GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 667 Sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (1/746) ile İç Tüzük'ün 128'inci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Tezkeresi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:7
Tarih:13.10.2016

HDP GRUBU ADINA CELAL DOĞAN (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Konuştuğumuz gündemimiz, olağanüstü hâlle ilgili alınmış olan kararların yüce Meclis tarafından tartışılmasına dayanıyor. Partim adına yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Demokratik rejimlerde, daha doğrusu Anayasa'mızda, olağanüstü hâlin yanında "sıkıyönetim" diye bir müessese var, "seferberlik" diye bir müessese var, bir de savaş hâli var. Bunların anayasal kurumlar olduğu hepinizin malumu. OHAL de bu kurumlardan biri. Ancak OHAL'deki uygulamaların OHAL'in meydana getirmiş olduğu tahribatları izale için alınması gereken kararlar olması gerekirken, elimizde, geldiğimiz bugünkü hâliyle, Türkiye'yi yeniden, sıfırdan idari olarak inşaya yönelmiş kararlarla karşı karşıyayız. Bu nedenle, her bir başlık ayrı ayrı, belki saatlerce tartışılması gereken bu konuları on dakikalık bir süreye sığdırmak pek mümkün olmayacaktır. Ancak kısaca, Türkiye'deki geldiğimiz bu 15 Temmuz darbe meselesinin bence iki yönüne çok iyi bakmak gerekir.

Türkiye sayısız darbelere maruz kaldı. Bu askerî darbelerin hepsinin de altına baktığınızda, bir siyasi dayanağı ve kendilerine göre hazırladıkları bir zemin söz konusudur. 1982 Anayasa'sına, daha doğrusu 80 ihtilaline baktığımızda 5-6 bin gencin öldürüldüğü bir Türkiye; 12 Mart, 4-5 bin gencin öldürüldüğü bir Türkiye; her halükârda, 1960'a baktığımızda, 1961'e baktığımızda, partizanlığın ve girift bir Türkiye çatışmasının olduğu bir ortam; 28 Nisan muhtırasına baktığımızda da açıkçası, Türkiye'deki birtakım inançların önüne ket vuracak anlayış ortamıyla karşı karşıyayız. Şimdi, biz, 15 Temmuza nasıl geldiğimizin izahını yapamazsak, 15 Temmuzun gündemini nasıl bu tarafa, bu noktaya getirdiğimizi ortaya koyamazsak bence meseleye doğru da teşhis koymamış olacağız. Sebebi de şu: Türkiye 15 Temmuza geldiğinde manzarayı umumiye neydi onu da görmemiz gerekir; o da şudur: Açıkça, gerçekten kalplerin parçalandığı, insanların cepheleştiği, Türkiye'de ayrıcalığın, daha doğrusu ayrışmanın had safhaya vardığı bir noktada kendi ellerimizle Türkiye'nin kadrolarını teslim ettiğimiz bir anlayışın Silahlı Kuvvetleri de yanına alarak gerçekten alçakça Türk demokrasisine ve Türkiye halklarına yaptığı en büyük felaketle karşı karşıya kaldık. Bu, işin realitesi ve gerçeği.

Parlamentonun tamamı bu meseleye sahip çıktı ve adına da "Gazi" dediğimiz Meclis bu belayı defetme konusunda halkların ve Türkiye'deki demokrat güçlerin ortaya koymuş olduğu tavırla basının, Cumhurbaşkanının, Başbakanın, siyasi partilerin, ordu içerisindeki -kalabilmiş olduğu kadarıyla- demokrat güçlerin tavrıyla bu belayı atlattık ama bu belayı atlattığımız noktada alınması gereken tedbirlerin demokrasiyi askıya almak ve yeniden başka bir vesayeti inşa için sebep olmaması gerekirdi; tabir şuysa, fırsatı ganimete çevirmemek gerekirdi. Bundan kastım şu: Örneğin, başlıklara baktığımızda, belediyelere kayyum atanması. Elimizdeki mekanizmalar, mevcut mevzuatımız bir belediye başkanının nasıl görevden alınacağını ve yerine nasıl insanların kaim edileceğini, atanacağını açıkça ortaya koymuşken bunların hiçbirini işletmeden -bir belediye başkanı olarak maruz kaldığımız bu muameleleri tek tek bilmemize rağmen- sanki yangından mal kaçırır gibi seçilmiş insanın yerine atanmış insanları ikame etmenin getirdiği sonuç doğuda maalesef ve maalesef daha büyük kargaşalıkların ve büyük çekişmelerin, zıtlaşmaların hatta şiddetin artmasına etki eden bir unsur hâline geldi.

