| Konu: | CHP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 3 |
| Tarih: | 05.10.2016 |
KAMİL AYDIN (Erzurum) - Saygıdeğer Başkan, çok kıymetli milletvekilleri; ben de verilen önerge hakkında konuşmak üzere Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Saygıdeğer milletvekillerimizi içtenlikle selamlıyorum.
Efendim, Türkiye Cumhuriyeti devleti hakikaten zor günler geçiriyor şu aralar. Bizler de bu milletin mensupları olarak bu yüce Mecliste onların temsilcileri olarak bu zor günleri birlikte tanıklık ederek yaşamaktayız.
Efendim, doksan üç yıllık genç cumhuriyetimizin demokrasi serüvenini şöyle kısaca bir özetlemek gerekirse bugüne kadar hakikaten böyle bir kutuplaşma, hizipleşme karşımıza sürekli bir engel olarak çıkarılmış, bunun dozajı alt seviyelerde olduğunda çok fazla dikkate alınmamış. Yani eleştiri sınırlarını aşmadan, espri sınırlarını aşmadan olduğu sürece kabullenmişiz ama ne zaman ki, Allah korusun, bunlar derinleşip kutuplaşmaya, derinleşmeye, hizipleşmeye götürüldüğünde çok büyük badireler atlatmışız. İşte, zaman zaman genç demokrasinin sekteye uğratılması yani ihtilaller yaşamamızın nedeni de bu hizipleşme ve kutuplaşmalar olmuştur.
Bunu biraz somutlaştırmak gerekirse, malumunuz, bu aralar ve geçmişte de sürekli, özellikle, çok zengin kültürel bir dokuya sahip olan yüce milletimizin zaman zaman etnik kökenlerine atıfta bulunularak hizipleşme derinleştirilmeye çalışılmış, zaman zaman inanç tercihlerine, zaman zaman yaşam standartlarına ya da bireysel tercihlerine atıfta bulunarak bu hizipleşmeye, fitneye dönüştürülmeye çalışılmıştır. Bakın, bu sanki Türkiye'de yaşanan bir olaymış gibi. Aslında bunun karşılığını, sistematik bir anlamını irdelediğimizde geçmişi ta 19'uncu yüzyıla kadar uzanmaktadır. Dönemin, 19'uncu yüzyılın o güneş batmayan imparatorluğuyla dünya sahnesine çıkan Britanya İmparatorluğu'nun sömürge bulma noktasında çok önemli bir taktiğine kadar uzanır bu taktik. Yani hizip çıkarma yani küçük küçük parçalara bölme, onların ifadesiyle "..."(X) yani "böl ve yönet" mantığının 21'inci yüzyılda postmodern ifadesiyle karşı karşıyayız. Bunun da somut bir karşılığını, maalesef, somut bir tezahürünü işte 15 Temmuzda yaşadık. O gece yapılan kalkışma Türkiye Cumhuriyeti devletini sekteye uğratma, efendim, hizipleri zirveye çıkarıp, küçük lokmalara bölüştürüp, bir anda yok edip, birilerinin hegemonyasına sokmaya çalışma girişimiydi. 19'uncu yüzyılda ya da 20'nci yüzyılın başlarında başarılı bir proje olabilir ama Allah'a şükür Türkiye Cumhuriyeti devletinde, cumhuriyeti genç olmasına rağmen, devlet olma geleneği çok köklü, çok tarihsel olan bir yapıda bu tutmadı. Niye tutmadı? Çünkü bir şey dikkate alınmadı, gözlerinden kaçtı: Bu milletin millet olma şuuru, millet olma iradesi her zaman vardı, siyasiler bunu ne kadar sekteye uğratırsa uğratsın. Ve o millet olma şuuruyla, Allah'a şükür, bu hain tuzak püskürtüldü ve Allah'a şükür bugünlere geldik.
Şimdi, efendim, bu millet olma şuuru diğer bir ifadeyle neye dönüştü? Yenikapı ruhuna dönüştü. Nedir Yenikapı ruhu? Şimdi, Yenikapı ruhu, biliyorsunuz, nüanslara, tonlara, ara renklere takılmadan, asgari müşterek dediğimiz ana renklere odaklanmanın adıdır, bu da kırmızı-beyazdır, açık konuşuyorum. Nedir bu kırmızı-beyaz? Kırmızı-beyaz, nazlı hilalle yıldızımızın şehitlerin kanları üzerine düşen izdüşümüdür. İşte o gün, siyasi görüşü ne olursa olsun, mezhep tercihi ne olursa olsun, etnik geçmişi ne olursa olsun; zevki, rengi, hangi yemeği yerse yesin, en basit tercihlerine varana kadar bütün yüce Türk milletinin mensupları sokaklara çıktı ve demokrasisine, millet olma şuuruna sahip çıktılar.
