekonomik, sosyal ve diğer koşullarında iyileşmeler yaratırken, 7 Haziranda seçimler yapıldı ve 7 Haziran seçimlerinin sonuçlarının Sayın Cumhurbaşkanı tarafından kabul edilmemesiyle beraber ülkede maalesef bir savaş ortamı, savaş koşulları başlatıldı. Bir tarafta ülkenin kürdistan coğrafyasında kentler yıkılırken, diğer tarafında demokratik alan gün geçtikçe daraltıldı, demokrasi ve neredeyse parlamenter siyasal rejim rafa kaldırıldı ve topluma topyekûn bir savaş koşulu dayatıldı. Savaş koşullarında ekonominin iyi gitmesi eşyanın tabiatına aykırıdır, mümkün değildir. Kaldı ki, bunun üzerine yine dışarıda da Kürt karşıtlığı üzerine kurduğunuz Rojava politikası ve bu temeldeki Suriye politikası da buna eklenince Sayın Ahmet Davutoğlu döneminde başlatılan "komşularla sıfır sorun" "sıfır komşu"ya dönüştü ve neredeyse hiçbir komşumuzla geçinemez hâle geldik. Afra tafra kestik ama bu afra tafralar da ekonominin dip yapmasına neden oldu.
Bakın, "Rusya uçağını düşürdük." diye efelendik, ülkenin turizmini ve yaş meyve-sebze alım satımını neredeyse tamamen sıfırladık. "Suriye'de Emevi Camisi'nde namaz kılacağız, cuma namazına gideceğiz.", "Üç ayda Suriye rejimi yıkılacak." diye, buna göre kendimizi planlarken, maalesef, Dimyat'a giderken eldeki pirinci kaybetme hikâyesini yaşadık.
Bugün geldiğimiz koşullarda ekonomi gerçekten iflasın eşiğinde değerli arkadaşlar. Nereden söylüyoruz bunu? Bakın, bugün ihracat rakamlarına bakıyoruz. Türkiye İstatistik Kurumu 2016 yılı Ağustos ayı dış ticaret endekslerini açıkladı. Buna göre, ihracatın birim değer endeksi Ağustos ayında bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 2,6 azaldı. Endeks bir önceki yılın aynı ayına göre gıda, içecek ve tütünde yüzde 10; ham maddelerde -yakıtlar hariç- yüzde 5,3; yakıtlarda yüzde 13,3 ve imalat sanayisinde yüzde 2,2 azaldı.
Kredi derecelendirme kuruluşları notumuzla ilgili olumlu bir şey yaptığında bu kredi derecelendirme kuruluşlarını alkışlıyoruz ama negatif bir şey söylediğinde "Ben senden mi öğreneceğim? Halk bana puan verir." deyip efelendik. Bugün, bu efelenme sonucu değerli arkadaşlar, İstanbul'da serbest piyasada dolar 3,0920, euro 3,3970 liradan güne başladı. Kapalı Çarşı'da dolar 3,09 liradan alınabiliyor, yine 3,0920 liradan satılıyor. Önceki gün kapanışta doların satış fiyatı 3,1060 oldu, euronun satış fiyatı 3,4120 oldu. Yani doların 2,9 liradan 3,1'e yükselmesi aslında, gerçekte her yurttaşın cebinden 2.500 TL'nin çıkmasına sebebiyet verdi. Biz biliyoruz ki bunda tabii etken olan ne? OHAL'in doksan gün uzatılması bu kurdaki yükselişte etkili oldu. Yine başkanlık tartışmaları aynı konuda etkisini gösterdi. Bakın, yıl sonu kötümser tahminler doların 3,35-3,40 TL'yi göreceği yönünde.
IMF Türkiye büyüme beklentisini yüzde 3,3'e düşürdü. IMF Türkiye büyüme beklentisini 2016 için yüzde 3,8'den yüzde 3,3'e; 2017 için yüzde 3,4'ten yüzde 3'e düşürdü. IMF raporunda Türkiye için 2016 yılına ilişkin TÜFE tahmini yüzde 9,8'den yüzde 8,4'e revize edilirken tüm beklentiler 2017 yılının 2016 yılından çok daha kötü olacağını açıkça ifade ediyor.