Büyükşehir belediye başkanlığının bu hâle gelmesini isteyen bir belediye başkanı olarak çok mutlu olduğum olay, hayalim şuydu: İl sınırı belediye sınırı olduğu zaman o ülkenin gelecekteki inşasının çok daha mükemmel olacağına sevinen bir insandım. Maalesef bu darbeyle, seçilmiş bir belediye başkanının yerine kayyum atanması, meclis üyelerinin dahi mevcut mevzuatla görevden alınması mümkünken onların da aşılarak o belediye başkanının, yüzde 85-90 oy almış bir belediye başkanının yerine başkasının atanması, burada çok savunmuş olduğunuz "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." "millet iradesi" felsefenizin ne kadar samimiyetsiz, ne kadar samimiyetten uzak olduğunun en büyük ölçütüdür. Her safhada belirttiğiniz şu vardır: "Bütün demokrasilerde iktidar vardır ama muhalefet olmadığı zaman o demokratik rejim olmaz." dersiniz ama gördüğüm kadarıyla, muhalefete verdiğiniz zerre kadar bir değer yoktur. Uyuşmayan, uyuşmak istemeyen, uzlaşmak istemeyen bir anlayışla, Türkiye'yi, hangi mevzuatı elinize verirsek verelim getireceğiniz nokta, başka bir darbeyle muhatap olmak veya Türkiye'yi çıkmaz sokağa taşımaktır.

Bunu şunun için söylüyorum: Yıllardır buradasınız, aylardır da izliyoruz. Bütün büyük grupların sıkıntılarının olduğunu ben biliyorum. 1954 yılındaki Demokrat Parti grubuna baktığınızda, o grupların tavırlarını biraz incelerseniz, Menderes'in bakanlarını tek tek düşüren gruplardaki milletvekillerinin kişiliklerini örnek almanızı istiyorum. Ama ne yazık ki büyük sorumluluğu olan AK PARTİ Grubunun bu sorumluluğu yerine getirmediğini görüyorum. AK PARTİ Grubu milletvekillerinin beni bağışlamalarını diliyorum; sanki iradelerinizi ipotek etmiş bir noktada taşıyorsunuz. Olabilir, kurucu başkanınıza çok büyük saygınız olabilir. Çalı dibi karıştırmak için bu lafları söylemiyorum. O sizin kurucunuz, büyüğünüz olabilir ama bu, iradenizin teslim edilmesi anlamına gelmez. Bu nedenle hangi siyasi rejimde hangi değişikliği yaparsanız yapınız, hangi idareyi getirirseniz getirin, akıbet eğer buysa ve bu noktaya geleceksek Türkiye'ye bir fayda taşımaz.

Bu nedenle, kanun hükmünde kararnameleri tartışırken başımıza gelen mesele şu: Türkiye'de bugünlerde başkanlık sistemi meselesi gündeme geldi. Unutulmuş bir meseleyi tekrar pişirip buraya getirmenin sonucu şudur: İnanın, sorumluluğunuzu bilseniz, grup olarak görevinizi yapacağınızı bilsek bu meseleyi burada açıkça tartışırız, Türkiye için getireceği hayırlı bir şey varsa tavır da koyarız. Ama görüyoruz ki grup olarak görevinizi yapmıyorsunuz. Grup olarak tamamen iradenizi bir yere ipotek ederek yapacağınız rejimin sonu, maalesef, askerî vesayetin dışında, bu sefer bir kişi vesayetiyle karşı karşıya kalacağız.

Bütün sözcüleri şu laftan vazgeçsinler: "Efendim, biz bilmiyorduk, bugün -yani 15 Temmuzda- öğrendik." Önünüzde 2004 yılında devletin bir kararı var; o karar, Fetullahçı örgütün hangi boyutlara gideceğini açıkça söylüyor.