Şimdi, o zaman ne yapmak gerekir? Bu ruhun sürekli kılınmasında hepimiz hemfikiriz değil mi? Değerli milletvekilleri, biz diyoruz ki bu ruha halel gelmesin, incinmesin. Hepimiz burada mutabıkız. Evet, evet, hep şunu söylemedik mi? Bir musibet bazen bin nasihatten evladır. Öyle bir musibet yaşadık ki gerçekten tabiri caizse direkten döndük. Bu milletin ferasetiyle oldu bu iş. Dolayısıyla, bundan çıkaracağımız ders, Yenikapı'da ete kemiğe bürünen o ruh hâlinin idame ettirilmesidir değerli milletvekilleri.
Peki, beklentimiz bu yöndeyken, bu ruhun devam ettirilmesi noktasındayken şimdi bu kanun hükmünde kararnamelerle öğretmen atama noktasında mülakat koyduk. 668'e baktık, gerçekten maddede konulan gerekçe çok mantıklı, ben aynı zamanda bir eğitimciyim. Ne diyoruz? Diyoruz ki: Öğretmen adayları içerisinden -bir de olağanüstü bir durumdayız- her branştan belirli bir notun üzerinde -sanıyorum 60 diye geçmiş kanun hükmündeki kararnamede- 60 ve üzeri ilgili branşta not alan atanacak kadronun 3 katı tespitte bulunalım ve bunları bir mülakata alalım. Peki, mülakatın içeriği ne? Onunla ilgili de notlar var, kanun hükmünde kararnamede var, ona da itirazımız yok, gayet güzel. Ne bu? Öğretmen olma. Biz daha önce bunları zaten uygulamada yapardık, stajyer öğrencileri okullara götürürken biz bu kriterlere dikkat ederek götürürdük zaten, gerçekten bu adayımız öğretmen olma yetisine sahip mi değil mi diye. Bunlar neydi değerli milletvekilleri? Bunlar, öğretmen adayının mesleki liyakatını ölçme ve pedagojik yeterliliğine bakmaktı. Yani, sınıf hâkimiyeti nasıldır, alanına hâkimiyeti, bilgi dağarcığı yerinde midir, iletişim kurma, materyali kullanma, teknolojiden yararlanma gibi gerçekten çok somut, çok mesleki ve hiç kimseyi incitmeyecek, yeni hiziplere yeni yaralara, toplumsal ayrışmalara neden olmayacak kriterlerdi. Biz böyle olmasını beklerken maalesef gördük ki böyle kriterlere sahip olmayan insanların yaptığı sınavlarla bu iş sulandırılmış. Yemek tercihi soruluyor. Allah aşkına, FETÖ'yü tespit etmek için yemekten mi yola çıkacaksın yani! Biraz önce Sayın Bostancı çok güzel söyledi, karanlık bir örgüt. Evet. Karanlık örgüte ıslık mı çalmak lazım? Karanlık örgüte önce fener yakmak lazım, önce görmek lazım bunları. Biz bunu nasıl yapacağız? Bu öğretmenin yemek zevkini, tercihini soracağız. Ya, bunlar, hamburger yiyerek yaptılar bu işi. Bunlar, inanın, pizza yiyerek yaptılar. Öyle güzel kamufle oldular ki Sayın Cumhurbaşkanını bile yanılttılar, o bile aralarından en iyisini seçmek zorunda kaldı, Genelkurmay Başkanımız bile yaverlerinden en iyi FETÖ'cüyü seçmek zorunda kaldı. Bunların böyle kamuflaj yetenekleri de var. Dolayısıyla ne diyecek, neyi bekliyorsunuz? Öğretmen, mülakatını yapan zatımuhtereme diyecekmiş ki: "Ben maklube yiyorum. Ya, ben FETÖ'cüyüm. Ben buyum." Böyle bir beklenti içerisine girmek... Allah aşkına, bu bir saflıktır. Böyle olur mu öğretmenlik sınavı? Böyle bir mülakat söz konusu olabilir mi? Niye bunların gerçekten akademik yetkinliklerine bakmadık? Efendim, teknolojiyi kullanma ya da pedagojik formasyonlarına bakmak yerine sadece...
Geçmişte biz bunları yaşadık. Konuşmamın başında ifade ettim, bunlar hizip ve kutuplaşmadan öteye gitmez. Biz öğrencilik yıllarımızda selam verme şeklimize göre kategorize edilirdik değil mi Naci Hoca? Efendim, bir zamanlar namaz kılanları, oruç tutanları tespit etme şeyleri vardı değil mi? Ee, şimdi de namaz kılmayanları, içki içenleri... O zaman içmeyenleri tespit etme, şimdi, içenleri, kılanları kılmayanları. Ya, artık, bu milletin kutuplaşmaya, fazla fazla kutuplaşmaya mecali kalmadı. Allah korusun küçüle küçüle, kutuplaşa kutuplaşa küçük lokmalar hâline geliriz ve bir gün yutulmaya da maruz kalırız. Onun için, işte o Yenikapı ruhundaki o azami ortaklığa dikkat edelim, ona odaklanalım, liyakat ve ehliyeti ön plana çıkaralım. Bu çocukların hepsi bizim. İnanın, içen yarın içmeyebilir, efendim, içmeyen yarın içebilir. Böyle saçma sapan şeylere takılmayalım. Bunlar yanlış şeyler. Ne insanlık ne de dinî inancımız bunu öngörmez diyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Aydın.