Öte yandan, değerli arkadaşlar, cari açığın gayrisafi yıllık hasılaya oranının 2016 yılı sonunda yüzde 4,4 seviyesinde -ki önceki tahmin 3,6'ydı- 2017 yılında ise yüzde 5,6 -ki önceki tahmin yüzde 4,1'di- olacağını gösteriyor. IMF'den gelen rakamlar 2017 yılında gerçekten çok daha karamsar bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu açıkça gösteriyor.
Tabii, Türkiye ekonomisi gün geçtikçe temel normlardan uzaklaşmakta ve içeride hukukun aşınması, sosyal gerilimlerin artması, dış politikada art arda gelen kayıplar ve demokrasinin hasar görmesiyle ekonomik krizin içine adım adım yürümekteyiz. Özellikle ben sınır kenti ve sanayisiyle daha önce anılan, fıstığıyla, baklavasıyla anılan bir ilin vekili, Gaziantep'in vekili olarak; bugün Gaziantep maalesef cihadist bir çeteyle gündeme geliyor. Ticari hayat tamamen bitmiş, ekonomik hayat tamamen bitmiş, insanlar sokağa çıkamaz hâle gelmiş ki vali, Gaziantep Valisi ve Ankara Valisi iki ay boyunca sokağa çıkma yasaklarına varacak şekilde, sosyal hayatın devam etmesini önleyecek şekilde kararlar aldılar.
Değerli arkadaşlar, biz bu göstergelere baktığımızda gerçekten gidişatın iyi olmadığını görüyoruz. Bakın, Merkez Bankası Ağustos 2016 dönemindeki cari açığı 1,77 milyar dolar olarak açıklamıştı. Ekonomistlerin açık beklentilerinin ortalaması 1,5 milyar dolardı. Şimdi, kayıt dışı ekonomideki para girişinin de 2 milyar dolar civarında olduğunu görüyoruz. OHAL ve başkanlık tartışmaları bu kötü tabloya maalesef tuz biber olmaktadır.
Değerli arkadaşlar, üzerinde konuştuğumuz 418 sıra sayılı Ticari İşlemlerde Taşınır Rehni Kanunu Tasarısı'na gelince, bu tasarıyla ilgili genel değerlendirmelerimiz şu şekildedir: Kapitalist üretimin günümüz ekonomi politikaları üzerinde inşa edildiği neoliberal ekonomik politikaları her geçen gün sistem krizini derinleştirmektedir. Halihazırda adil bir vergi sisteminin olmaması, bölüşümde adaletin sağlanmaması, işsizlik, yoksulluk ve açlık sınırı yaşamın en acı gerçekleri olarak çözüm beklerken uygulanan politikalar ve bu politikaların yarattığı sorunlar her geçen gün derinleşmektedir. Var olan sistemin krizleri de yine krizi yaratan politikaların ardıllarıyla daha da derinleşmektedir. Halihazırda görüşülen tasarı da sistem krizinin ardılı politikaların bir ürünü olarak aslında karşımızdadır.