Muhalefeti dinlemiyorsunuz, size telkinde bulunanları dinlemiyorsunuz, size yol göstermek isteyen aydınları dinlemiyorsunuz, devletin de kararını dinlemiyorsunuz, sonra diyorsunuz ki "Biz 15 Temmuzdan itibaren anladık ki bu örgüt silahlı örgüttür." Bu anlayışla bir yere varamazsınız, sebebi de şu... Bir de kalkıp suç tarihi belirliyorsunuz, "Efendim, 17-25 Aralıktan itibaren suç işlemiş olanları biz bu tencereye dâhil edeceğiz." Hangi hakla, hangi sıfatla yargıya ait olan, Büyük Millet Meclisinin uhdesinde bulunan bir yetkiyi oturup gazetelerde, televizyonlarda ilan ediyorsunuz? "17 Aralık ve 25 Aralıktan önceki fiilleri affediyoruz, bu tarafa atıyoruz, onları soruşturmaya tabi tutmayacağız." Hukukta ceza müruruzamanı vardır, dava müruruzamanı vardır; bu sizin yetkinizde değildir, o nedenle bir an önce doğruya dönmenizi istiyorum.

Bir başka konu: Aylardır, yıllardır Türkiye'de Anayasa tartışması yapıyorsunuz, başkanlık sistemini gündeme getirmek istiyorsunuz ama bir türlü de ne istediğinizi anlamıyoruz. Eğer gerçekten Başkanlık sistemini istiyorsanız Türkiye'nin önüne ne istediğinizi açık koymanızda bir mahzur yok, getirin görelim. Ama 15 Temmuz gecesinden hemen bir gün sonra Cumhurbaşkanımızın, Başbakanımızın açıklamalarını gördüm. Türkiye bu zıtlaşmalardan bıktı. Türkiye gerçekten bir kaosla karşı karşıya. Biz de kendimize bir çekidüzen verip "Artık bu anlayıştan vazgeçilmeli." diyen anlayış...

Dün Sayın Devlet Bahçeli'nin ortaya atmış olduğu... Ki bana sorarsanız yanlış anlaşılmış bir olaydır, daha doğrusu onun nasıl olacağını MHP'liler çok daha iyi bilir ne demek istediğini. Mal bulmuş mağribi gibi sarıldınız ve tekrar o meseleyi gündeme getirdiniz. Bundan anlaşılan şu: Bu ikircikli davranıştan vazgeçmelisiniz.

"Türkiye'deki parlamenter demokratik rejimin sorunu nedir?" diye baktığınızda buradaki bütün arkadaşlarımızın şunu bilmesi gerekir, Parlamentonun tamamı açısından söylüyorum: Bu Seçim Kanunu değişmeden milletvekillerinin hikmetivücudu iki genel başkanın, daha doğrusu bir genel başkanın dudakları arasındayken medyunuşükran olan insanlar olarak bu Parlamentoda onların dışına çıkamazsınız. Getireceğiniz başkanlık sisteminde milletvekilini kim seçecek? Bakanı kim seçecek? Eğer gerçekten başkan seçecekse milletvekilini zaten aynı şey oluyor. Eğer bunlar devre dışı kalacaksa, Parlamento devre dışı kalacaksa bence şunu yapınız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

CELAL DOĞAN (Devamla) - Hemen bitiriyorum Sayın Başkanım, bir dakika verirseniz.

Şimdi, olağanüstü hâlle Türkiye'yi idare ediyorsunuz.

BAŞKAN - Sayın Doğan, lütfen bitirin.

CELAL DOĞAN (Devamla) - Parlamentoyu işlevsiz hâle getirdiğinizi görüyoruz. Parlamento işlevsiz hâle geldi. Bence şunu yapınız: Başkanlık sisteminin filan peşinde koşmayın. Bir tek madde getirin, artık Türkiye'yi olağanüstü hâllerle idare edilmesine razı olmuş bir hâle getirin, Parlamentoyu da kapatalım, biz de evimize gidelim.

Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz.