| Konu: | 667 Sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (1/746) ile İç Tüzük'ün 128'inci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Tezkeresi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 128 |
| Tarih: | 19.08.2016 |
AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) - Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Demokrasimiz 15 Temmuz tarihinde büyük bir tehlikeyle yüzleşti. Allah'a çok şükür, hep birlikte bunun üstesinden geldik, bir darbe girişimini bertaraf ettik. Bunun peşinden olağanüstü hâl ilan edildi ve şimdi biz olağanüstü hâl çerçevesinde kanun hükmünde hazırlanan kararnamelerin ilkiyle Meclisin huzurundayız, bunu konuşup tartışacağız.
Öncelikle iki hususun altını çizmem gerekiyor. Bunlardan birincisi, olağanüstü hâl, bildiğiniz gibi, Anayasa'da ilgili maddelerde düzenlenmiş, bir hukuki çerçevesi olan, demokrasiyi korumaya matuf bir mevzuat. Literatürde, özgürlük temelli demokratik düzenlerin kendilerini nasıl koruyacaklarına ilişkin bol miktarda tartışma yapılır çünkü insan haklarına, özgürlüklere, meşruiyete en geniş şekilde vurgu yapan demokratik düzenler için bu nitelikler aynı zamanda, kötü niyetli, o düzene karşı suikast içinde olan çevrelere de kimi kolaylıklar sağlayan unsurlardır. Dolayısıyla, demokrasiler esasen, karikatüristleri hatırlayacak olursanız, nazenin hanımefendiler olarak çizilir, karikatürcülerin zihninde demokrasi nazenin hanımefendi gibidir. Böylelikle demokrasinin aslında dış tehlikelere karşı da içerdiği değerler itibarıyla açık nitelikleri bulunduğu vurgulanmak istenir. İşte, demokrasilerin kendilerini koruyabilmeleri için mevzuatta, anayasada, yasalarda bu tür suikast girişimlerini engellemeye dönük, olağan hâllerin dışında, olağanüstü hâl şartlarını düzenleyen hukuki metinler vardır. Bunların kastı, bir özgürlükler düzeni olan demokrasilerin korunabilmesi, uzun vadeli, uzun soluklu bir şekilde özgürlüklerin garanti altına alınabilmesi için özgürlük-güvenlik sınırını, kötü girişimleri bertaraf edebilecek, demokrasiye karşı kötü niyetli suikast niteliği taşıyan hareketlere, girişimlere karşı demokrasiyi koruyacak önlemlerin alınmasını sağlamaktır. Bunun için, özgürlük-güvenlik dengesini özgürlükleri uzun soluklu bir şekilde sağlayacak bir çizgiden geçirmeye uğraşmaktır ama bütün bunlar yapılırken yasal bir çerçevede olması dikkatle takip edilir. Sonuçta, demokratik düzen kendini inkâr edecek şekilde "Kendimi koruyacağım." diye elbette totaliter bir mahiyet kazanamaz, yapmış olduğu her şeyi, kendini korumaya matuf her türlü düzenlemeyi esas niteliklerine has bir tarzda özgürlük temelli, hukuki temelli, meşruiyet temelli bir şekilde yapmak durumundadır. O yüzden olağanüstü hâl düzenlemesi yine yasal bir çerçevede kayıt altına alınmıştır.