AKP döneminde uygulanan neoliberal politikaların KOBİ'lere biçtiği asıl görev büyük ölçekli işletmelere ucuz ara mal tedariki ve yan sanayi sunmaktır. Böylece büyük ölçekli işletmelerin odağını daha kârlı alanlara kaydırabilmekte ve maliyet düşürme sorunlarını KOBİ'lere yüklemektedir. Bu durum kârın tek kaynağı olan emek sömürüsünün KOBİ'lerde daha vahşi bir biçimde uygulanması anlamına gelmektedir. Örneğin normalden büyük bir işletmenin sigortasız bir işçi çalıştırması mümkün değilken KOBİ'ler aracılığıyla düşük ücretler açlık, yoksulluk sınırları meşrulaştırılmakta ve maliyet düşüşü sağlanmaktadır. Kârın büyük ölçekli sermaye gruplarında birikmesini öngören bu denklem bir süre sonra tekrar tekelleşmeye giden yolu açmaktadır. Maliyetlerin düşürülmesi amacıyla desteklenen KOBİ'lere sağlanan dönemsel ayrıcalıklar KOBİ ölçeklerinin büyümesiyle tekelci sermaye tarafından tehdit olarak algılanmakta ve denklem yeniden kurulmaktadır. Piyasa risklerinin KOBİ'lere yüklenilmesiyle yeniden kurulmaya çalışılan bu dengeler hâlihazırda küçük ölçekli sermayelerin büyük ölçekli sermayelere aktarımını da amaçlamaktadır. Bu anlamda, KOBİ'lerin hacimlerinin sınırlandırılması tekelci sermaye açısından yapılan bir düzenlemedir. Bu tasarının hedefi de aslında budur. Maliyetleri düşürmek için aşırı kâr elde etmek isteyen tekelci sermayenin yeni hedefi, KOBİ'leri zarara uğratarak piyasadaki krizin KOBİ'lere yüklenmesi amaçlanmaktadır. Emek sömürüsü üzerine inşa edilen bu denklemde KOBİ'lerin sömürü mekanizmaları olmaktan çıkarılmaları gerekmektedir. Bu, hem KOBİ'leri koruyacak hem de emek sömürüsünü engelleyecek tek yoldur. Emeğin değerinin düşürülmesi KOBİ'leri her zaman tekelci sermayenin tahakkümü altında bırakacaktır. Bu tasarının gerekçesinde de belirtildiği gibi, KOBİ'lerin bankalara yaptığı kredi başvurularından kendilerine yüksek teminat istemeleridir. Bankalar şu anda sadece taşınmaz malları ipotek ve teminat olarak kabul ediyor. İşte, getirilen tasarıyla, artık, KOBİ'ye ait ağaçlar, ham madde, hayvan, makine, proje, marka değeri dâhil olmak üzere ipotek edilebilecek ve karşılığında banka kredisi alınabilecektir.
Şimdi, buna baktığımızda normalde makul ve KOBİ lehine görülen bu düzenleme çok açık bir mantık ve vicdan hatası içermektedir; zira, kredi ilişkisinde sorumluluğu büyük finans şirketleri yerine KOBİ'lere yüklemektedir. Piyasadaki krizin bedelini ödemesi gereken taraf KOBİ'ler olarak düşünülmektedir. Tasarıyla bankalar borç erteleme, yeniden yapılandırma, teminat tutarını düşürme gibi yükümlülüğün altına girmemekte ancak KOBİ'ler daha fazla mal varlığını rehin vermektedirler. Yani, bu düzenleme, KOBİ'nin önünü açan değil, bilakis KOBİ'leri zayıflatan, hacimlerini düşüren hatta iflas etmelerine yol açacak bir tasarıdır. Örneğin, normalde kredi borcunu ödeyemeyen bir KOBİ artık proje ve marka değerini, hakkını da kaybedecek ve bir daha sıfırdan başlama imkânı dahi olmayacaktır. Kamuoyuna pazarlanan argüman KOBİ'lerin daha kolay ve daha fazla kredi alabileceğiyken, gerçekte olan şeyse bu tasarıyla finans sermayesinin KOBİ'lerin mal varlığına daha fazla el koyabilmesinin yolunu açacağıdır yani KOBİ'lerin taşınır varlıkları yanında artık taşınmaz varlıkları da risk altındadır.