Biz, 15 Temmuzda bir darbe girişimiyle karşılaştık. Aslında altmış küsur yıllık demokrasi tarihimiz içinde başka darbe girişimleri de oldu, darbeler oldu. 1960, 1971'deki 12 Mart, başka cuntaların girişimleri, 12 Eylül -buradaki insanların bir kısmı 12 Eylülü yaşadılar, ben de yaşadım- 28 Şubat vesaire. Fakat 15 Temmuzun bütün bu darbelerden ve darbe girişimlerinden mahiyet itibarıyla farklı bir tarafı vardı. Geçmişteki darbeler askerî elitler tarafından yapılan, bütün gücü, kudreti drijan organizasyon üzerinden götürülen darbelerdi. Sonuçta askerî bürokrasi marifetiyle yapılıp o çerçevede iki yıl, üç yıl darbe şartlarında bir yönetim gerçekleştirildikten sonra peyderpey demokrasiye geçiş doğrultusunda bir mecrada akıp giden işlerdi. Temel ideolojik normlarını da darbeciler o dönemlerde cumhuriyetin kuruluş temelleri çerçevesinde kendilerini meşrulaştırmak için açıklarlardı. 15 Temmuzda yaşanan darbe yine askeriye içerisinde bir kısım çete mensupları tarafından yapılmış olsa bile sadece onlardan ibaret olan bir çevrenin gerçekleştirdiği darbe girişimi değildi. Toplumun farklı kesimlerine de nüfuz etmiş medya ayağından, iş adamı, finans ayağından, vakıflar, dernekler ayağından, üniversiteler ayağından, bir bakıma topluma mihmandarlık eden çok çeşitli örgütlü kurumları üzerinden kendisine aynı zamanda destek sağlayacak şekilde örgütlenmiş bir çetenin girişimiydi. Bu bakımdan da geçmişteki darbe girişimlerinden mahiyet olarak daha farklı bir organizasyonla karşı karşıyaydık. Esasen bu çetenin üzerine, sosyolojisine, Türkiye'nin mevcut toplumsal şartlarından nasıl faydalanarak geliştiğine, nasıl iktidar odaklı bir şekilde o kırk yıllık süre içerisinde çalıştığına, kendisini topluma ve dünya kamuoyuna nasıl takdim etmeye uğraştığına dair birçok değerlendirme yapabiliriz.
Bu örgütün iki katmanı olduğunu biliyoruz. Bu katmanlardan birisi, örgütün bir tür kamusal yüzünü oluşturan, kendisini bir iyilik, bir ahlak hareketi, Türkiye'nin normlarıyla uyuşmuş küresel bir vizyon hareketi şeklinde takdim eden ve buradan güç ve meşruiyet devşirmeye çalışan bir yüz. Diğeri de çekirdeğinde, iktidar odaklı bir şekilde, gizli örgüte has bütün nitelikleri taşır bir tarzda bir başka katman. Bu iki katman zaman zaman iç içe giriyor, zaman zaman birbirine mesafeli durabiliyor. Toplumumuzun ve siyasi elitlerin, hukuki elitlerin bu ilginç, tarihte başka örneklerinin de olduğunu düşündüğümüz -Cizvitler gibi, çok konuşuldu- örgütü bir puzzle gibi çözmesi esasen biraz zaman aldı. Bunu da olağan görmek gerekir çünkü böyle iki katmanlı, sınırları olan, hücre tipi çalışan, uluslararası ayağı bulunan, teknik destek alan bir örgütün puzzle biçiminde çözülmesinin zaman alması anlaşılır bir durumdur ama netice itibarıyla bugün geldiğimiz noktada bu örgütün referanslarının, katmanlarının, elemanlarının nasıl örgütlendiği hususunda devletin, hukuki çevrelerin yeterli sayıda, kafi miktarda bilgisi olduğu kanaatine varıyoruz ve örgütün iktidar odaklı bir şekilde gayrimeşru tarzda seferber ettiği çok çeşitli kurum ve kuruluşlardaki elemanlarını, bu hukuki, demokratik düzene kastetmiş unsurlarını devletin olağanüstü hâl şartlarındaki uygulamalarla bunları derdest etmeye, hukukun kuralları çerçevesinde takip, tahkik ve cezalandırmaya dönük bir mecrada işlerin yürüdüğünü görüyoruz. Tabii böylesine kapsamlı, böylesine gizli, böylesine organize bir çeteye karşı bu mücadelenin verilmesi kolay değildir. Ancak biz bir hukuk devletiyiz, hukuk devletinin hem ilke düzeyinde normlarına bağlı kalarak hem de adalet ve hakkaniyetin sağladığı o meşruiyeti asla ıskalamaksızın, unutmaksızın, çok söylendiği biçimiyle "kuru ile yaşı birbirinden ayırarak" yolumuza devam etmek durumundayız. Bu KHK'lar da, esasen bunun unsurları olarak görülmelidir. Bunları tartışıp konuşacağız elbette ama çok ana hatlarıyla bu terör örgütüne bakışımızı ve yürütülen mücadeleyi böyle bir çerçevede ifade edebilirim.
Sabahın bu saatinde sabırla beni dinlediğiniz için teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)