Değerli arkadaşlar, neoliberalizim tarihi bir borçlanma tarihidir. Sömürünün yeni biçimi borç verip boyunduruk altına almaktan geçmektedir. Sistem olarak baktığımızda, borcu ödeyememek aslında bir başarısızlık değil, sistemin bir hedefi olarak kurgulanmıştır. Normalde kulağa bir iyilik gibi gelen bu borç kredi sistemiyle, borçluların borçlarını ödeyememesi sayesinde mülklerini büyük sermayeye aktarma sistemi kurulmuş olacaktır. Bu tasarı ekonomik kriz içerisinde büyük sermayenin çıkarları doğrultusunda tekrar KOBİ'leri dizayn etmekte, gerekirse mal varlıklarına el koyma ve artmış haciz tehdidiyle emek sömürüsünün daha da artırılması tasarısıdır bu tasarı. Zira, artık her şeyini kaybetme riski altına girecek olan KOBİ'ler bir yandan da büyük sermayeye daha bağımlı hâle gelirken diğer yandan da çalıştırdıkları işçileri daha fazla sömürmek durumunda kalacaklardır. Yapılması gereken şey, KOBİ'leri daha fazla ipotek riski altına sokmak değil, finans sermayesinin kâr oranlarından feragat etmelerini sağlayacak düzenlemeler yapmalarıdır. Tasarının geri çekilerek, yerine KOBİ'leri önceleyen ve ekonomi sisteminin krizlerini KOBİ'lere yüklemeden emeğin gerçek değerinde olduğu ve tekelci sermayenin dönemsel çıkarlarını değil, halkın çıkarlarını önceleyen tasarılar burada tartışmaya açılmalıdır. Sistem krizinde, çıkış, krizi yaratan argümanları farklı şekillerde, farklı politikalarla hayata geçirmekten geçmez.
Değerli arkadaşlar, bu kriz ortamında böyle bir tasarının tartışılması, biraz önce de söylediğim gibi, gerçekten bir ironidir. Bir ülkede eğer iç barış yoksa, bir ülkede savaş tehdidi koşulları varsa, Suriye'de, Irak'ta ha bire savaşa girmek için can atılırken ve ülke de cihadist çetelerle beslenip sokak da yaşanmaz hâle gelirken böyle sermayenin yatırım yapması, KOBİ'lerin gelişmesi ve burada ekonomik hayatın canlanması imkânı ve ihtimali yoktur.
Dolayısıyla, acilen kurulması gereken şey öncelikle iç barışımızı hedefleyen bir politika geliştirmektir. Bunun için Kürtleri bir tehdit ve düşman olarak algılamaktan vazgeçilmelidir. Özellikle kürdistandaki yıkım, bu savaş koşulları, bu kadar büyük bir savaşın finansmanının olduğu bir durumda hangi ülkede ekonomik hayat canlı kalabilir? Onun için içeride ve dışarıda Kürtlerle yan yana durmak, barış içinde durmak, iyi komşuluk ilişkileri geliştirmek, Suriye ve Irak'taki Kürtleri düşman olarak algılamaktan vazgeçmek, bir an önce kendi içimizde de bir barış sürecine, konuşulabilir, tartışılabilir, sorunlarımızı konuşabileceğimiz bir sürece dönmeliyiz. Aksi takdirde, bu ülkede ekonominin hayat bulma şansı yoktur ve adım adım bir krize sürükleniyoruz. Bu kriz gerçekten beklenenlerden daha, çok daha derin ve hayatı çok daha olumsuz etkileyecektir. Hiçbir siyasi iktidar bu kadar büyük bir tehlikeli krizde politika üretmeye ve devamlılığını sağlamaya hayat bulamayacaktır. Onun için, tekrar, çağrımız, acil olarak içeride barış, dışarıda barışı savunmaktır. Kendi yurttaşıyla barışmak, yurttaşın kardeşi olduğu dışarıdaki 20-30 milyon Kürt'le diyalog kurmaktan geçer. Sadece onların bir statüye sahip olmasını engelleyeceğim diye politika üretirseniz maalesef girdaba girmekten kurtulamazsınız. Irak Kürdistanı'yla yıllık 12 milyar dolar alışveriş yapıyorsunuz ama şunu söyleyebiliyorsunuz: Biz, Suriye'nin kuzeyinde Irak'taki gibi bir oldubittiye izin vermeyeceğiz. Ne yapmışsınız? Ticaret yapıyorsunuz. Peki, Suriye Kürdistanı, Suriye Kürtleri hiçbir zaman sizi düşman olarak görmüş mü, size bugüne kadar bir çakıl taşı atmış mı? Hayır. Peki, cihadist gruplarla iş tutup bu grupları görmezden gelmek nasıl bir mantık işidir? Onun için son kez söylüyorum değerli arkadaşlar...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MAHMUT TOĞRUL (Devamla) - Bir an önce içeride ve dışarıda barışı önceleyen politikalar geliştirilmelidir diyorum.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Toğrul.